Duygusal insanlarız vesselam… Birçok toplumsal meseleye duygusal yaklaşıyoruz.
Bazı konularda bu özelliğimiz hoş görülebilir ancak sorunlar geleceğimizi tehdit edecek boyuta evirildiğinde artık duyguları bir kenara bırakıp, aklımızı devreye sokmamız gerekir. Mantıktan, bilimden ve matematikten uzaklaşan devlet aklı önce kendi vatandaşlarına sonra da kendisine zarar verecek kararlar alır…
Bugün biraz iktisattan bahsedelim… Basit bir dille, tane tane anlatacağım.
İktisattın birinci kuralı şöyle der: Kaynaklar kısıtlıdır…
İkinci kural da şunu der: Halkın refah seviyesi ülkedeki sınırlı ve belirli kaynaklarla kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmesine bağlıdır.
Türkiye’nin kaynakları bellidir. Bakmayın siz ‘‘Dünya’nın bizi kıskandığı’’ iddialarına… Dünya’da kimin kimi kıskandığı sadece uluslararası endekslere bakarak anlaşılır. Mesela; Dünya’nın en zengin 8 ülkesi G8’de var mıyız? Yokuz! Dünya’nın en güçlü 10 ekonomisinde var mıyız? Yokuz! En yüksek kişi başına düşen milli gelir sıralamasında Dünya’da 78. ülkeyiz. Dünya Refah Endeksinde 96. sıradayız! Kim bizi kıskanıyor bilmiyorum ama belki biz önümüzdeki 95 ülkeyi kıskanabiliriz… Daha birçok endeks sayabilirim ama uzatmayacağım; demek istediğim bu işin ‘‘sencesi, bencesi’’ olmaz. Verilere baktığımızda çok açık ve net görülüyor ki; biz dünya ölçeğinde zengin bir ülke değiliz. Dolayısıyla kısıtlı kaynaklarımızı dışarıdan parayla alarak arttırabilecek bir lükse de sahip değiliz.
Nüfusumuz belli. Yaşayabileceğimiz ev sayısı belli… Ektiğimiz tarla, bahçe, tarım arazisi belli… Hayvanımız belli… Ürettiğimiz meyve, sebze, tahıl belli... Üretim ve lojistik kapasitemiz belli… Su, elektrik, enerji kapasitemiz belli… Hâl böyle olunca kaldırabileceğimiz insan nüfusu da belli!
Kendi kendisine zar-zor yeten bir ülke ümmetçilik adı altında yaklaşık 10.000.000 düzensiz göçmeni ve mülteciyi kabul ederse ne olur? İktisadi kriz olur… İktisadi kriz olursa ne olur? Ekonomi kötüleşir… Ekonomi kötüleşirse ne olur? Kendi insanımız fakirleşir… Ekonomik krizi ve fakirliği sadece düzensiz göçe bağlamak haksızlık ve insafsızlık olur. Pek tabii ki ülkede uygulanan ekonomi politikaları bu krizin ana nedenidir ancak düzensiz göç bu krizin daha da derinleşmesine neden olur. Şöyle açıklamaya çalışayım.
Kendi vatandaşımız ya kendi ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma gelir ya da çok daha pahalıya karşılamak zorunda kalır (çünkü onun kolayca sahip olması gereken ürüne, eşyaya + 10.000.000 yeni müşteri daha sahip olmak isteyecektir ve piyasa yükselir)
Ya iş bulamaz ya da çok daha az maaşa çalışmak zorunda kalır (çünkü onun kolayca girebileceği işe çok daha az maaşla çalışmaya razı +10.000.000 yeni işgücü başvurabilir).
Ya kiralık ev bulamaz ya da daha pahalıya ev kiralamak zorunda kalır (çünkü onun kolayca kiralayabileceği eve +10.000.000 yeni insan taşınmak isteyecektir ve bu kiraları arttırır).
Günlük yaşantısında daha önce yaşamadığı sıkıntıları yaşamaya başlar (Mesela; taksi bekler bulamaz, metroya biner oturamaz, otobüs gelir izdihamdan kendisi binemez, çünkü onun kolayca faydalanabileceği ulaşım hizmetinden artık +10.000.000 yeni insan da faydalanmaya başlar).
Elektriği, suyu, doğalgazı daha pahalıya almaya başlar (çünkü kısıtlı arza fazla talep gelirse fiyat artar).
Güvenlik sorunları baş göstermeye başlar (Çünkü +10.000.000 yeni insan arasında iyi, düzgün insanlar olabileceği gibi kötü, yaramaz ve zararlı insanlar da olacaktır).
Döviz açığımız artar. Milyonlarca düzensiz göçmen Türkiye’de çalışıp, Türkiye’de kazandığı parayı dolara çevirip kendi ülkesine döviz olarak gönderir. Bu aslında ülkemizden başka ülkelere giden büyük bir servet transferi değil de nedir?
Bu ve benzeri nedenlerden dolayı ümmetçilik adı altında hoş görülen düzensiz göç Türkiye’de iktisadi açıdan sürdürülebilir bir politika asla değildir. Peki geçmişte Osmanlı İmparatorluğu bir süre de olsa bunu nasıl başarmıştı? Bu politikayı devasa bir coğrafyaya yayarak başarmıştı (Orta-Doğu, Kuzey Afrika, Asya…). Peki biz bugün oraların zenginliklerinden faydalanıyor muyuz? Hayır! Oralardan vergi topluyor muyuz? Hayır. Oralarla serbest ticaret yapıyor muyuz? Hayır! Oraların ürettiği imkânları kullanabiliyor muyuz? Hayır!
