İlk yazılı anayasa 1787’de Amerika Birleşik Devletlerinde ortaya çıkmakla beraber anayasa düşüncesi binlerce yıldan beri bilinmektedir. Anayasayı kısaca toplumun bir arada huzur içinde yaşamasının temel kuralları olarak anlamak gerekir. Bu tanım esas alındığında konuyu Aristoteles’in ayrıntılarıyla irdelediği Atina anayasasına kadar götürmek gerekir. Gerçekte her toplum bir arada yaşamanın kurallarını genel olarak belirleme ihtiyacı duymuştur. İslam öncesi Türkler anayasadan Töreyi anlamaktaydı. Töreye aykırı davranan istemese de yaptırıma uğrar, iktidarı kaybederdi.
Türkiye’de 1980 askeri darbesinden itibaren siyaset çevreleri için yeni anayasa konusu cazip bir gündem değiştirme aracı olmuştur. Ancak yine siyaset çevrelerinin ve toplumsal zihniyetin bir türlü arınamadığı patolojiler nedeniyle anayasa tartışmalarının gündemde yer alsa da sonuç verici olmamıştır (Patolojiyi sehven kullanmadım). Temel sorun her toplumsal kesimin hukuk ve özgürlüklere sadece kendisinin kazanan olacağı bir maksatla yaklaşmalarıdır. Kısaca bu durumu diğergâmcılıktan (empatiden) yoksunluk olarak adlandırabiliriz.
Gelişmemiş toplumlar temel sorunları başkalarının ne kazanmaması gerektiği açısından yaklaşır. Bu bakış açısı aynı zamanda elindekini muhafaza edip karşısındakinin kazanımına da izin vermemek şeklinde somutlaşır. Böyle bir yapısal zihniyet toplumun her kesiminin nöbetleşe zalim ve mağdur olmasına yol açan bir kısırdöngü üretir. Zihin dünyamızdaki faşizmden kurtulamadığımız sürece bu yapısal sorun varlığını sürdürecektir. Türkiye’de yaşanan da böyle bir görünüm arz etmektedir.
Yeniden gündeme getirilen anayasa tartışmalarını doğru biçimde anlamak için biraz toplumsal hafızayı karıştırmak gerekir. Can alıcı soru şu olmalıdır: Türkiye’de hakkında özgürce tartışmaların yapıldığı ve halkın kendisini hiçbir baskı altında kalmadan tercihte bulunduğu bir örnek var mı?
1961 Anayasası referandum öncesinde mevcut askeri dikta ve onlarla aynı tarafta konumlanan CHP ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi anayasa lehine açıkça tavır almışlardır. Adalet partisi “komünist” suçlamasından korktuğu için kerhen de olsa anayasaya evet oyundan yana olduğu izlenimi vermek zorunda kalmıştır.
1961 Anayasası referandumunda hiçbir siyasi aktör açıkça anayasa taslağı aleyhine bir tavır takınamamıştır. Yine de yüze otuz sekiz oranındaki "hayır" oyu korkak siyasetçiler ve bütün imkanları seferber eden devlete rağmen toplumun ciddi kuşkularında ısrarcı olduğu ortaya çıkmıştır. Bununla beraber 1961 Anayasası referanduma sunulan yeni anayasa ve anayasa değişikliklerinde halkın yönlendirmelere karşı açık tavrını ortaya koyduğu tek örnek olarak kaldı. Çünkü bundan sonraki hiçbir oylama plebisitin ötesine geçemedi. Plebisit halkın onayına formalite yerini bulsun diye başvurulmasıdır.
1982 Anayasası'na ilişkin plebisitte hayır oyu pusulası zarfta fazlasıyla belli oluyordu. Çünkü evet pusulası beyaz iken hayır oyu kahverengiydi. Buna rağmen toplumun neredeyse yüzde sekizi afişe olmayı göze alarak hayır oyu kullanabilmiştir. Fazlası ve eksiğiyle tartışılması yasaklanan ve sadece “övgü” beklenen 1982 Anayasası Türk toplumunun temel siyasi sorunlarının kördüğüme dönüşmesinden başka bir işe yaramadı.
