Milli takım teknik direktörü kim olmalı tartışmasına girmeyeceğim.
Günceli gündemimiz yaparsak gündem olması gereken esas sorunları göz ardı ederiz.
Mesele kişiler değil. Son yıllarda Türkiye A Milli Takımı’nda Fatih Terim, Şenol Güneş, Mustafa Denizli, Ersun Yanal, Abdullah Avcı gibi Türk futbolunun yetiştirdiği en önemli ve en tecrübeli kişiler görev aldı. Bu kişilerin futbolu bilmediğini iddia edebilir miyiz? Bu kişilerin tecrübesiz olduğunu iddia edebilir miyiz? Tabii ki hayır.
Peki, buna rağmen son 20 senede Türk Futbolu uluslararası arenada hangi ciddi başarıyı kazandı? 20 sene diyorum. Bu süre futbol yapılanması için çok uzun bir dönemdir. 4 Dünya Kupası 4 Avrupa Şampiyonası demek.
20 senedir hiçbir başarımız yoksa tek sorumlu olarak teknik direktörleri suçlayamayız. Hepsi mi kötüydü? Belli ki ortada şahısları da öğüten, etkisizleştiren bir sistem-sizlik var.
Dolayısıyla Türk futbolunun esas sorunu kişiler değil, düzensiz düzenin yarattığı sistemsiz sistemin ürettiği yetkisiz yetkililerdir. Daha kısa ve net yazayım. TFF’nin bu düzensizliği ve sistemsizliği ile milli takımın başına kimi getirirseniz getirin mucizeler yaratamaz. Bakın ‘başarılı’ olamaz demiyorum, futbolcuların dönemsel performansına bağlı olarak tıpkı 2002 yılındaki gibi sürpriz başarılı sonuçlar alınabilir ancak asla kalıcı sistematik bir futbol ülkesi olamayız. Tarih benim bu tezimi haklı çıkartıyor. Dünya 3. olduğumuz turnuvadan sonraki 4 Dünya Kupasına katılamadık bile.
Önemli olan Dünya’nın en önemli 3. futbol ülkesi olabilmekti, biz ise bir turnuvada 3. olmayı yeterli gördük ve tüm problemlerimizi halının altına süpürdük. Euro 2021’de çeyrek final oynasaydık yine süpürecektik…
Aslında o dönem Şenol Güneş ‘Biz bu turnuvanın en iyi 3. takımı olduk, Dünya’nın en iyi 3. futbol ülkesi olmadık’ diyerek bu sorunun altını çizmiş ve önemli bir felsefi tespitte bulunmuştu. Günceli gündemimiz yapmakta usta olduğumuz için Şenol Hoca’nın bu haklı uyarısını kimse dikkate almadı. Ve yine Şenol Güneş Euro 2021 sonrasında yaptığı bir basın toplantısında ‘herkes sorumlu, oyuncu da sorumlu, medya da sorumlu, yönetim de sorumlu’ diyerek sorunun daha derin olduğunun altını çizmişti ancak özellikle medya eleştirisi çok yanlış anlaşıldı. Ben tekrar ediyorum. Evet ülke futbolunun olumsuz halinden tıpkı diğer paydaşlar gibi medya da sorumludur.
Medya yasama-yürütme-yargı erkinden sonra ülkedeki dördüncü güçtür. Medyanın haber verme görevinin yanında çok önemli bir vazifesi ve işlevi daha vardır. Ülkedeki mevcut sorunlar karşısında tutum sergileyerek, eleştirerek, ihbar ve önerilerde bulunarak kamuya faydalı olması, katkı sağlaması gerekir.
Uğur Mumcu misali hayatı pahasına bile olsa futbol dünyasındaki yolsuzlukları, soygunları araştıracak haberleştirecek, ihbar edecek kaç spor-medya muhabirimiz var? Futbol-siyaset ilişkisine açık ve net tavır alan, TFF’deki seçiN sistemini eleştiren kaç ‘popüler’ medya mensubu gördünüz? Altyapıları, gençlik liglerini düzenli takip eden ve düzenli haberleştiren ve sorunları bıkmadan usanmadan gündeme taşıyan kaç spor gazetecisi gördünüz? Spor Bakanlığı’nın politikalarını, spor müdürlüklerinin hizmetlerini, TFF içindeki kadroları inceleyen, haberleştiren kaç haber gördünüz?
Burada ‘milli takımın başarısızlığından sorumlu medyadır’ diyerek kimseyi aklamıyorum. Şenol Güneş de bunu kastetmemişti. Bir sitem sorunu varsa, sorun o sistemi oluşturan tüm paydaşlardadır. Sistemler tek başlarına var olamazlar. Teknik direktörü, yöneticisi, medyası, taraftarı, devleti kısacası sisteme etki eden her unsur kendisine çeki-düzen vermek zorundadır. Büyük ve karmaşık sistemler bir-iki kişinin çabasıyla düzelmez.
