2021-22 Futbol sezonu ara transfer dönemi resmen başladı.
Şimdiye kadar en çok yabancı transferi yapan takım ezeli rakipleri Fenerbahçe’ye 17 puan, Beşiktaş’a 15 puan, Galatasaray’a 23 puan fark atmış, zirvede rakipsiz kalan Trabzonspor….
Kulübün borcu 1,5 milyar TL.
Euro 15 TL.
Gelirler TL.
Karadeniz Bölgesi adeta bir futbolcu fabrikası.
Türkiye’nin en verimli futbol akademilerinden birisine sahipler...
Önceleri şampiyonluk yarışındaki rakiplerden kopmamak için transfer yapılırdı. Bu bahaneyle gençler hep arka plana atılırdı… Peki bugün?
Şampiyon olduklarında ‘‘Şampiyonlar Ligi’ne hazırlanmamız lazım’’ denilerek daha fazla transfer yapılacak…
Diğer 3 büyük takımımız kendi açılarından tarihin en kötü sezonunu geçirmelerine rağmen gençlere ilk 11’de yeterince şans vermiyorlar. Ligde kaybedecek hiçbir şeyleri kalmayan bu takımlarımız geriye kalan maçlarda gençlere şans verirlerse aslında çok şey kazanabileceklerinin farkında değiller.
‘Gençleştirme projesi’ diyerek sezon başında 20 Milyon EUR bonservis bedeli ödeyen takımımız var.
İddia ediyorum 3 büyüklerin başkanları taraftarlarının önüne çıkıp ‘‘borçlarımızı ödeyebilmemiz için en fazla 3 yabancı transfer yapacağız, geriye kalan 8 oyuncumuz akademimizden olacak’’ deselerdi ligdeki mevcut durumlarından daha kötü yerde olamazlardı! Ve taraftar da bu ‘gerçek’ projeye asla tepki göstermez, değişimi desteklerdi. Ama kimse denemiyor! Aynı nakarat devam ediyor.
Görüyoruz ki durum ve şartlar ne olursa olsun kulüplerimiz para harcamaktan, gençlere yönelmek yerine transfer kolaycılığına kaçmaktan, eski alışkanlıklarına devam etmekten vazgeçmeyecekler.
Bu özünde bir futbol felsefesi sorunudur. Bu bir zihniyet ve alışkanlık meselesidir.
Herkes Ajax gibi olmak istiyor ama kimse Ajax’ın Şampiyonlar Ligi maçında oynattığı genç futbolcu sayısına yerel lig maçlarında 20 puan gerideyken bile ulaşamıyor!
Kimse bana akademilerden ‘iyi oyuncu çıkmıyor’ demesin. Altyapıdan kendi kendine oyuncu çıkmaz, altyapıdan oyuncu çıkartılır ve oynatılır!
Ozan Kabak’ın mecburiyetten Galatasaray’da forma şansı bulduğunu ve profesyonel futbolculuk kariyerinde sadece 12 maç oynadıktan sonra Bundesliga’ya transfer olduğunu unutmayın…
Geçen sene Lung’un uzun dönem sakatlığı ve İsmail’in hastalığından dolayı mecburen kaleye geçen Doğan Alemdar’ın sadece 1 sezon oynayıp Fransa’ya gittiğini hatırlayın.
En güncel örnek, Emirhan. Ben iki senedir takip ediyordum. Kupa maçında eksiklerden dolayı zorunlu olarak oynatıldı ve yaptıkları ortada! Brezilyalı bir transfer olsaydı, medya organları saatlerce ‘bunu bulan scout/yönetici kim?’ diye övgüler düzecekti… Ama o hep oradaydı…
Birçok genç sayabilirim. Ya mecburiyetten oynayacaklar ya da ‘yetersiz’ denilerek unutulacaklar…
Bahanelere sığınmayalım. Hep derim; Topta toptan değişim şart!
Yoksa kulüplerin bankalarla yapılan ikinci borç yapılandırma anlaşmasına da uymayacakları aşikar. Sonuçları görmemiz için o günün gelmesini beklemeye gerek yok. Kulüplerimizin kendiliğinden finansal disipline kavuşacağına inananlar ve borçlarını ödeyeceklerini sananlar varsa lütfen artık daldıkları o rüyadan uyansınlar!
Çünkü Ankara’yı bir forma ile ziyaret ettiklerinde çözüm bulanacağından eminler.
Çünkü iflas etme korkuları yok,
Çünkü devletin kulüplere kayyum atamayı göze alamayacağını sanıyorlar.
Çünkü belediyelerin ve devletin bir şekilde kendilerine maddi destek sağlayacağını biliyorlar.
Ve bugüne kadar hep haklı çıktılar…
Son olarak gündemdeki ‘Yardımcı antrenörden teknik direktör olur mu?’ tartışmasına kısaca değinelim.
Evet, yardımcı antrenörlerden teknik direktör bal gibi olur. Başarılı örnekleri çok var. Hemen aklıma gelen Mourinho. Senelerce Bobby Robson’ın yanında birçok takımda yardımcı antrenör olarak çalışmıştı. Önemli olan kim, ne zaman ve nasıl? sorularıdır.
Ben size futbol piyasasının kurallarını anlatayım, sizler yukarıdaki soruların cevabını kendiniz verin.
Futbol piyasasında yardımcı antrenörlükten teknik direktörlüğe geçiş iki türlü olur.
Birincisi; Ünlü bir teknik direktörün yardımcısını menajerler talep oluşturmak için futbol piyasaya arz ederler. Arz edilen isme talep gelirse, o antrenör teknik direktör olarak yeni işine başlar ve manejeler hizmet ücretini alır. Tamamen yasal bir yöntemdir ama antrenörün ilk teknik direktörlük deneyimiyse riski bir tercihtir ve genelde çok verimli bir süreç olmaz. Çünkü antrenörlükten teknik direktörlüğe geçmek farklı rol ve sorumluluklara geçmek demektir. Buna alışmak zaman ve tecrübe ister. Portekiz’de danışmanlık verdiğim bir kulüpte biz bu hatayı yaptık. CV’si çok üst düzey olan bir yardımcı antrenörle teknik direktör olarak anlaşmıştık ancak beklediğimiz verimi alamadık.
İkinci yöntem ise ünlü bir teknik direktörün yanında belli bir tecrübe ve birikim edinen antrenörün kendi isteğiyle ayrılmasıdır. Daha alt kademelerdeki takımlara gider ve deyim yerindeyse birkaç sene alt kademelerde pişerek, rüştünü ispat ederek kariyer merdivenlerini hakkıyla, sindire sindire çıkar. Bu tür teknik direktörlerin başarılı olma şansı daha yüksektir.
Teknik direktörlerin kim olacağından çok kulüplerimizin ne olacağı sorusunu sormadıkça pek bir şey fark etmez, Türk futbolunda aynı nakaratlar devam eder.
Çok doğru tespitler. tebrikler.