NEREYE SAVRULUYORUZ?
Türk siyasal hayatı 16 Nisan 2017’de gerçekleştirilen zoraki hükümet sistemi değişikliğinin yol açtığı sarsıntıları yaşamaya devam ediyor. Anayasa bir kez daha bir kâğıt parçasına dönüşme riski ile karşı karşıya.
Eski Türkiye’de ara sıra da olsa bir anayasa devleti olduğumuz korkusuzca ifade edilirdi. Yeni Türkiye hızla anayasalı bir devlet olmaya savruluyor. Kısaca açıklamak gerekirse anayasal devlet; kamu yetkisi ve gücü kullanan herkesin hukuki sorumluluğu vardı ve bunda hiçbir duraksama yoktu. Anayasalı devlette ise anayasa yine vardır ama daha çok bir aksesuardır. Bazen hatırlansa da bu, semboliktir.
Ülkemizin maruz kaldığı türbulansı hızlandıracak bir kanun değişikliği avukatlık kanunu nedeniyle gündeme gelmiştir. Bu kanun, avukatlara önemli bazı sorumluluklar yükler. Bu sorumluluk meslek onurunun gereğidir ve bazı durumlarda somut bir kişinin vekaletine de gerek yoktur.
Adalet bakanlığı ve Hâkim ve Savcılar Kurulunun sıkı boyunduruğu altındaki yargı mensupları siyasi çağrışımlı davalarda bağımsız davranamamaktadır. Bunu hemen herkes çok iyi bilmektedir. Hâkimlerin de çok büyük bölümü belki de tamamı bunun farkındadır. Örneklemek için hemen her gün haberlere kısaca göz atmak bile yeterlidir. Ülkenin hukuk sistemi çıkmaz sokaklarda dolaşıp durmaktadır.
Avukatlar hukuk devletini korumakla görevlidir. Bu görevleri avukatlık kanunundan kaynaklanır.
Avukatların yürüttüğü kamu görevi hâkim ve savcılardan farklı olarak görece, devlet hiyerarşisi dışındadır. Bu nedenle hâlâ siyasi talimatlardan bağımsız hareket edebilmektedirler. Kanunun ikinci maddesi onlara “hukuk kurallarının tam uygulanmasını” sağlama görevi yüklemiştir. Bu kural avukatlara çok önemli bir sorumluluk vermektedir. Bu sorumluluk yargı bağımsızlığının kaybolduğu, parti devlete dönüşen ortamlarda başka bir anlam kazanmıştır.
Avukatlara bireysel olarak verilen hukukun üstünlüğünü koruma görevi, kanunun 76.maddesinde barolara dönük açık bir talimat da içerir. Buna göre barolar “hukukun üstünlüğü ve insan haklarını savunmakla” görevlidir. Avukatlar meslek gereği hukuk devleti ve insan haklarının garantörüdür.
Avukatlık kanununda yukarıda değindiğimiz kurallar değiştirilmese bile doksanıncı maddede yer alan baro seçimlerine ilişkin kural ile oynanarak avukatların, ülke için hukuku düzeni ve hukuk devletini koruma görevi zayıflatılmamalı.
Nispi temsil adı altında baro yönetimine azınlıkta kalan adayların da dâhil edilmesi her şeyden önce yönetim zafiyetine yol açacaktır. Aynı ilde birden çok baro kurulmasının önü açıldığı takdirde ise savunma görevi anlamını kaybedecektir. Böyle bir durum avukatlara iktidara bağımlılığı dayatacaktır. Hem mesleki saygınlık hem de hukukun üstünlüğü ağır yara alacaktır.
Hemen her konuya müdahil olan bir ülke yönetimi anlayışında, bu tür bir değişikliğin başkaca saklı bir amacı daha olabilir mi? Bu noktada Yüksek Seçim Kurulu'nu hatırlayalım. Bu kurulun nasıl anayasanın ilkelerini ve kendi kanununu çiğnediğini, talimatlarla verilen kararların yol açtığı sonuçları hatırlayalım!
Seçim yolsuzluklarını ortaya çıkarmakta avukatların aktif rolünü hatırlayalım. Onlar bu görevi avukatlık kanunundaki kanunların tam uygulanmasını takip etmek ve hukukun üstünlüğünü korumaya ilişkin açık görev ve yetki sayesinde icra edebilmişlerdi.
Avukatlık kanununda yapılacak bir değişiklikle onların soyut anlamda hukukun üstünlüğünü sağlamaya dönük hareket yetkilerinin ellerinden alınmasıyla seçim yolsuzluklarının deşifre edilmesinin önlenmesi amaçlanmış olabilir mi?
Zaten yargıda savcılık ve hâkimlik kurumu sıkı kontrol altına alındığı gibi, barolar işlevsizleştirilerek seçim yolsuzluklarının teknik anlamda takibi de önlenmiş olacaktır. Böylece soydaşımız ülkelerde oynanan seçim komedilerinin bizde de olağan hâle gelmesinin önü açılmış olacaktır.
Galiba 16 Nisan 2017 anayasa değişikliğinin henüz ödenecek çok fazla faturası olacak!
Bu ülke böyle bir açık hataya layık görülmemeli!