Uzun bir aradan sonra Türkiye Süper Lig’i tekrar başlayacak. Yaklaşık 2,5 ay futbolsuz kaldık. Ülkemizde 2,5 ay futbol maçı oynanmadı.
Belki de bir bakıma iyi oldu. Hakem ve taktik konuşulmadı, teknik direktörler değişmedi, transfer dedikodularına boğulmadık, kulüp yöneticileri birbirlerine girmedi, taraftarlar kavga etmedi…
Peki, futbolsuz hayatımızda ciddi anlamda ne değişti?
Bazı taraftarlar bu soruya ‘maçlar oynanmadığı için hafta sonu yapacak hiçbir şey bulamadık ve canımız çok sıkıldı’ diye cevap verebilirler.
Sıkıldığında insan sadece futbol maçı mı izler? Mesela, niçin daha önce okuyamadığın kitapları okumadın? Neden yeni bir hobiye başlamadın? Hobiyi geçtim, neden spor izlemek yerine spor yapmayı denemedin? Niçin bu süre içinde yeni bir dil öğrenmeye gayret etmedin?
Hiç birisi mi olmadı, tamam sen de haklısın evden çıkmak zordu... Peki neden daha önce izlemediğin dünya sinema klasiklerini izlemedin? Niçin doğayı, coğrafyayı, dünyayı tanımak için belgesellere göz atmadın? Neden dünya müzik tarihine damga vurmuş harika konserleri seyretmedin? Bu ve benzeri birçok soru sorabilirim. Bahanemiz de yok, 2020’de tüm bunlara ve daha fazlasına ulaşmak sadece bir ‘tık’ kadar kolay.
Kabul ediyorum ki hepsinin tadı aynı değil. 12 Haziran’da benim de yapacağım ilk şey TV karşısına geçip yeniden başlayan ligimizi seyretmek olacak. Bunda bir sıkıntı yok. Samimi futbol sevgisine inanıyor ve bazı kişiler için futbolun basit bir oyundan daha fazlası olduğu görüşüne katılıyorum. Takım tutkusuna, güçlü bağlara ve aidiyet duygusuna saygı duyuyorum.
Ancak burada anlatmak istediğim başka bir şey: Umarım bu süreç bize futbolsuz da yaşayabileceğimizi, kavga-dövüşe gerek olmadığını, küfür etmeden, kalp kırmadan bu oyunu seyredebileceğimizi öğretmiştir.
Hayranlık duyduğum Bill Shankly’nin o ünlü ifadesinin aksine futbol asla ‘bir ölüm-kalım meselesi’ değildir. Futbolsuz geçen 2,5 ay dilerim ki bize en azından bunu göstermiştir.
Peki, futbol önemsiz midir? Hayır! Buna en güzel cevabı bir röportajında Ancelotti vermişti. ‘Futbol hayatta daha az önemli olan şeylerin en önemlisidir’.
Her şeyi yerli yerine koyarsak ne üzüntülerimiz yıkıcı, ne de sevinçlerimiz gereksiz abartılı olur.
Buraya kadar mesajım taraftarlar içindi.
Bir de futbolumuzu yönetenlere vereceğim bir mesajım var.
2,5 ay hayat durdu! Hollywood filmlerini andıran bir hikayenin gerçekleşmiş halini yaşadık. Tüm dünyada futbol durdu. Bu durum muhtemelen tarihte ilk defa yaşandı. Futbol durunca tüm gelir kalemleriniz de durdu. Zaten sıkıntıda olan Türk futbol ekonomisi iyice bozuldu. Kulüp bütçeleri giderleri karşılayamaz duruma geldi. Ülke de Euro 7 liraya çıktı. Uzun bir süre de bu böyle gidecek gibi görülüyor. Dünya futbol piyasasının küçüleceğini görmek için kahin olmaya gerek yok.
