Bu hafta futbol-siyaset ilişkisine değineceğiz. Futbol ve yolsuzluk dosyası siyasete dokunmadan tamamlanamaz. Bilgin Gökberk bir yazısında şöyle demişti: ‘Top medyası çok akıllıdır, hangi toplara girmeyeceğini iyi bilir’. Katılıyorum. Bu konuları medyada pek kimse yazmaz. İşine gelmez. Çünkü tıpkı futbolda olduğu gibi ‘özgür’ medyada da siyasetin etkisi fazladır.
Siyaset ve spor ilişkisi sadece bugünün sorunu değildir. Yalnızca içinde bulunduğumuz dönemi, tek bir partiyi hedef alırsak yanılırız. Bu sorun bugün olduğu gibi dün de vardı. Ülkemizde siyaset-spor (futbol) ilişkisi hep olmuştur. Bu son 50 senenin kronikleşmiş bir sorunudur. Entelektüel tartışmalar kişileri değil, fikirleri ve olguları ele alır. Futbol-siyaset ilişkisi bu yüzden herkesin tartışması gereken önemli bir konudur.
Şu soruyla başlamak yerinde olacaktır. Bir siyasetçi, belediye reisi, bir milletvekili veya bir bakan futbol ile neden ilgilenir? Düşünen beyinler için cevap aslında basittir: İşin kolayına kaçmak için! Şöyle açıklayayım. Toplumu yönlendirmede futbol oldukça etkin bir araçtır. Siyasetçiler futbol başarılarından kendilerine pay çıkartır ve futbol üzerinden halka ‘hizmet ediyor, çok çalışıyor, bak şehrimize destek oluyor’ izlenimi gönderir.
Bu aslında duygusal bir sömürüdür. Planlar yapıp, kafa patlatıp, emek verip spor ve doğa şehirleri kurmakla, uzun vadeli ve kalıcı spor politikaları üretmekle, sağlıklı ve sporcu nesiller yetiştirmekle kim neden uğraşsın ki? Ne gerek var? Şehrin takımına 3-5 iyi transfer yap, poz ver, bir üst-lige çıkart. Halkın parasını halkın bir kısmının 3-5 günlük mutluluğu için çarçur et ve bunun üzerinden oy kapmaya çalış. İşleyen kurnazlık budur. Halk bunu istediği ve buna kandığı sürece, bize laf düşmez. Hayrını görsünler.
Esas konumuza dönelim ve siyasetin müdahil olduğu futbol olaylarına bir göz atalım.
Futbol kulübünü yöneten başkan ve yöneticiler iktidar ile ‘papaz olmamak’ ve belediyenin kaynak ve imkânlarından mahrum kalmamak için genelde siyasi otoritenin müdahalelerine karşı koymakta zorlanırlar. Bu alt liglerde daha sık olur ancak Süper Lig’de bile mümkündür. Takımların teknik ve idari personelinin belirlenmesinden, kulübün seçilecek başkanına, yönetim kuruluna kadar siyasetin etkisi her alanda görülebilir.
Bu tür müdahalelerin iki farklı nedeni vardır. Birincisi maddi kazanç, ikincisi manevi kazançtır.
Maddi kazançtan kastım şudur: ‘Seni şu göreve getiririm ama sen de beni gör’. Bu kişisel bir maddi çıkar olabileceği gibi maddi kazanç her zaman siyasetçinin cebine giren para anlamı taşımaz. Farklı niyetler olabilir. Mesela, bazen kulüplerin milyonluk bütçeleri bir şehirde bir adayın seçim kazanması için de harcanabilir. Tam bir ‘Win-Win’ durumu!
Manevi rant ise daha yaygın bir yöntemdir. Manevi kazançtan kastım şudur: ‘Seni şu göreve getiririm ama sen de benim sözümden dışarı çıkmayacaksın’. Spor federasyonları ve çok büyük taraftar kitlelerine sahip takımlar genellikle bu tür manevi kazanımlar için kontrol altında tutulmaya çalışılır. Çünkü binlerce insanı stadyumda bir araya getirebilen, ekran başında milyonları toplayan kurum ve kuruluşlar kontrol altında tutulmalıdır. Televizyonda canlı yayınlanan bir maçta 45 bin kişinin açacağı bir eleştiri pankartı ‘iktidarın otoritesini ve gücünü’ sarsabilir. Milyonlarca taraftara sahip büyük bir kulübün başkanı asla iktidarı eleştirmemelidir. Hatta mümkün olan her mecrada iktidarı övmelidir. Bu işler şansa bırakılamaz. Futbolda ‘özerklik’ kabul edilemez.
