Spor Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün resmi kayıtlarına göre Türkiye’de 2019 yılı itibariyle 15.828 spor kulübü var.
Yanlış anlaşılmasın. Sadece futbol, basketbol veya birtakım popüler sporlardan bahsetmiyorum. Eskrim sporundan tutun dağcılığa, karateden tutun masa tenisine kadar aklınıza gelen bütün dallardaki toplam spor kulübü sayımız bu kadar.
Salt sayı bir şey ifade etmeyebilir. Spor yönetiminde global ölçekte nerede olduğumuzu karşılaştırmalı spor politikalarına bakarak kolayca görebiliriz. Sporda hamaset işlemez. Veriler konuşur. Şimdi rakamlara bakalım ve birkaç örnek verelim.
Fransa’da toplam 165.000 spor kulübü var. Sadece futbol kulübü sayısı 18.000. Yani Fransa’da ülkemizdeki toplam spor kulübü sayısından daha fazla futbol kulübü var. Futbol gelişiminin temeli işte burada, amatör spor kulüplerinde yatıyor. Önceki yazılarımda bu konulara sıklıkla değindiğim için hızlıca geçiyorum.
İngiltere’de toplam spor kulübü sayısı yaklaşık 151.000 .
Almanya’da yaklaşık 91.000… Diğer alanları bilmem ama spor alanında bizi kıskanmadıkları kesin…
Sorunumuz sadece niceliksel değil. Aynı zamanda niteliksel eksikliğimiz de var.
Ülkemizdeki 15.000 kayıtlı spor kulübünün yarısından fazlası sadece futbol branşında faaliyet gösteriyor. Aslında bu kulüplerin adı spor, içi futbol. Bazen içi futbol bile değil! İçi boş!
İçi boş olmayanlar da üç-beş iş adamına, birkaç cambaz menajere ve bir düzine futbolcuya hizmet etmekten başka hiçbir toplumsal fayda sağlamıyor. Futbolun saha dışı unsurlarını ve çarpık sistemi önceki yazılarımda defalarca ele aldığım için burayı da hızlıca geçiyorum.
Ülke sporunun gelişimi bilinçli bir spor politikasına ve stratejik planlamaya ihtiyaç duyar. Her il ve ilçede işlevsiz ve gereksiz futbol kulüpleri kurarak, protokol tribününde oturarak spor gelişimi sağlanamaz.
Ülkemizde yapılması gereken uzun vadeli bir spor politikası oluşturmak ve stratejik hedefler belirmektir. Bu tür işler popülist gösterilere izin vermez. Zaman alır. O yüzden iktidarlar da pek uğraşmaz..
Ben yine de birkaç basit öneride bulunayım. Belki yetkili ve etkili birileri okur da memleketimizin spor gelişimine dolaylı da olsa faydamız dokunur.
Ülkelerin bilinçli spor politikaları olur. Spor politikası bakımından her yerde her sporun yapılması gerekli değildir. Bu yüzden eldeki kısıtlı kaynakları, enerjiyi ve zamanı doğru kullanarak spor yatırımları planlı bir şekilde hayata geçirilmelidir.
İl ve ilçelerin coğrafi, iklimsel ve kültürel özelliklerine göre spor kulüpleri yeniden yapılandırılmalı, gerekirse kanunlar ile bir düzene bağlanmalıdır. Yani, Erzurum’da ikinci bir futbol kulübüne gerek yok. Ancak rakımı oldukça yüksek, Palandöken gibi spora elverişli kaliteli dağları olan, yılın en az 4-5 ayını kar altından geçiren bir yerde Anadolu çocuklarının kayak sporunu, snowboard’u, kayakla atlamayı hatta buz hokeyini sevebileceği ve öğrenebileceği yeni kulüplere gerek var!
Amatör spor kulüpleri olmadan spor dalları zoraki geliştirilemez. Spor gelişimi üst yapıdan altyapıya inmez! Alttan, üste doğru çıkar. Alt kademeyi oluşturmadan, profesyonel seviyede başarı ve ilgi bekleyemezsiniz. Hal böyle olunca da, Erzurum’da yapılan Kış Üniversite Oyunları sonrası yapılan tesislerin harap ve bitik bir halde yıkılması şaşırtıcı olmaz.
Baktığımızda görüyoruz ki Avrupa Buz Hokeyi Şampiyonlar Ligi’nde 32 takım var. İsviçre, Almanya, Danimarka, Çekya, İsveç var. Türkiye yok…
Dünya snowboard şampiyonları arasında Kanada var, Avusturya var, Slovenya var ama Türkiye yok!
Kayakla atlamaya baktığımızda… neyse, bakmıyorum. Çok şey istediğimin farkındayım.