Bugün Almanya’yı, Fransa’yı, Hollanda’yı başarılı kılan ve bizden ayıran en önemli özellik budur. Attıkları adımlarda, aldıkları kararlarda uzun dönemli bir strateji ve akıl var. Bu strateji ve akıl kendisini ‘sistem’ olarak ortaya çıkartıyor. Bu sistemde herkesin görevi, yetkisi, sorumluluğu, yapacakları ve yapmayacakları belli. Onlar futbol ülkesi olmak için sistemlerini kuruyorlar ve liyakat esasına göre işletiyorlar. Tıkır tıkır işleyen, kişisel ilişkileri değil, kişisel becerileri önceleyen özerk bir futbol sistemleri var. Nitekim bazen bir turnuvada başarısız olsalar bile diğer turnuvada yarı-final oynama şanslarının yüksek olduğunu herkes biliyor.
Bir Alman gece rüyasında Angela Merkel’in Almanya Futbol Federasyonu’na kimlerin seçileceğine karıştığını görse ilk iş sabah psikoloğa gider, anlamsız acayip rüyalar gördüğü için akıl sağlığından şüphe eder! Fransa’da bir milletvekili bir futbol kulübünü arayarak teknik direktör önerirse, ertesi gün kendisini görevini kötüye kullanmaktan mahkemede hesap verirken görür. Porto Futbol Kulübü Başkanı Pinto, Porto Belediye Başkanı’nı arasa ve transfer için para istese Porto Belediye Başkanı muhtemelen kendisine kamera şakası yapıldığını zanneder ve telefonu cevap vermeden hemen kapatır. Umarım demek istediğimi anlatabiliyorumdur.
Anlık yaşayarak anlık çözümler üretirsiniz. Günü kurtarırız ama yarını kaybederiz. Anlık reaksiyonlar kalıcı başarıların yolunu açmaz.
Çok uzaklara gitmeyelim. Futbola milyonlarca Euro para harcayan Türkiye, Euro 2016’da gruptan bile çıkamadı. Biz ne yaptık? Teknik direktörü değiştirdik.
Peki, Euro 2016 sonrası hangi raporlar hazırlandı, hangi araştırmalar yapıldı? Başarısızlığın altında yatan kronikleşmiş sorunlara TFF neşter vurdu mu? Hangi sorunlar tespit edildi? Hangi uzmanlardan görüş istendi? Hangi değişiklikler bilinçli bir strateji ve politika dahilinde uygulandı?
Hiç…
Sonuç: Aradan 4 sene geçti ve Euro 2021'de yine aynı hüsrana uğradık.
Bu sefer ne yaptık? Teknik direktörü değiştirdik.
Kısır döngüyü görebiliyor musunuz?
Bu yöntem başkanların en güzel korunma yöntemidir. Büyük isim getir, büyük para ver. Başarı gelirse ‘Büyük başkan’ derler, başarısızlık olursa ‘Teknik direktör istifa’…
Teknik direktörler değişmez demiyorum. Dünya’nın her ülkesinde beklentiyi karşılamayan teknik direktörle yollar ayrılır. Bizdeki sorun ise bunun ilk ve son, yani tek çözüm yöntemi olarak uygulanmasıdır. Buzdağının üstünü herkes görür, fark buzdağının altını görebilmekte yatıyor. Görenler ve önlemlerini alanlar tam gaz yoluna devam ediyor, göremeyenler ise yine ve yeniden Titanic gibi batıyor. Belli ki futbol yönetimi konusunda yerli ve milli doğrularımız evrensel futbol doğruları ile bağdaşmıyor.
Özetle, çarpık sistem değişmeden teknik direktörlerin ve hatta başkanların değişmesi ülke futbolunda büyük fark yaratmaz.
TFF Başkanlığı temsil yerinden önce icraat makamıdır. Adı üzerinde başkan dahil ilk 7 TFF üyesine ‘icra kurulu üyeleri’ denilir. Yani TFF Başkanı’nın fiilen Türk futbolunu yönetmesi gerekir. Yönetmek için spor politikaları üretmeniz gerekir. Spor politikası zaman ayırmadan, ilgisiz ve bilgisiz şekilde üretilemez. Bu bağlamda başkanın ve icra kurulunun zamanlarını çoğunu futbola vermesi gerekir! Hatta Anadolu’nun en ücra köşelerine bile giderek futbolun sorunlarını yerinde görmesi, incelemesi, işin emekçileriyle toplantılar yapması ve çözüm önerileri üretmesi gerekir. Lüks otellerde senede bir kere düzenlenen bir kokteylde 2 dakika ayaküstü konuşarak alt liglerin ve futbol paydaşlarının sorunlarını anlayamazsınız. Anlamadığınız şeyi de asla çözemezsiniz.
Kısacası kolları sıvayacaksınız ve işin içine gireceksiniz. Futbol paydaşlarının dertleri ile dertleneceksiniz, sorunları ile hemhal olacaksınız.
