Avrupa Süper Ligi’nin kurulacağı haberi futbol sektöründe çalışanlar için malumun ilanıdır. Uzun süredir üzerine düşünülen, tartışılan ve planlanan bir konuydu. Dün açıklanan bu karar kurucu 15 kulübün gizli-saklı yürütüp birden açıkladıkları bir karar değil.
2018 senesinde Madrid’de katıldığım Dünya Futbol Zirvesi (WFS) etkinliğinde bile Juventus Başkanı Andrea Agnelli isim vermeden bu planlarından açıkça bahsetmişti.
Bu noktada futbolseverlerin bir taraf tutmasının yersiz olduğunu düşünüyorum.
İşin özünde bu bir güç ve para savaşıdır. Tekelleşmiş kontrol gücünü kaybetmek istemeyen yerleşik düzen ile gücü eline geçirmek isteyen kulüp sahiplerinin bir kavgasıdır. Bu kavgada kötü veya iyi taraf yoktur. Sadece futbolu yönetenler arasında bir güç mücadelesine şahit oluyoruz.
NBA’deki lokavt benzeri bir uygulama ile futbol durmadığı sürece bu kavganın sonucunda karar ne olursa olsun kazanan her zaman seyirciler olacaktır. Rekabet kaliteyi artırır.
Şimdi taraf tutmadan ortaya konulan argümanlarını analiz edelim.
Avrupa Süper Ligi kararının arka planında neler yatıyor?
Bu değişim talebinin altında kulüplerin ekonomik kazanımlarını artırma isteği yatıyor.
Ancak burada önemli bir detay var. Konuya sadece ‘‘aç gözlü paracı kulüpler’’ şeklinde yaklaşırsak çok yüzeysel bakmış oluruz. Bu kulüpler UEFA’nın sunduğu mevcut sistemde zaten en çok parayı kazanan kulüpler. Dolayısıyla bu 15 kurucu kulübün amacı sadece ‘‘pastadan en büyük payı almak’’ değil. Onu zaten yapıyorlar. Esas amaçları pastayı büyütmek. Pastanın büyümesi için de yapısal bir reforma gidilmesi gerektiğine inanıyorlar. Tabiri caizse UEFA tarafından onlara biçilen elbise artık dar geliyor.
Kurucu 15 kulübün mevcut sistemde beğenmediği nedir?
Rekabetçi dengenin yeterince sağlanmadığına inanıyorlar. Bir ligin değerini ve izlenilirliğini sonuçların önceden bilinememesi belirler. Tahmin edilebilirlik bir spor ligi için en kötü özelliktir. Böyle bir lig uzun vadede ilgi, para ve değer kaybeder.
Mevcut düzende Şampiyonlar Ligi’ne takımlar ‘eşit’ şartlarda katılsa bile sistem rekabetçi dengeyi sağlamıyor. Her sene yaklaşık 75 takım UEFA Şampiyonlar Ligi’ne katılmaya hak kazanıyor. Küçük ülkelerin takımları grup aşamasına gelemeden hemen elenip gidiyorlar.
Grup kuraları çekildiği ilk gün bile gruplardan çıkacak takımlar büyük oranda tahmin edilebiliyor.
Hatta sezon başlamadan 75 takım arasından çeyrek finale kalacak takımlar bile aşağı yukarı doğru tahmin edilebiliyoruz. Dolayısıyla lige katılan çoğu takım ‘figüran’ görevi görüyor.
Süper Lig’i savunan kulüpler milyonlarca Euro bonservis ve maaş ödediği futbolcuları en değerli ‘kaynakları’ olarak gördükleri için onları korumak istiyorlar. Deyim yerindeyse bu değerli kaynaklarını ‘çarçur etmek’ istemiyorlar. Örneğin Real Madrid’in Belarus Şampiyonu BATE Borisov’la maç yapmasını anlamsız buluyorlar. Juventus Başkanı Agnelli’nin deyimiyle bu tarz maçlar ‘50 yaş üzeri futbol romantikleri için güzel olsa bile Z kuşağı için ilgi çekmeyen maçlar’. Zaten Agnelli planlarını anlatırken ‘hep 20-30 sene sonrasını düşünerek adım atmalıyız’ diye belirtiyor.
Dolayısıyla Süper Lig’i savunan kulüpler, format gereği ‘formalite’ maçlar yapmak yerine her hafta kimin kimi yeneceğin belli olmayan dolayısıyla rekabetçi dengesi en üst seviyeye şekilmiş, daha büyük bir ekonomik değer yaratmış bir ‘Süper’ ligde mücadele etmeyi daha doğru buluyorlar.
