İzmir depremi ülkenin gündemini birdenbire değiştirdi.
Öncelikle hayatını kaybedenlere rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum.
Az sayıda bina yıkılmasına rağmen ciddi can kaybı yaşanması bir muhasebe yapmayı, öz eleştiri yapmayı zorunlu kılmaktadır.
Yaşanan deprem sonrası ortaya çıkan görünüm Pakistan, İran veya bir Afrika ülkesinden farklı değil. Bu sonucu "kader" deyip geçiştirmek, geçmişteki hataların devam edeceği anlamına gelir.
Asıl şaşırtıcı olan devlet yöneticilerinin ölüm ve yaralanma sayılarını olağan bir gelişme gibi geçiştirmeleri ve hiç üstlerine almamaları.
Oysa gelinen noktanın geçmişte uygulanan ilkel yönetim politikalarının bir sonucu olduğu açıktır. İmar affının “imar barışı” hüllesiyle sunulması, bunun devlete bir gelir kapısı sayılması, en son 2018’de bu uygulamanın popülizmini yapanların da geriye bakıp bir muhasebe yapması gerekir.
Ortalama beş yılda bir imar affına başvurulması kanuna saygıyı da bitirme etkisi yapmaktadır. Anayasanın yöneticilerce görmezden gelindiği, anayasa mahkemesi kararlarını uygulanmadığı, güvenliği sağlamaktan sorumlu olanın yargıya racon kesmesi, ülkede diğer kanunların da ciddi uygulanmadığını göstermiyor mu?
Halkımız deprem sonuçlarını öngörmek yerine siyasetçilerle giriştiği etik dışı menfaat ilişkisini sorgulamadıkça, beton binaların bizlere mezar olması gerçeği var olmaya devam edecektir. İmar kanunu ve yönetmeliğini kurnazca eğip bükmekle ancak kendimizi kandırdığımızı daha ne kadar tecrübe edeceğiz? Üstelik bu kandırılmayı her depremde yeniden fark ediyoruz.
Geri kalmış ülke siyaseti anlayışı yasaları çiğneyenler, yasa tanımaz fırsatçıların imar kurnazlığı hiçbir kazanım sağlamaz. Deprem gerçeği, aslında bu gibiler bir an için zengin olduğu yanılgısı edinse de aslında hiçbir şey kazanamadığını acı bir şekilde dayatır. Artık akılcı bir davranış içinde olmak gerekiyor.
Gelinen nokta Türk siyaset hayatında popülist politikaların fakirlik ve yoksulluk doğurduğunu görmemize vesile olmadıkça aynı kısır döngü devam edecektir. Ne yazık ki siyasal hayatımızda imar konusunda geri kalmış ülkeye özgü halka “rüşvet” ya da “sus payı” olarak kolaycılığına başvurmayan politikacı neredeyse yok!
Bütün bunları neden yaşıyoruz? Açıkçası siyasetçiler; bilime, bilgiye ve tecrübeye meydan okuyan cehalet ürünü yönetim anlayışını terk etmedikçe, bu acılar yaşanmaya devam edecektir. İktidar mimarlar odasından kendi uydusu bir yandaş oda üretmek yerine modern bir toplumda olması gereken estetik, mimari anlayış ve yapılanmayı gerçekleştirmeyi hedeflemelidir.
Mevcut durumun tekrar etmemesi için insana saygı, yurttaşları dost-düşman diye ayırmayan, estetik ve çevre duyarlılığına sahip entelektüel derinlik sahibi kadroların ülke yönetiminde ağırlık kazanması ile mümkün olabilir.
Doktoralı devlet adamlarının yönettiği ülkeler ile kendi durumumuzu sakin bir şekilde irdelemeliyiz! Artık gerçeği görelim.
Memlekette okumuşları aşağılayan, “cahilleri” daha makbul sayan bir yönetim anlayışı bu kısır döngüyü kıramaz!
???????? bir deprem ama konu yine yönetim kusurları