Bu noktada bazen devletin futbol kulüplerini bilerek kendisine muhtaç bıraktığını düşünüyorum. Kulüpler devlet desteği olmadığı takdirde batma noktasına getirilir ki gerektiğinde siyasi erk futbolu ve yöneticilerini istediği yönde kullanabilsin. Belki de bizim çarpık ve yanlış dediğimiz düzen, bazıları için düzgün ve doğru düzendir!.. Bu çarpık düzen içinde siyasi erkin yaptığını da pek yanlış bulmuyorum. Devlet futbolun ana sponsoru olduğu sürece, siyaset futbolun hep içinde yer alacaktır. Çarpık sistem içinde bu hakkıdır. Milyonlarca lira vergi affedeceğim, gerektiğinde devlet bankaları eliyle milyonlarca Euro kredi vereceğim, borç bulacağım, TV yayın ihalesinden forma sponsoruna kadar ben ayarlayacağım. Tesisleri, statları ben yapacağım ama futbola karışmayacağım, öyle mi!? Adam haklı beyler, dağılın!..
Pratik birkaç örnek vereyim.
En klasik yöntem şehrin takımına teknik direktör ‘atama’ taktiğidir. Bu iş o kadar etik dışı bir hâl alır ki bazen takımın başında bir teknik direktör varken bile siyasiler kendi adamlarını takımın başına getirmek için ‘kuyu kazma’ çalışmalarına başlar.
Benzer şekilde bir de menajer atama taktiği de vardır. Etkili bir siyasetçi kulüp yöneticisini arayarak ‘çok sevdiğimiz, saydığımız bir menajer arkadaşımız var, sizinle görüşmek istiyor’ şeklinde referansta bulunabilir. Siyasete göbekten bağlı olan yöneticiler mecburen bu tarz menajerlerle görüşmek zorunda kalırlar. O menajer iş yapar ve komisyon alırsa, herhâlde referans gösterenlere de bir hediye verir.
Bir başka yöntem ise iş adamları üzerinde baskı oluşturmaktır. Kulüp yöneticisi ile işbirliği yapan etkili bir siyasetçi şehirdeki zengin iş adamlarını arar: ‘Kulübümüze destek olmanız lazım, sponsor olun’
Bu görünürde iyi niyetli bir ricadır. Ama zeki bir iş adamı için bu rica devletle çalışma ve ihale alma ‘yönergesidir’. Meraklı ve dikkatli gözler çok az taraftara sahip takımların bazen çok fazla sponsora sahip olabildiğini fark edecektir. Dünyanın en iyi spor pazarlaması uzmanları bile Türk usulü sponsorlukları açıklamakta zorlanır.
Siyasiler bazen arkalarına aldıkları güç ile alenen bir futbol kulübünün transferine bile karışabilir. Özellikle belediye destekli takımlarda bunun olma ihtimali fazladır. Ünlü bir belediye başkanı desteklediği takım için transfer pazarlığında devreye girebilir ve başka kulüp başkanını arayabilir. Benzer durumlarda dik duran, korkusuz ve dürüst futbol başkanlarına kendim bizzat şahit oldum. Ancak çoğu başkan ‘bu adamı kızdırmayalım, başımıza iş alırız’ diyerek futbolcusunu değerinin çok altında satmaya, kiralık vermeye veya dâhil olduğu bir transfer görüşmesinden çekilmeye razı olur. Siyaset eliyle etik olmayan haksız rekabet yaratılmış olur.
Bir de bu işin tam yolsuzluk boyutu vardır. Türkiye’de buna şahsen şahit olmadım ama futbol sektörünü ve dinamiklerini çok iyi bildiğim için bunun yapılmasının önünde hiçbir engel yoktur. Bu yönteme yurtdışında da sık sık başvurulur. Çin transferlerine biraz da bu gözle bakmak gerekir. Bu taktik şöyle işler: Ekonomik olarak zor durumdaki bir futbol kulübüne zengin bir iş adamı başkan olur. Kulübün kurtarıcısı olarak omuzlara alınır. Kendi cebinden para harcayarak transferleri yapar, takımın ‘iyiliği için’ kendi şahsi parasını harcar.
Düşünmeyen beyinler ‘Adama helal olsun, cebinden para harcıyor’ diyerek alkışlar. Kulübün kasasında para olmadığı için gerçekten de başkanın kendi parasını harcadığı doğrudur. Ancak işin arka planında olan şey basittir. Bu bir para aktarma operasyonudur. Alınan ihaleler, rantlar, vadedilen komisyonlar futbol kulübü paravanı kullanılarak gitmesi gereken yere kolayca gönderilir. Bir de bu paralar kulübe hibe değil de borç olarak harcanıyorsa, işte o zaman tam ‘golden-shot’. Arka fonda artık ‘Big in Japan’ şarkısı çalmaya başlayabilir.
Önceki yazılarımda kulüp yöneticilerinin ve menajerlerin taktiklerini yazmıştım. Okumanızı tavsiye ederim. Daha iyi anlarsınız. Üşengeç okuyucular için kısaca şöyle özetleyeyim. Farz edelim ki ben bir başkanım ve yaptığım diğer özel işlerimden dolayı bir siyasetçiye 200.000 Euro vermem gerekiyor. Bir futbolcu transfer ederim, o futbolcunun menajeri olarak da para vermem gereken kişinin işaret edeceği kişiye ödeme yaparım.
Her şey kayıt altında ve her şey yasal.
Hayırlı işler…
Tebrikler. Yazarın da dediği gibi herkes yazamaz bu konuları.