Futbol nedir?
Ne kadar basit bir soru!
Bu soru bize o kadar basit geldi ki üzerine hiç düşünme gereği hissetmedik. Ve işte tam da burada kaybettik.
Ülke futboluyla ilgili üzerinde durmamız gereken konuların başında futbol paradigmamız gelir. Yani futbola olan bakış açımız. Basitleştirerek sormam gerekirse; Futbol nedir? Futbol bizim için ne kadar önemli? Biz bir futbol ülkesi miyiz?
Bu soruların cevabı futbol-izler sayısının çokluğu ile değil, futbol-sever sayısının çokluğu ile ortaya çıkar. Spor yapmadan sporu sevemezsiniz. Sporu sevmeden de bir spor dalı olan futbolu sevemezsiniz. Haftasonu kötü bir stadyumda oynanan bir akademi maçına giderseniz stadyumda kaç kişiyi görebilirsiniz? Bu tabii ki bir zorunluluk değildir ancak gerçek bir futbolsever boş zamanında bunu severek ve isteyerek yapar. Önemli olan senelik 5 milyon Euro alan ve 1 sene sonra ülkeden çekip gidecek oyuncu için değil, futbol için maç izlemeye gitmektir. Aksi taktirde, futbolseverin az olduğı ‘bir ülkede’ düzenlenen U20 Dünya Kupası tarihin en az izlenen kupası olarak kayıtlara geçebilir! Normaldir.
İstediğiniz şeyi izlemekle, izlediğimiz şeyi istemek (sevmek) farklı bir şeydir. İstediğiniz şeyi izlemek amacıyla maça giderseniz, kendi takımınızın oyuncusuna bile küfür edebilirsiniz ancak izlediğin şeyi ister ve severseniz rakibe saygı duyar, rakibin yaptığı güzel bir hareketi bile alkışlayabilirsiniz. Çünkü özünde istenen şey ‘futboldur’ ve elde edilmiştir.
Peki biz bir spor dalı olan futbolu ne kadar seviyoruz? Devlet sporu (futbolu) sevdirmek için neler yapıyor? Gençlerimiz aktif spor yapıyor mu? Lisanslı kaç futbolcumuz var? Grassroots projelerimiz neler? Halı sahaya para vermek dışında gençlerin ve yetişkinlerin futbol oynayabilecek alanları var mı? Antrenör sayımız kaç? Çalışma şartları ve imkanları neler? İlk fırsatta elinde forma ile Ankara’ya giden futbol yöneticilerinin bu soruları da yetkili kişilere sormalarını tavsiye ediyorum.
Türk futbolunda tartışmamız gereken esas problemler ‘Scouting, akademiler, yabancı sayısı gibi konular değil. Bunlar elbette ki önemli konular ama esas ve hayati olan yönetimsel sorunların düzeltilmesini gerekli kılacak kalıcı sistemi ve çevreyi tartışmaktır. Böyle bir eko-sistemi nasıl oluşturabiliriz? Esas soru budur. İhtiyacımız olan çağdaş bir futbol sistemini ve bakış açısını oturtursak bahsi geçen diğer konular zaman içerisinde kendiliğinden (mecburen) düzeltilmek zorunda kalacaktır. Çünkü, doğru sistem düzelmeyeni kendisi yok edecektir. Yapmamız gereken bu sistemin, bu düzenin ne olduğunu tartışmaktır.
İşte tüm yazılarımın nihai amacı bazı ‘fikir ve ufuk açıcı’ öneriler sunup üzerinde düşünülmesini sağlamaktır. Bizim görevimiz bununla sınırlıdır. Uygulamaya geçip sonuç almak, yetkili koltuğunda oturanların elinde ve sorumluluğundadır.
Etkili bir futbol paradigmasının önemli bir parçası profesyonel futbol ile amatör futbolun ayrımının iyi yapılmış olmasıdır. Bu ikisinin ayrımına varmak yapacağınız her yatırımın ve emeğin karşılık bulup bulmamasıyla yakından alakalıdır.
Futbolu sevdirmek, oynatmak, yaygınlaştırmak ve ülkede sporcu yetiştirmek devletin asli görevidir. Profesyonel futbol takımlarının başarılı olması ise ayrı bir profesyonel iştir ve devletin ana görevi değildir. Profesyonel futbol kulübü devletin direkt ilgi alanına girmez.
Günümüzde spor ‘iş olsun’ diye yapılıyor. Profesyonel futbol da tamamen bir ‘iş’, bir ‘endüstri’ halini almıştır. Sadece İngiltere Premier Lig’in tek başına yarattığı ekonomik gelir 5 milyar Dolar civarındadır. Avrupa futbol ekonomisinin boyutu 30 milyar Dolar bandına dayanmıştır. Hâl böyle olunca bir iş kolu olan profesyonel spora aktif olarak karışmak devletin ve devleti yönetenlerin üzerine vazife değildir. Ülkemizde değişmesi gereken birinci düşünce budur! Buradaki sorun, kimin üzerine vazife olmayan işlere karışıp, kimin üzerine vazife olan işleri boşladığının farkına varılması meselesidir. Türkiye’de bu ayrım tam olarak yapılmadığı için profesyonel futbol kulüplerinin görev ve sorumlulukları devlete, devletin görev ve sorumlulukları da bazen futbol kulüplerine yüklenir. Ortaya tam bir arap-saçı futbol sistemi çıkar.
Özetle anlatmak istediğim şudur. Dünyanın modern futbol paradigması artık bellidir. Bu düşünce tarzına biran önce erişmezsek treni kaçıracağımız kesindir. Bu treni kaçıranlar modern futbol dünyasında ‘zillet içerisinde kalmaya mahkum olacaktır.’ Ve buradaki tren araç değil, amaçtır…
Yanlış anlamadıysam son cümlesi çok ince mesaj olmuş :)