Ayrıca yeni sistemin Süper Lig dışında kalacak takımların liglerine ‘ekonomik’ denge getirecek bir formül olduğuna inanıyorlar. Onlara göre 5 büyük ligin dışından Şampiyonlar Ligi’ne katılan takımların kazanacağı para ödülleri bu 15 takımı maddi olarak yakalamaları için yetersiz. Hem aralarındaki fark kapanması güç bir uçurum, hem de Şampiyonlar Lig’inden zaten en yüksek parayı bu kurucu kulüpler aldığı için fark giderek artıyor.
Dolayısıyla bu 15 takımın yarattığı devasa pastadan kırıntı almayı başaran diğer ülkelerin takımları esas kendi ulusal liglerinde rekabetçi dengeyi bozuyorlar. Yani Avrupa futbolunda rekabetçi maddi gelir dengesini bozan kendileri değil ama kendilerinin yarattığı pastadan faydalanan diğer ülke takımları. Örneğin bizim ülkemizden Şampiyonlar Ligi’ne katılan ve hiçbir başarı gösteremeyen bir takım bile yaklaşık 30 milyon Euro ek gelir elde edebiliyor. (Bütçesinin %50’sinden fazla) Bu ligimizdeki diğer takımlara karşı ‘haksız’ rekabet faktörü olarak görülebilir. Öte yandan bu 15 takım için UEFA’dan aldıkları gelir kendi bütçelerinin %10-15’ini geçmiyor.
Özetlemek gerekirse Avrupa Süper Ligi’nin 15 kurucusu;
Diğer takımlara şunu söylüyor:
Biz 15 takım ve siz diğer takımlar ayrı dünyaların insanlarıyız. Biz sizden ayrılalım ki siz kendi içinizde daha dengeli bir sistemde daha rekabetçi bir yarışa girin.
UEFA’ya şunu söylüyor:
Şampiyonlar Ligi Şampiyonu neredeyse hiç değişmeyen 15 takım arasından çıkıyor. Bunu belirlemek için bizi başka takımlarla muhatap etmeyin. Ayrıca bu turnuvayı değerli kılan, ilgi ve para çeken bizler ve sahip olduğumuz yıldız oyuncular. Dolayısıyla kendi aramızda maç yapmamız için UEFA dahil başka aracılara ihtiyacımız yok.
Çözüm olarak da şunu öneriyorlar:
15 kurucu + 5 konjonktüre uygun, ligimize değer katacak değişken takımlarla biz bu işi kendi kendimize yaparız.
UEFA’nın Tutumu
UEFA’nın bu girişime karşı çıkması anlaşılabilir bir tepki. Çok iyi biliyorlar ki bu 15 takım ve sahip oldukları futbol yıldızları kendi turnuvasından çekilirse kendi turnuvasının değeri ciddi şekilde düşer. Bütün büyük sponsorlar kurulacak bu yeni lige gider. Bu da UEFA’nın para ve güç kaybına uğramasına neden olur. Ben UEFA Başkanı olsaydım ben de karşı çıkardım. Çünkü hem kontrolümdeki bir gücü kaybetmek istemezdim hem de UEFA’nın 55 futbol federasyonuna karşı sorumluluğu var. Sadece 15 takımın çıkarlarını düşünmesi beklenemez. Yukarıdaki örnekten devam edersem UEFA için Real Madrid’in Bate Borisov’la maç yapması anlamlıdır.
Çözüm nedir?
UEFA geçen günlerde 2024’den itibaren yürürlüğe koyacağı turnuvaları tanıttı. Ondan bağımsız sadece fikirsel olarak birkaç çözüm önerisinde bulunabilirim.
Süper Lig oluşumundan şimdilik vazgeçilse bile bu tür talepler ve istekler gelecekte mutlaka tekrar gündeme gelecektir. Değişen futbol dünyasında profesyonel kulüp futbolu ‘spor’ sektöründen çok ‘eğlence-iş’ sektörünün bir parçasıdır ve bu işe milyonlarca Euro yatırım yapan ‘iş insanları’ bu devasa sektörün ‘spor federasyonları’ tarafından yönetilmesine izin vermeyecektir. Bu kişileri görmezden gelmek veya yönetimsel kararlara hiç karıştırmamak olmaz. Bunu savunmuyorum ama gerçekçi olduğum için yazmak zorundayım. Endüstri halini almış futbol sektöründe kural basittir: ‘Parayı veren düdüğü çalar.’