TFF Başkanımız 71 yaşında dolar milyarderi başarılı bir iş adamı. Türkiye’de ve Dünya’da birçok inşaat projesi var. Bunca işin yoğunluğu arasında sizce Türk futboluna ne kadar zaman ayırabilir? Devlet ile birçok ticari iş ilişkisi varken TFF başkanı ne kadar özerk olabilir? Devleti yönetenlerin onayı olmadan ne kadar radikal kararlar alabilir?
Birinci ve ikinci başkan vekilleri Türkiye’nin en zengin iş adamları. Lüks ve rahatlık içinde yaşayan bu kişiler Türk futbol emekçilerinin dertlerini ne kadar yakından takip edebilir? 3. Lig veya amatör liglerdeki saha ve tesis sorunlarını çözmek için önce o liglerde karda-kışta, yağmurda maç izlemeli, antrenman tesislerini ziyaret etmelisiniz. Yoksa Riva’daki lüks tesislerden davulun sesi her zaman hoş gelir.
TFF yönetimindeki diğer kişilere baktığımızda da durum pek iç açıcı değil. Senelerdir bir şekilde kulüplerin veya siyasi çevrelerin lobileri sayesinde benzer veya aynı kişilerin dönüp dolaştığını görüyoruz. Madem çok iyiydiniz neden gittiniz, madem kötüydünüz neden tekrar geldiniz?
Bu arada TFF bünyesinde çok değerli profesyonel çalışanların olduğunun farkındayım. Her şeyi yönetim kurulu üyelerinden beklemek modern yönetim biliminde yersiz olur ancak düzensiz düzen bu profesyonelleri de adeta birer memura çeviriyor. İnisiyatif almaktan, arı kovanına çomak sokmaktan, yeni projeler ve fikirler üretmekten çekiniyorlar. Verilen rutin görevlerin dışında ek hiçbir sorumluluk almıyorlar. Sorunları yönetmiyorlar, idare ediyorlar. Geliştirmiyorlar, geçiştiriyorlar. TFF Başkanı’nın bu tür yönetimsel devrimlerin öncüsü olacak liderliği göstermesi gerekir. Aynı durum kulüpler için de geçerli. Koskoca Süper Lig kulüplerinde bile neredeyse başkana sorulmadan top bile alınamıyor.
Hep eleştirmeyelim. Güzel gelişmeler de olmadı değil. Mesela Hamit Altıntop’un TFF yönetimine girmesi gibi. Hamit Altıntop TFF için çok önemli bir kazanım. Bilgi ve tecrübesiyle o görevi sonuna kadar hak eden bir isim. Ancak yukarıda bahsettiğim sistemsiz sistemin ürettiği yetkisiz yetkililerden biri olmaya zorlanıyor. Basit bir örnek vereyim. Euro 2021 maçlarını yerinde seyrettim. Hamit Altıntop’a sahada aktif görev verilmedi. Roma’daki maça 1 gün önce geldi, maçtan 1 gün sonra İstanbul’a döndü. Veya döndürüldü. Kampta A Milli Takımımızdan sorumlu yönetim kurulu üyesi ise 80 yaşındaki Selim Bey oldu. Yaşına ve geçmiş tecrübelerine tabii ki hürmet etmeliyiz ancak milli takımımızda 21-22 yaşında birçok oyuncu var. Neredeyse hepsi Z kuşağı. Çoğu gurbetçi, Almancaları Türkçelerinden daha iyi. Dünya görüşleri, yaşayış biçimleri, davranışları 1960’lara göre tamamen farklı. Bu genç oyuncuların kampta bir derdi, bir sıkıntısı, bir ihtiyacı olsa 80 yaşındaki Selim Bey ile mi daha iyi iletişim kurarlar, yoksa aralarında sadece 10-12 yaş farkı olan daha 7-8 sene öncesine kadar Real Madrid, Bayern gibi dev takımlarda oynamış, milli takımı ve futbolu nispeten yeni bırakmış, Almanya’da yetişmiş Hamit Altıntop ile mi daha iyi iletişim kurar?
Gurbetçi oyunculardan bahsetmişken konuyu yazının başlığı ile bağlayarak bitirelim. Milli takım kadrosunda Avrupa’da yetişmiş 9 oyuncu var. Bu gençlerimiz benim kadar, herkes kadar millidir ve Türk’tür. Milli takım formasını sonuna kadar hak ediyorlar. Onların hepsine teşekkür etmemiz gerekir. Ancak Almanya’nın, Hollanda’nın, Fransa’nın yetiştirdiği, geliştirdiği, eğittiği bizim ise ithal ettiğimiz oyunculardır. Türkiye’nin tek yaptığı hazıra konmak.
Artık en azından Türkiye’deki akademi (altyapı) sorununu çözelim ve yetenekli Türk gençlerini hak ettiği şekilde yetiştirelim. Milli takımın başarısızlığından kim sorumlu veya değil tartışabiliriz ancak gereken fırsatı ve eğitimi sunamadığımız için potansiyelini ortaya çıkaramayan, yeteneğini geliştiremeyen, hayallerine ulaşamayan her Türk gencinden hepimiz sorumluyuz!
Çok iyi yazmış.