Bu süreçte futbol federasyonu veya kulüpler birliği sadece futbol ekonomisini konuşmak ve alınacak radikal önlemleri kararlaştırmak için hangi ciddi çalışmayı yaptı? Bir araştırma grubu kuruldu mı? Raporlar hazırlandı mı? Hangi stratejik kararlar alındı? Muhabbetten öteye gitmeyen göstermelik birkaç fikir alışverişinden bahsetmiyorum! Hollywood filmlerinde bile göremeyeceğimiz sahnelerin gerçek olduğu bu radikal ‘yeni’ dünya düzeninde bile bir araya gelip, ortak ve kolektif radikal kararlar almayı beceremeyen bir futbol ligi ne zaman, hangi değişime imza atabilir ki?
Covid19 sonrası aslında Türk kulüpleri için inanılmaz bir fırsat oluştu. Tam da düzensiz düzenin yıkılması için bir imkan doğdu. Korkarım ki bizim payımıza düşen yine kaçan trene arkadan bakmak olacak… Aslında yapılacak şey çok basit ve belliydi. Masayı yıkmak! Yeni kartlar dağıtarak yeni bir masa kurmak… Yaşanan sessizliğe bakılırsa tren kaçtı, kaçıyor… Beyaz mendilleri ve arkadan dökeceğimiz suları hazır edin… Bu tür radikal değişiklikleri hem medyanın hem de taraftarın anlayışla karşılayacağı bir başka uygun dönem bir daha gelir mi bilmem…
Stratejik düşünme kolay değildir. Strateji özünde rakiplerinizin önüne geçebilmek için yetkinlik geliştirme çabasıdır. Biz de maalesef hem rakip tanımı yanlış ve çarpık hem de önüne geçme yerine arkamıza atma çabası var. Bu iki kavram çok farklıdır. Birisini arkanıza almanız sizin öne geçtiğinizi göstermez. Eğer yarışınız ‘kötü yönetilme yarışındaysa’ gerçekte olan sadece topluca seviye kaybetmektir. Stratejik öne geçme ortaya bir farklılık koyabilmekle mümkün olur.
Konuyu uzatmadan birkaç soru yazıp siz değerli okuyucularımın düşünmesi için bırakıyorum.
Türk futbolunun farkı nedir? Biraz daha kışkırtıcı olayım. Suudi Arabistan liginden farkımız ne? Birkaç yıldız oyuncu getirip ‘ülke tanıtımına fayda’ palavraları altında show mu yapmak? Paraysa para, tesis ise tesis mi? Yeni transferi özel jetle getirmek mi? 500.000 Euro’luk adamlara 2 milyon Euro ödemek mi? Bir farkımızı söyleyin…
Türk futbolunun operasyonel etkinliği nedir? Rekabet avantajı nedir? Rekabetteki trade-off planı nedir? Üretkenliği nedir? Dünya futbolunda ülke futbolumuzun stratejik konumlandırılması nasıl yapılmıştır? Dünya futbol pastasından aldığımız pay nedir? Ne olmalıdır? Nasıl olmalıdır?
Siz bu tür soruların kulüpler birliğinde tartışıldığını duydunuz mu? Bunların konuşulması için bir toplantı salonu içerisinde beraber olmak yetmez, zihinlerde birlik olmak gerekir. Olamazsanız gündeminiz hep aynı ve bellidir. Günlük olaylar… yayın ihalesi.. para paylaşımı… kısır tartışmalar… klasik hayatlar… çay… pasta.. kapanış. Kısacası, cilalı imaj devrine devam.
Bana sorarsanız potansiyel anlamında o kadar çok ve değerli farkımız var ki… Ancak potansiyeli performansa çevirmek kolay iş değildir. Bu değişim süreci emek, bilgi, beceri ve cesaret gerektirir. Kendi başına olmaz.
Bugün sahip olduğunuz potansiyeliniz, size yarın öne geçme garantisi vermez. Geçmişteki başarılarınız bugünle övünmenizi haklı kılmaz.
Avrupa’da finallere, kupalara bakmak varken hep önümüzdeki maçlara bakmaya devam ederiz.
Hal böyle olunca da gelecek dedikleri şey gelmeyecekler üzerine inşa edilir...
Gelmeyecek şeylerle insanları avutmak ve oyalamak kolaydır.
Hoş Geldin futbol!