Eski dilde bir hukuk kuralının doğru bir şekilde uygulanması gerektiğini ifade etmek için “usul esasa mukaddemdir” deyimi kullanılırdı. Yani günümüzdeki söylenişiyle “usul esastan önce gelir”. Bununla anlatılmak istenen şey hukuk kuralı uygulanırken önceden belli olan usule göre davranılmasıdır.
Bir Alman hukuk filozofu da “şekil keyfiliğin can düşmanı özgürlüğün ikiz kardeşidir” der. Bir hukuk düzeninin güvenilirliği hukuk sisteminde öngörülen usullere uyulup uyulmadığına göre belirlenir.
Bütün dünyayı saran Çin Virüsü salgını hemen bütün toplumsal kesimlerin günlük yaşamlarını etkiledi. Etkilemeye devam ediyor. Bu yazımızda konuyu üniversiteler ve üniversite öğrencileri boyutuyla irdeleyeceğiz.
YÖK 11 Mayıs günü salgın nedeniyle üniversitelerde sınavların yüz yüze yapılmayacağına karar verdi. Öncelikle kararın içeriğini doğru bulduğumu ifade etmeliyim. Fakat daha önce de üniversitelere dönük bir karar daha vardı ve bu kararda da salgın durumunu gözetmeleri tavsiye edilmişti. O halde yeni kararı nasıl anlamak gerekir?
Anayasanın 130. maddesi yükseköğretim kurumlarının “özerk” olduğundan açıkça söz eder. Buna karşılık anayasanın 131. maddesi yükseköğretim üst kuruluşları için bu ifadesi kullanmaz. Ancak “eğitim öğretim”in yükseköğretim üst kuruluşlarınca planlanması ve yönlendirilmesinden bahseder.
YÖK her ne kadar içerik açısından onaylanan bir karar vermiş olsa da üniversitelerin özerkliğini dikkate almamakla anayasal usul açısından tartışmalı bir tasarrufta bulunmuştur. Çünkü sınavların nasıl yapılması gerektiğine anayasal statüleri gereği üniversitelerin senatoları yetkilidir. Üniversiteler herhangi bir özerklik talebinde bulunmadıkları için bu ve benzeri uygulamalar olağanlaşmış durumdadır.
YÖK’ün kararının olası sakıncası şuradadır: Öğrencilerin başarı durumlarının uygulama sınavına bağlı olduğu hallerde nasıl bir çözüm üretilebilir? Sözel eğitim verilen bölümlerde sorun görece daha basittir. Ama diş hekimliği, tıp eğitimi gibi uygulamalı bölümlerde durum nasıl olacak? Üniversiteler bu noktada “özerk” bir karar nasıl alacaklar? Gerçekte anayasal olarak öngörülen usulün unutulmuş olmasının kural tartışmasını anlamsızlaştırdığı dahi düşünülebilir. Ancak konunun anayasal bouyutu açıkladığım gibidir.
Yine de üniversitelerin yapmaları gereken çok şey var. Ne yazık ki yaşanmakta olan salgın, öğrenciler arasındaki bir ekonomik eşitsizliğin çıplak bir şekilde su yüzüne çıkardı. Sanal ortamdaki sınavda bilgisayarı ve internet bağlantısı olmayan öğrenciler büyük bir mağduriyetle karşı karşıyalar.
Keşke devlet, öğrencilerden talep edenlere borçlandırarak da olsa bu eşitsizliği giderecek bir çözüm düşünebilseydi. Böyle bir çözüm ekonomik bakımdan zayıf üniversite öğrencileri için hakkaniyete uygun bir denge sağlardı.
Bugünlerde birçok üniversitedeki öğrenci ve öğrenci gruplarından sanal ortamda yapılan sınavlardaki yöntemler konusunda çok fazla yakınma mesajları alıyorum.
Bu anlamda Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencilerini özellikle anmak istiyorum. Öğrenciler kendilerine sanal ortamda yöneltilen test soruları için tanınan üç beş dakikanın sağlıklı bir cevap vermeye zaman bırakmamasından yakınıyor.
Üniversite yönetiminin kendilerini muhatap almayışından şikâyet ediyorlar. Oysa akademik kadrolar kaynakların serbestçe kullanılabildiği sınav tipine uygun sorularla adil bir çözüm geliştirebilmelidir.
Öğrencilerin evlerine dönmüş olmaları doğal olarak öğrenci kulüpleri gibi yönetimle diyalog kanallarını da etkisiz kılmış durumda. Oysa salgından herkes gibi ve hatta daha da fazla etkilenen öğrencilere daha uygun seçenekler sunulabilir.
Akademisyenlerin sahip oldukları bilimsel “özerkliği” bu şekilde öğrencilerin iki ayağını bir pabuca sokmak için kullanmaları ayrı bir sorun. Özerk olmak hakkaniyeti gözetmeye engel değildir. Üniversiteler bu konuya bile YÖK henüz el atmamışken bir çözüm üretme becerisi gösterebilmelidirler.