Karadeniz bölgesinden Akdeniz’e kadar vadilerin, kanyonların, akarsuların olduğu harika bölgelerimiz var. Buralarda Kano, rafting vb. spor kulüpleri kurulmalıdır. Olanlara destek verilmelidir.
Baktığımızda Avrupa kano şampiyonları arasında Slovakya var, Hırvatistan var, Yunanistan var ama Türkiye yok…
3 tarafı denizlerle çevrili bir ülke olduğumuzla övünürüz. Sahilleri müsait olan illerimizde dalga ve rüzgar durumuna göre yeni sörf, yelken, yüzme, dalış vb. su sporu kulüpleri kurulmalıdır. Olanlara destek verilmelidir.
Burada Rus turistleri jet-ski’ye bindiren sözde su sporları kulüplerinden bahsetmiyorum. Sporu sevdiren ve sporcu yetiştiren kulüplerden bahsediyorum. Bu anlamda Alaçatı güzel ve ender bir örnekti.
Baktığımızda Dünya Sörf Slalom Şampiyonlarında İtalya var, Hollanda var, İngiltere var ama Türkiye yok…
Yüzmeye bakmaya yüzümüz bile yok. 100 seneyi aşkın Olimpiyatlar tarihinde 1 tane bile madalyamız yok. Ama üç tarafımız denizlerle çevrili. Övünmeye devam!
Türkiye’nin en dağlık ve ortalama yükseltisi en fazla olan bölgesi Doğu Anadolu Bölgesi. Bölgede Yalnızçam, Allahu Ekber, Kop ve Çimen, Karasu, Aras, Nemrut, Süphan, Ağrı, Tendürek dağları var. Güneydoğu’da Toroslar uzanıyor. Hakkari’de bir futbol kulübüne daha gerek yok ancak dağcılık kulüplerine gerek var. Coğrafi şartlar gerekli ekipman, eğitim ve eğitimci ile desteklendiğinde Dünya’nın en iyi dağcılarının Doğu Anadolu bölgesinde yaşayan gençlerimiz arasından çıkmaması için hiçbir sebep yok.
Sadece spor olarak yaklaşmayalım. Dünya’nın önde gelen turizm siteleri ve kitaplarındaki en iyi trekking yollarına hala Doğu Anadolu bölgemizden bir tane bile yer sokamadıysak, ülkemizi dünya amatör dağcılarının en çok ziyaret ettikleri bölgelerden birisi yapamadıysak bu yetkililerin ayıbıdır.
Türkiye gerçekten bir cennet. Bir spor cenneti… Kara, hava, su, kış, yaz… Hangi branşta, hangi alanda hangi sporu yapacaksanız yapın bu ülke size doğal olarak o imkanı veriyor.
Geriye ne kalıyor? Yönetim. Biraz daha açarsak, ihtiyacımız olan; Planlama, organizasyon, koordinasyon ve denetim. Bunu yaparsak dünyanın en güçlü spor ülkesi olabiliriz.
Bunu yapmak emek ve zaman ister. Kaliteli insan gücü ister. İşi ehline vermekten geçer. Bir bilene sormaktan geçer. Eş-dost, partili, yandaş ayrımı ile etkisiz kişileri yetkili, etkili kişileri yetkisiz yaparsanız spor politikalarınız inşaat ve bina yapmaktan öteye geçemez.
Tesisler tabii ki çok önemlidir ancak daha önemli olan spor kültürü oluşturmak, sporcu yetiştirmek ve yetişen sporcuların elde ettiği uluslar arası sportif başarılardır.
Son kez Olimpiyat karnemize bakalım.
124 senelik modern olimpiyatlar tarihinde ülke olarak sadece ve sadece 4 spor dalında altın madalya kazanmışız. Üzülerek tekrar edeyim: Dört! (Güreş, Tekvando, Halter, Judo) Sadece altın madalya sayısına bakarak muhteşem başarılarımızı manipüle ettiğimi düşünenler varsa, gümüş ve bronz madalyaları da ekleyelim. Tüm madalyaları dahil edersek olimpiyatlar tarihinde ülke olarak başarı kazandığımız spor branşı sayısı sadece 6.
Bu branşlarda da sürekli madalya aldığımız ve sürekli en iyiler arasında olduğumuz anlaşılmasın. Sporcularımızın üstün özverisi, yetenekleri ve çalışkanlığı sayesinde yakaladığımız başarılar.
Hesap ortada; 124 senelik olimpiyatlar tarihinde ülke olarak, altın, gümüş, bronz hepsi dahil katıldığımız bütün olimpiyatlarda aldığımız toplam madalya sayısı 91. Sadece tek bir olimpiyatda, yani sadece Rio 2016’da A.B.D’nin aldığı madalya sayısı 121.
Başka sözüm yok.