1982 Anayasasının özgürlük dostu olmayan yapısını onarmak için en değerli çabalar 1995 ve 2001 anayasa değişiklikleri parlamento içi uzlaşma ürünüydü ve çok değerliydi. Toplum ilk defa özgürlüğü keşfetme şansı buldu. Ancak özgürlüklere saygı ve hukukun üstünlüğü yönündeki bu rüzgâr askeri bürokrasinin ufuksuzluğu, Anayasa Mahkemesinin bir mahkeme gibi davranamaması ve giderek güçlenen faşist siyasal İslamcılık tarafından tersyüz edilecekti. 2007 Anayasa değişikliği demokratik hukuk devletine dayalı cumhuriyet için tahrif sürecini başlatan bir dönüm noktasıdır.
Geleneklere dayalı istikrarlı demokrasilerde anlaşmazlığa neden olan temel konularda halkın hakemliğine başvurulur. Ancak bunun mümkün olması için konu hakkında her türlü görüş ve düşüncenin özgürce dile getirilebilmesi gerekir. Anayasa mahkemesinin 367 sayısıyla ünlenen ve hiçbir hukuki yorum yöntemiyle açıklanamayan garabet kararı Cumhuriyeti halen devam eden derin bir rejim bunalımına savurmuştur.
2010 ve 2017 anayasa değişiklikleri bir referandum değil pelebisit ile kılıfına uydurulmuştur. Sadece tek taraflı lehe propaganda ile elde edilen şekli kanuniliğin hiçbir işe yaramadığı bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Günümüzde gelinen nokta belirli bir okul çevrelerinin taşıyıcısı olduğu faşist bir oligarşidir. Anayasa bağlayıcılığını kaybetmiştir. Yargı bağımsızlığı ortadan kalkmıştır.
Şimdi can alıcı soruyu sorma vaktidir: Yeni anayasa ile mevcut siyasal kaos aşılabilir mi? Toplumsal hafızamız bize yeni anayasanın aslında çoktan yazıldığını söylüyor. Farklı her görüşün vatan hainliğiyle yaftalandığı, onlarca gazetenin -okunmasa ve inandırıcı olmasa da-aynı manşetle çıktığı, televizyon kanallarının kadrolu iktidar yağcılarınca işgal edildiği otoriter bir siyasal atmosferden medet ummak akılcı değildir.
Yeni anayasa tartışmasından önce değiştirilmesi gereken çok şey vardır. Siyasi partiler kanunu Türkiye’de oligarşi kurulmasının ana sebeplerindendir. Ancak her siyasi parti olur da iktidara geçersem beklentisiyle bu konuyu tartışmaktan ısrarla kaçınmaktadır. Ismarlama listelerden seçilen milletvekilinin topluma hesap verme veya sorumluluk duyması beklenemez. Durum meşhur devenin boynunun eğriliğinden farklı değildir.
Son olarak yeni anayasa taslağı ciddiye bindiğinde iki husus mutlaka yer alacaktır. Anayasa mahkemesi yerine yüksek mahkeme adı altında Yargıtayın anayasallık denetimi yapması öngörülecektir. Elbette bu, anayasaya uygun bir rejim kurmak için değil anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğünü sulandırmak için yapılacaktır. Yeni anayasa taslağında milletvekillerinin konumu daha da zayıflatılacak ve bunun yanında çağdaş uluslararası sistemle uyumu amaçlayan 90. Maddenin son fıkrası -insan haklarına ilişkin sözleşmelerin doğrudan dikkate alınması- milli egemenlik bahanesiyle saf dışına itilecektir.
Türkiye yeni bir anayasayı özgür bir ortamda tartışmayı şimdiye kadar ne yazık ki başaramamıştır. Halen egemen olan siyasi atmosfer böyle bir şeyin hayal olduğunu bas bas bağırmaktadır. Böyle bir ortamda hazırlanacak yeni anayasanın anayasasız bir rejimi kalıcı hale getirmekten başka bir amaca hizmet etmesini temenni ediyorum.
Kaleminize ve yüreğinize sağlık hocam..