Cem Karaca’nın sevilen bir müzik parçası var “bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” diye. Aslında bu deyim öngörülemeyen olaylar ve süreçleri çok iyi ifade ediyor.
Bu söz dizimi, nasıl ortaya çıktığı fark edilmeyen ama nereye varacağı da kestirilemeyen süreçleri veciz bir şekilde dile getirmekte, aynı zamanda Türkçe’nin anlatım zenginliğini de çok güzel göstermektedir.
Fakat bu yazımızda dil veya edebiyat değil içinde yaşadığımız “alameti” dijitalleşmeyi daha doğrusu dijital dönüşüm devletler ve sıradan insanların hayatında neleri değiştireceğini irdelemeye çalışacağız.
Devletlerin toplumla ilgili iş ve işlemlerini sanal yani sayısal ortamda yürütmeye başlamaları kendi başına bir devrim olarak adlandırılmayı hak etse de bu yazıda sadece gelişen bu teknolojinin yurttaşlar için, sıradan insanlar için ne tür sonuçları olabileceğini irdelemek amacındayız.
Devletin sanal ortamda vatandaşlarının bütün kişisel verilerine ışık hızı ile hakim olması onları vatandaşlıktan tebaa seviyesine itebilir mi?
Gelinen noktada bireylerin devlet karşısında çaresiz kaldığına kanaat getirmek yeterince korkutucudur. Bu anlamda bir uygulama örneği olarak Çin’in 2020 yılında bütün ülkede uygulamaya koyduğu vatandaşlık sertifikası uygulaması bizi adeta bir bilim kurgu filmine götürüyor.
Çin sadece 1,5 milyar nüfusa sahip değil. Aynı zamanda 600 milyon da günün her saatinde kayıt yapan kamera sistemine sahip. Yani neredeyse dağlar, ormanlar bile sürekli bir kamera sistemiyle izlenip kaydediliyor.
Bütün Çin vatandaşları sanal ortamda depolanan verilere göre bir vatandaşlık sertifikasına sahip. Komünist partiye sadık davranmayan, etrafıyla tartışan, yöneticiler hakkında değerlendirme yapan veya borcunu geciktirenler zayıf sertifika notu almış oluyorlar. Böylece vatandaşlar iyi ve kötü şeklinde bir sınıflamaya tabi tutuluyor. Kötü vatandaşlık demek çocuğuna eğitim alamamak, şehirlerarası trenlere ve uçaklara binmekten yasaklanmak demek. Herkes her fırsatta devleti yönetenlere sadakatini göstermekle yükümlüdür.
Devletin bunca veriyi eş zamanlı toplayıp değerlendirmesi dijital teknolojiler sayesinde gerçekleşiyor. Yapay zekâ programları sayesinde kişilerin ziyaret ettiği sanal sayfalar, gönderdiği mesajlar takip edilerek, sosyal medyadaki davranışları her gün irdelenerek kötü vatandaşlar yeniden yeniden tespit ediliyor. Çin vatandaşı devlete taparcasına itaat ettiği oranda makbul sayılıyor. Kısaca sayısal teknoloji sadece özgürlük değil köleliği de pekiştirecek bir araç.
Türkiye’de de bazı yazar ve yorumcular bireysel özgürlüklerin artık önemini kaybedeceğini açıkça vurgularken demokrasinin de gözden düşeceğini ima ediyorlar. Bunlar arasında çok popüler yazarlar ve hatta gazete yöneticileri de var. Onların demokrasiye açıkça cephe alamamaları da “şimdilik” bir “takiyye” ve dönemsel bir çekingenlik gibi görünüyor.
Çin örneği üzerinden anlatmaya çalıştığımız yeni devlet yapısı her gün kasabadan bir insanı yiyen mitolojik ejderha hikâyesine benziyor. Thomas Hobbes’un kast ettiği “ölümlü Tanrı”nın yeni ve daha korkutucu şekliyle ile karşı karşıyayız. Üstelik bu yeni Tanrı modeli bizi hiçbir dönemde olmadığı kadar her açıdan dikizlemektedir.
Kim bilir belki de yaşadığımız ülkede bile yapay zekâdan yararlanarak iyi vatandaş- kötü vatandaş çetelesi tutuluyor olabilir!
Çözüm nedir?
Çözüm, dünya üzerinde yaşayan bütün insanların, insanlık onuru bilincine erişmesi ve sahip olduğumuz özgürlükleri içimizde uyandırılmaya çalışılan korkulara aldanıp elden bırakmamak.
Bunu yapabilmek için de ölümsüz Tanrı’nın insanlara bahşettiği “aklı” kullanmaktan korkmamak. Erdemi, ahlakı unutmadan ve özgürlüğümüzü terk etmeden, bize anlatılan masalları sorgulamak!
Ölümlü Tanrı, hakikaten korkutucu.