Bu pencereden baktığımızda bence UEFA iş ortağı olması ve belli başlı haklarını koruması şartıyla Avrupa Süper Ligi oluşumuna izin verebilir. Bu tabii ki UEFA’nın ana gelirlerini ciddi oranda düşürecektir ancak FIFA, UEFA gibi kuruluşların kar amacı gütmediğini hatırlatmak gerekir.
Bir diğer önemli nokta ise Süper Lig’e katılan kulüplerin kendi ülkelerindeki ulusal futbol liglerine katılmaması gerekir. Bu noktada UEFA’nın ‘Avrupa Ligi’ne katılan yerel liglere katılamaz’ kararını doğru buluyorum.
Çünkü hem yerel lig hem de Süper Lig’de oynayacak olan kulüpler kadroda rotasyona gitmek zorunda kalacak ve lig maçlarında yedekler veya U21 oyuncuları ile çıkacaktır. Bunları tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok. Zaten Süper Lig’den devasa gelirler elde edecek kulüplerin yerel ligde o gelirden yoksun kulüplerle yarışması savundukları ‘rekabetçi denge’ tezine karşı çıkmak olur.
Avrupa’daki ‘en iyi’ 20 takımı Süper Lig’e yollayan UEFA, Şampiyonlar Ligi’ni adına yakışır şekilde sadece 55 üye ülkenin şampiyonlarına açık şekilde tekrar dizayn edebilir. Bu Avrupa genelinde yerel liglerin değerini de artıracaktır.
Mevcut devam eden Avrupa Ligi ülke ikinci ve üçüncüleri için düzenlenen bir turnuva halini alabilir. Bu iki ligde sponsor ve yayın gelirleri pastası küçüleceği için katılımcılara yerel liglerdeki dengeyi bozmayacak daha dengeli bir gelir dağılımı yapılır.
UEFA’nın Süper Lig’den alacağı iş ortaklığı gelir payı da tüm yerel liglerin ve kulüplerin güçlendirilmesi için kullanılır. Zenginden alıp, ‘fakire’ vermek ancak böyle sağlanabilir. Böyle bir sistem kurulursa Avrupa ve Türkiye’deki ligler için daha üretken, daha dengeli ve rekabetçi olma şansı doğar. Bu noktada bazı okuyucular ‘‘diğer kulüpler 20 Süper Lig kulübüne ‘feeder’ kulüp olacak’’ şeklinde haklı bir eleştiri getirebilirler. Mümkündür ancak zaten günümüzde de durum pek farklı değildir. Ayrıca organizasyon yapısı, kaliteli kadrosu, maddi gücüyle kendisini değiştiren ve geliştiren kulüpler için her zaman 5 takımlık kontenjandan Avrupa Süper Ligi’ne katılma şansı vardır.
Sorunun çözülmesinde UEFA ve FIFA’nın uzlaşmacı tavır sergilemesi önemli rol oynayacaktır. ‘Oyuncuları milli takımlara almam’ gibi söylemler en çok kendi markaları Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası gibi turnuvalara zarar verir. Bu inatlaşmanın kimseye bir faydası olmaz.
Uyanık birkaç iş adamı çıkar zaten yasaklı bu yıldızlarla uluslararası milli turnuvalar düzenler ve halk onu seyreder. Özel sektör bu tür yasakların hemen alternatifini üretir.
Burada fark edilmesi gereken nokta şudur; kimse futbolu FIFA markası için veya sadece futbol oyunu için seyretmiyor. Öyle olsaydı, FIFA’nın Dünya Kupası markasından daha değerli olan IOC’un düzenlendiği Olimpiyat Oyunlarında futbol branşı en çok izlenen yarışma dalı olurdu. Kimse izlemez çünkü hiçbir yıldız oyuncu olimpiyat futbolunda oynamaz.
Bu oyunun değerli kılan ve kitlelere sevdiren en önemli aktörler yıldız oyunculardır. Yıldız oyuncuları ve onların takımlarını yasaklarla futbolun dışına atmak kalıcı ve uzun vadeli bir çözüme hizmet etmez.
Çok detayli; çok doyurucu bir değerlendirme olmuş; teşekkürler...
Mantıklı, tarafsız bir değerlendirme olmuş. Adamlar da haklı taraftar da.