Kısıtlı kaynaklara sahip Anadolu topraklarından Türkiye’nin tüm ümmete, tüm mazlumlara, tüm muhacirlere, tüm ihtiyaç sahiplerine bakması, onları koruması ve kollaması maddi, fiziki ve iktisadi açıdan mümkün değildir! Bu ütopyada ısrar edersek er ya da geç Türk milleti zarar görür, Türk kendi yurdunda ikinci sınıf bir hayat yaşamaya mahkûm olur…
Peki bu işin insani boyutunu ne yapacağız? Biz bu işin diyetini son 10 senede ödedik. Üstümüze düşen sorumluluğu fazlasıyla yerine getirdik. Bu anlamda ne insanlığa, ne de ümmete ödenmemiş bir borcumuz olduğunu sanmıyorum. İnsani boyut bahanesiyle daha çok mülteciyi daha uzun yıllar bakmamız istenirse o zaman Türk’ün çıkıp şunu deme hakkı doğar! Onlar insan da biz neyiz? Benim kendi insan haklarım yok mu? Benim kendi güvenlik ve yaşam endişeleri önemli değil mi? Bana niye kimse insani boyutta yaklaşmıyor?
Ayrıca bu insani yardımın sınırları nerede bitecek? Bir limit, bir sınır varsa söyleyin bilelim ki ona göre sabredelim. Örneğin; Sn. Bakan ‘‘Suriyeliler bizim kardeşimiz onları yalnız bırakamayız’’ dedi. Tamam kabul ettik… Haydi onların özelinde sabredelim…
Peki Afganlar kardeşimiz mi? Pakistanlılar kardeşimiz mi? Peki ya Ürdünlüler? Sudanlılar? Daha sayayım mı? Bir yerden değil ki; her yerden ülkemize düzensiz kaçak göçmen girişi oluyor…
Kimler kardeşimiz? Kimler değil? Buna kim karar verecek? Mesela Afganistan’ın nüfusu 35 milyon. Bunların kaçı kardeşimiz? Kaçı ülkemize gelirse kabul edilecek? Kimlerin alıp, kimleri almayacağız? Kaçıncı kardeşimizden sonra ‘‘hop siz artık bizim kardeşimiz değilsiniz’’ diyebiliriz? Nerede duracağız? Kimlerin savaştan kaçma hakkı var, kimlerin yok? Afganlıyı gören Pakistanlı da gelmek isterse onlara ne diyeceğiz? Pakistan’ın nüfusu 215 milyon! 215 milyonun kaçı din kardeşimiz? Hadi indirim yapalım; %10’u kardeşimiz olsun. Ülkemize 21 milyon yeni kardeş mi dahil edeceğiz? Yoksa ‘‘Bu kadarı fazla’’ deyip duracak mıyız? Hani biz her zaman mazlumun yanındaydık? Hani ümmetin lideriydik? Sınırdan içeri alınmayan Pakistanlı ‘‘Ey Ensar kardeşim! Afgan’ın, Suriyelinin yaşam hakkı var da, benim yok mu?’’ derse ne cevap vereceğiz? Ya yan komşuları Hindistan? Hindistan’ın nüfusu 1 milyarın üzerinde. Tekrar edeyim, 1 Milyar! Ya Afrika’nın mazlum halkları ve ülkeleri ne olacak? Ensarlık nerede başlıyor, nerede bitiyor?
Anlatmak istediğim; biz vatandaşlar duygusal yaklaşabiliriz, üzülebiliriz ancak devletimizin bu tür konulara artık sadece mantık, akıl ve izan çerçevesinde yaklaşması gerekir. Türk halkı sebebi olmadığı sorunların bedelini daha fazla ödemek zorunda değildir. Karşı karşıya kaldığımız bu durumun artık Ensar - Muhacir kardeşliğinden öte ‘‘sessiz bir işgale, açık bir istilaya’’ dönüştüğünü görmemiz ve acilen akılcı önlemler almamız gerekir.
Seçimi kim kazanırsa kazansın göreve gelecek yeni kabineden ve Sn. Cumhurbaşkanı’ndan Türk milliyetçilerinin öncelikli ve en önemli isteği; düzensiz göç ve mülteci sorununu Türk milletinin lehine olacak şekilde acilen çözmesidir.
Atatürk'ün bu konuda verdiği kesin talimatlar var. Onlara uyulacak. O bunların hepsini derinlemesine düşünüp bir yargıya varmış. Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Kestirmeden söylemek gerekirse tüm konularda Atatürk'e dönmeliyiz, yoksa bu devleti de batıracağız.!!
Hatta firsat buldukca saygıszlik nankörlük yapiyorlar Onlarin bazilari da avruyaya gitmelerine izin verilmedigi icin öfke duyuyorlar Akp hükümetinin imzaladigi geri kabul anlaşmasi da insan haklarinada aykiridir
Çok doğru tespitler; haklı. Yeter artık biz tükendik.