Toplum olarak okumaya önem verdiğimiz ortada.
Herkes çocuğunun üniversite öğreniminden yararlanmasını arzu ediyor. Bu anlaşılır bir şey. Ancak mevcut üniversite öğrencileri arasında bir araştırma yapıldığında; onların, gelecekle ilgili önemli endişelerinin olduğu gün gibi ortaya çıkıyor.
YÖK son yirmi yılda üniversitelerin öğrenci sayısını alabildiğine artırdı.
Bu aynı zamanda toplumun bir talebine cevap verme uğraşıydı. Üniversite eğitiminin bir de kamu yöneticileri açısından anlamına bakmalı.
Dört yıl veya daha fazla öğrencilik demek, bu süre boyunca işsizlik rakamlarına dâhil edilmemek, demektir.
Fakat üniversiteyi tamamlayanlar aslında diplomanın onlara iş bulmakta bir katkı sağlamadığını gördüklerinde büyük hayal kırıklığı yaşamaları kaçınılmaz oluyor.
Aslında karşı karşıya kalınan bu tablo Türkiye’nin ciddi bir eğitim ve bilim politikası olmamasından kaynaklanıyor.
Yöneticilerimiz gerçekçi çözümler yerine kısa dönemde hoşa gidecek popülist, eğitim ciddiyetiyle pek ilgisi olmayan kararları tercih ediyorlar.
Bu politika üniversite yönetimlerince de taklit ediliyor.
YÖK hiçbir zaman olması gereken anlamında özerk bir kurum olamadı.
Bundan dolayı kurulduğu günden beri akılcı ve uzun dönemli bir bilim ve eğitim politikası oluşturamadı. Talimatlarla iş yapan bir kurum görüntüsünden kurtulamadı. Oysa anayasal olarak hem üniversiteler hem de YÖK görece özerk bir statüdeler.
Darbecilerin attığı ilk adım hemen üniversite kadrolarını budamak oldu. Üniversitelerin bağımsız ve siyasi kaygılardan uzak çözümler geliştirebilecek olması sivil iktidarlarca da yadırgandı.
Millî Eğitim Bakanlığı’nın bu salgın günlerinde, uzaktan eğitimin sonucundan bağımsız olarak bütün öğrencilerin üst sınıfa geçmiş sayılacağını açıklaması, ortaöğretim konusunda da ciddi bir politikanın olmadığını kanıtlayan son adım oldu.
Öğrenciler için bundan sonraki yıllarda aynı uygulamanın tekrar etmesi beklentisi sürecektir. Emek harcamadan sonuç alma alışkanlığı erken yaşlarda başladı.
Ortaokuldan liseye geçiş sisteminin hemen her yıl değiştirilmesi, üniversiteye giriş sınavlarının dama taşı gibi bir ileri bir geri çekilmesi, bir kişinin mağduriyetinden hareketle doçentlik sınav usulünün evrensel kurallarının akademik yolsuzluklara çanak tutacak şekilde yerelleştirilmesi ve daha nicesi…
YKS sınavının tarihinin üç defa değiştirilmesi salgının zorunlu bir sonucu olarak düşünülebilir. Ancak 25 Temmuz olan sınav tarihinin hiçbir ön hazırlık ve açıklama yapılmadan sürpriz bir şekilde Haziran sonuna çekilmesinin öğrenci psikolojisine nasıl etki edeceği düşünülmedi.
Sınavı Temmuz ayı olarak öngörüp zihnen ona göre hazırlanmaya çalışan milyonu aşan adayların, ülke yönetiminin bu sürprizini nasıl anlamlandıracakları ayrı bir mesele.
Ama onlar erken yaşta şunu öğreniyorlar: Türkiye öngörülebilir bir ülke değil. Her an her şey olabiliyor ve bunun için bir açıklama da yapılmıyor.
Öngörülebilirlik bir ülkede istikrarlı yönetimin en önemli dayanaklarından biridir.
YÖK aynısını akademisyenlere yaptı.
2019 sonuna kadar uygulanan akademik teşvik ilkelerini bir gece yarısı değiştirdi ve ertesi gün uygulamaya koydu. Hani yetişkinler böyle sürprizlere alışkın olsalar da bari lise gençliğine aynısı yapılmamalıydı.
Gençlerin henüz tam bilmedikleri bir hayat dersi!
Her sabah ayrı bir sürprize uyanmak, hangi gerekçelerle bu kararların verildiğinin topluma açıklamaya gerek duyulmaması, yapılanları ya hep doğru ya da yanlış sayma ruh hâli, bütün bunlar sadece gençleri değil bütün toplumu ruhsal kargaşayla karşı karşıya bırakıyor.
Toplum ikide bir sınav tarihleriyle oynanmasını, turizm sektörünün kurtarılması için atılan bir adım gibi algılıyor.
Bakanların bazılarının işveren kesiminden gelmesi bu kuşkuları haklı gösteriyor.
Hani koyun can derdinde kasabın amacı başka!
Herkesin can korkusuyla eve kapandığı şu günlerde gençlerimizin ruhsal durumunu allak bullak etmek hiç iyi olmadı.
Hem evde kalıp hem de hâlâ artmaya devam eden salgına rağmen, topluca sınava girecek olmak nasıl bir şey?
Keşke bu konu devlet aklıyla bir kez daha uzmanların da katılımıyla değerlendirilebilse!
Kararı gözden geçirmek hiç de zor değil.
Ne de olsa dünyanın en hızlı kararlarının verilebildiği Türk tipi başkanlık modelimiz var!