Türkiye’nin son yirmi yılda izlediği dış politikanın sonuçları Yunanistan ile yaşanmakta olan Doğu Akdeniz krizi ile daha görünür hale geldi.
Ak Parti kurulduğu dönemde milli görüş gömleğini çıkardığını ilan etmişti. Bu durum İslamcı siyaset eğiliminin demokratik hukuk devleti ile bir senteze varacağı beklentisi uyandırabilmişti. En azından bu açıklamayı iyi niyetle yorumlamak isteyen ve daha sonra dışlanan demokrat aydınlar böyle bir beklentiye girmişlerdi. Ama bunun bir yanılgı olduğu şimdi daha net görülebiliyor.
Bu yazıda ideolojik olarak değişmediği artık ayan beyan ortaya çıkan ve “İhvan” yani Müslüman Kardeşler ideolojisinin Türkiye’yi uluslararası alanda nasıl yalnızlaştırdığına ilişkin gözlemlerimi dile getirmeye çalışacağım. İktidarı elinde tutanların “İhvan” ideolojisi ile ters düşen bir beyanını tespit edebilmiş değilim. Bu nedenle böyle bir kabulden hareketle çözümlemede bulunmak yadırganmamalıdır.
Ak Parti iktidarında 2011’e kadar Türkiye, İslam dünyası için bir model gibi görülüyordu. Türkiye hem demokrasi hem de özgürlükler bakımından diktatörlüklerin egemen olduğu diğer İslam ülkelerinin halkları için bir başarı hikâyesi gibiydi. Ancak bütün bunların geçici bir yanılgı olduğu uluslararası alanda bile daha fazla hissedilmeye başlandı.
Türkiye devleti dış politikasını etik ilkelere dayalı ve mağdurlara destek veren bir anlayış olarak dile getirmekteydi. Bu yaklaşım mağdur ve zayıflarca takdir edilse de uluslararası ilişkilerin gerçekliği ile tam örtüşmüyor. Eğer öyle olsaydı uğruna gemileri yaktığımız Filistin bile Yunanistan ile yaşanan mavi vatan tartışmasında karşı tarafta saf tutmazdı.
Türkiye’nin dış politikasını etik ilkelere dayalı yürüttüğü görüşü de doğru değildir. Öyle olsaydı dört yıldan beri tarihte görülmemiş bir soykırıma tabi tutulan Uygurlar için Çin’e karşı bir çift sözü olurdu.
Gerçek şudur ki Türkiye son yirmi yıla yakın bir süredir dostunu ve düşmanını ideolojik bir gözlükle belirliyor. Ancak bu yaklaşım Türkiye’yi inanılmaz derecede yalnızlaştırmıştır. İslam ülkeleri içinde Azerbaycan dışında safını açıkça Türkiye yanında seçen başka biri yok! Katar gibi küçücük bir devlet bile daha gerçekçi dış politika izliyor ve İsrail veya benzeri devletlerle köprüleri atmamaya özen gösteriyor?
Türkiye’nin Suriye ve Mısır ile yürüttüğü soğuk ilişki biçimi tamamen ideolojik bir tercihtir. Türkiye’nin romantik bir aşkla desteklediği Müslüman Kardeşlerin bu ülkelerde iktidara gelme olasılığı mevcut dünya dengelerinde neredeyse imkansızdır. Türkiye’nin bu iki ülkeyle “küs” kalmaya devam etmesinin mantıklı bir açıklaması yapılamıyor.
Türkiye’nin askeri olarak doğrudan destek verdiği meşru Libya hükümeti de yakın zamanda safını değiştirecek gibi görünüyor. Çünkü uluslararası ilişkilerin gerçekliği bunu gerektiriyor. Yani “terk edilmek” karşısında avuntu cümlelerine yakında yine ihtiyacımız olabilir!
Yunanistan ile yaşanan mevcut siyasi krizde bütün Avrupa Birliği devletlerinin karşımızda saf tutmaları ve buna Arap devletlerinin de koro halinde katılmaları dış politikamızın ne denli akılcılıktan uzaklara savrulduğunu göstermektedir. Buna ABD’nin Güney Kıbrıs yönetimine olan silah ambargosunu da eklediğimizde değerli yalnızlığın müzminleşen bir yalnızlığa dönüştüğünü görmek zor değil.
Türkiye’nin Yunanistan karşısında öne sürdüğü tezler uluslararası hukuk bakımından tamamen haklı. Çünkü Türkiye 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesine ilk günden beri ısrarla muhalefet etti. Bu nedenle Yunanistan’ın kara sularını 12 mile çıkarması Türkiye açısından bağlayıcı değildir. Ancak izlenen irrasyonel ve ideolojik dış politika bu denli haklı olunan noktada bile uluslararası kamuoyuna derdimizi anlatamadığımızı gösteriyor.
Dış politikamızın karar vericilerinin tarihi olarak asla aynı saflarda bulunmadığımız Çin veya Rusya gibi devletlerden medet umacak öldürücü bir hayale kapılmamaları gerekir. Ayrıca dış politikayı iç kamuoyu malzemesi yapmaktan da kaçınılmalıdır.
Yunanistan karşısında kararlı bir duruş sergilemek gereklidir ve bu, şu anda mevcuttur. Ancak bunun sürdürülebilmesi bütün devletlere meydan okuyarak mümkün değildir!
Herkesi düşman ilan edip mevzi genişletmek akılcı değildir. Dış politika akıl işidir. Aklın yerine ideoloji geçerse öngörülemez maceralar ve hayal kırıklıkları yaşanabilir.
Türkiye Cumhuriyeti hiç bu kadar yalnızlaşmamıştı! Bu duruma makul çözümler bulunması, hem de bunun ivedi olarak yapılması zorunlu görünüyor. Kendi içimizde başkalarını suçlayarak değil şimdiye kadar yapılan hataları düzeltmeye dönük gerçek bir özeleştiri her zamankinden daha fazla gereklidir!
Tebrikler, Guzel ozetlemişsiniz Hocam