Ayasofya’nın müze statüsünün kaldırılıp camiye dönüştürülmesini sadece iç siyasete bağlamamak lâzım. Dış siyasette de çok ciddi neticeleri olacak. Hükûmetin de bunu dikkate aldığı muhakkak.
Bu karar ile ilgili Devlet Bahçeli’nin “Bu fetih devam edecek!” açıklamasını çok dikkate almamız gerekiyor.
Suriye’de kontrol ettigimiz bölgede, Suriye lirası yasaklandı ve Türk lirası tedavüle sokuldu. Bu Suriye egemenliğinin kabul edilmediği ve Türk egemenliğinin kurulduğu anlamına gelir. Mâlûm fethedilen yerlerde yapılan ilk iş, para basmaktır. Buna, Sayın Bahçeli’nin bu sözüne ek olarak geçmişte söylediği plaka numaraları eklemeyi de koymak lâzım.
Hulusi Akar da son Libya ziyaretinde; “Biz sonuna kadar kesin olarak burada kalacağız.” cümlesini kurdu. İşimiz bitince “döneceğiz” demiyor, “sonuna kadar kalacağız” diyor.
Bunların hepsine nerden bakarsanız bakın içeride ve dışarıda verilmek istenen mesaj; Libya’da daimi üsler kuracağımız ve Suriye’de kontrol ettigimiz yerlerin, Misak-ı Millî sınırları içinde olduğunu belirtip belki de Türkiye’ye katılmasını istemek.
Tabii hemen akla uluslararası anlaşma ile kabul edilmiş ve Suriye devletinin resmen Türkiye’nin toprağı olarak tanıdığı Süleyman Şah’ın türbesinin bulunduğu, Türkiye’nin toprağını bırakıp gelmemizi de izah edecek biri yok!
Bahçeli’nin bu sözünün fotoğrafını çektikten sonra, Ayasofya kararının içerideki ilk etkisinin ne olacağına bakarsak, bunun arkasından Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması ve muhtemelen Patrik’in arzu ettiği şekilde serbestçe ekümenik sıfatını kullanabilmesi gelecek.
Patrik’in ekümenik sıfatını yurtdışında kullanması başka, Türkiye’de kullanılması başka bir şey. Türkiye’de Lozan’da bununla ilgili hiçbir madde yok, ama yapılan tartışma tutanaklarını Meclis’te okudum. O tutanaklarda Patrik’in sadece Türkiye’de kalan Rumlar (Mübadele nedeniyle İstanbul’la sınırlı) için ve sadece dinî hizmet vermek için kaldığı kayda geçiyor. İdarî ve siyasî yetkisi yok. Başka bir faaliyette bulunmaması gerekiyor.
Yunan anayasasının 3. maddesinde Patrik’in yeri var. Yunan anayasasında görevi olan bir adam, “Türkiye’de ne arıyor?” sorusunu da sormak gerekiyor.
Ayasofya kararı çıktığı zaman yüz binler toplanacak sanılıyordu, yüz kişi zor toplandı. Burada halkın bakış açısı çok önemli. Onun için de herhâlde 24 Temmuz’daki Cuma namazını padişah namazı gibi, çok büyük toplamalı bir kalabalıkla, bütün teşkilatların gelmeye mecbur edilerek yapılacağı görünüyor.
İsterse Z kuşağını dikkate almasınlar, isterse geçim sıkıntısını dikkate almasınlar, halk tarafından hamasi görünen bu tip konular anlaşılan artık sonuç vermiyor.
Dış dünyanın tepkisiz gibi duruyor olması kimseyi yanıltmasın. Siyasette kendi halkını galeyana getirmektense gerek mal alışverişlerinde, gerek siyasette mutlaka bu kararın karşılığını bizden isteyeceklerdir. Yunanistan’ın bize bu konudaki tavrı sokakta bağırmak yerine Avrupa Birliği ve Gümrük Birliği gibi konularda AB’yi karşımıza çıkarmak olarak olacaktır.
Rus Ortodoksların bu konudaki tavrı Rusya’nın ticari ve askerî münasebetleri ile Libya ve Suriye’de karşımıza sert bir şekilde çıkacak.
ABD’de ise nereden sıkıntıya gireceğimizi, Joe Biden açıkça ortaya koydu ve “Eski statüsüne geri döndürün!” gibi yüksek perdeden bir açıklamada bulundu. Biden’in kasım ayındaki başkanlık seçimlerinde ciddi bir şansı var. Diğer konularda da ne düşündüğünü bildiğimiz Biden’in, bu konudaki tavrını ve yaptırımını kestirmek çok güç değil.
Sonuç olarak Ayasofya kararının siyasi bir kazancı yok, belki bir nebze AKP tabanındaki çözülmeyi yavaşlatabilir. Bunun muhtemelen dış politikadaki yayılmacı unsurlar açısından bir mânâsı olabilir. İleriye dönük yapılmış pazarlıkların belki de ilk adımını görüyor olabiliriz.
Çünkü bunun arkasından Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması istenecek, Patrik’in ekümenikliğinin tanınması izleyecek ve belki de arkasından hilafeti konuşup, hilafet kanunun birinci maddesinin konuşulması ve değiştirilmesi gelecek.
Türkiye zamanın ruhuna aykırı davranan bir şekilde ve kendisine fayda getirmeyecek Pandora’nın kutusunu, ne yazık ki açtı.