Geçtiğimiz hafta gerek iktidar kanadında gerek muhalefetten bazı açıklamaları izlerken hakikaten hayrete düştüm. Öncelikle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şöyle bir açıklaması var: “Dünyanın hiçbir yerinde ilişkisi kalmayan gösterge faiz-enflasyon dayatmasını tek kurtuluş reçetesi gibi önümüze koyanların bir kısmı zırcahil, bir kısmı ise alenen haindir”. Hayır, Erdoğan. Bunları söyleyen insanların bir kısmı zırcahil, bir kısmı hain olabilirler ama çok büyük bir kısmı çok iyi bir niyetle şu anda uygulamış olduğunuz ekonomik politikanın kötü ve yanlış olduğunu size anlatmaya çalışıyorlar. Şu anda yürütmüş olduğunuz ekonomik politikası doğru bir politika değildir. Doğru olmadığı da açık bir şekilde görülmüştür. Bana, ‘sen ne diyorsun?’ diyebilirsiniz. “Bak, Birinci çeyrekte yine yüzde 7,2’lik bir kalkınma hızı yakaladık” doğru, yakaladık. Ancak, imalat ve üretim kapasitesinin neredeyse sınırına yaklaşıyoruz. Yeni yatırımlar yapılamıyor, zenginler zenginliğine zenginlik katıyor. Halkın yaklaşık %10-15’i gayet iyi bir şekilde dünya standartlarında hatta belki daha üst seviyelerinde yaşarken, halkın %80-85’i çok büyük bir sıkıntı içerisinde. Türkiye’de gelir adaleti bozuldu, belki Saray’dan bunu göremiyorsunuz ama fiyatlar yüksek enflasyon karşısında bozulan gelir adaletinde ve biten tarımla çok büyük sıkıntılar var. Bunları neden görmek istemediğinizi anlamakta bizler zorlanıyoruz. Bunları söylerken ne zırcahiliz ne de hainiz. İyi niyet ile yapılan işlerin yanlış olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.
MUHALEFET HESAPLARINI ERDOĞAN’IN KAÇMASINA DEĞİL, NASIL MÜCADELE EDİLECEĞİNE KURMALI
Kemal Kılıçdaroğlu, Tayyip Erdoğan’ın ailesiyle birlikte 100 kişinin ABD’ye kaçacağı iddiasına bulundu. Bu iddiayı da ENSAR ve TÜRGEV Vakıflarının ABD’de bulunan TURKEN Vakfı’na yaptığı 70 milyon doları bulan ve belki de çok daha büyük rakamlara ulaşabilecek para transferlerine bağladı. Eğer, bu iki vakıfın TURKEN Vakfı’na yaptığı havaleler sonucu, TURKEN’in bu parayı doğru dürüst kullanıp kullanmadığı sorgulanacaksa bu çok makul bir sorgulamadır. Ancak, herhangi bir delile dayanmadan Erdoğan’ın yanındaki 100 kişi ile kaçacağını söylemek doğru ve altı doldurulmuş bir iddia olmadı. Aksine, Erdoğan’ın hiçbir şekilde kaçmaya niyeti olduğu düşüncesinde değilim. Erdoğan, seçimlere her türlü şekilde hazırlanacak ve seçimleri kazanmak, daha doğrusu kaybetmemek için her türlü yolu da deneyecektir. Muhalefetteki siyasi partiler hesaplarını Erdoğan’ın kaçacağı üzerine değil, sonuna kadar mücadele edeceği üzerine kurmaları gerekir. Örneğin, nasıl mücadele edebilirler. Önümüzdeki hafta kanunlaşacak olan sosyal medya (sansür) yasasını da görebiliriz. İsterseniz hep birlikte okuyalım: “Halkta endişe, korku, panik yaratmak saiki ile, ülke güvenliği, kamu düzeni, genel sağlıkla ilgili gerçeğe aykırı bilgiyi alenen yaymak" 1 yıldan 3 yıla kadar HAPİS.. Bilginin "gerçek" olup olmadığını da herhalde SARAY tespit edecek.” Bugün bu yazdıklarımızı sizlerle paylaştığımız bu sözleri; Ne yazılarımızda, ne tweetlerde, ne Youtube veya ne televizyon konuşmalarında yapamayacağımız günler geliyor. Böyle bir atmosferde seçime hazırlanacağız.
‘ÇOK YÖNLÜ VE ONARICI DIŞ POLİTİKA’ ADINI VERDİKLERİ SÜRECİNİN İÇİNDEYİZ
Geçen haftaki gelişmelerin arasında olumlu olarak değerlendirilebilecek konu, her şeye rağmen İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi için atılan adımlar oldu, hoş. Bu adımların çaresizlikten ve para sıkıntısından dolayı olduğunu söyleyenler var ama bu adımlar makul kabul edilmesi gereken adımlar. Şöyle ki, Tayyip Erdoğan yönetimi, 2015-2016 yıllarından sonra daha ziyade ‘çatışmacı ve genişleme’ politikasını yürürlüğe koydu. Suriye’ye müdahale etti, S-400 meselesi üzerinden ABD ile ters düştü. Kafkasya’da ve Libya’da bayrak gösterdi, Afrika’da da ciddi bir yayılma politikası içine girdi. Bunun bir sınırı var. Bu sınıra geldikten sonra da şimdide, ‘çok yönlü ve onarıcı dış politika’ adını verdikleri sürecin içindeyiz. Bu çatışmacı politikanın sonuna kadar devam ettirilemeyeceği düşünülürse Türkiye’nin bütün komşularıyla, hatta daha geniş sahada dış politikasının onarıcı bir şekilde yönetmesi siyasi ve ekonomik nedenlere bağlansa bile, makuldür ve yapılmasını doğru kabul etmek gerek. Yeter ki bu politika Türkiye’nin menfaatine olsun, şahısların menfaati içerisinde gelişmesin. Şimdi, çok yönlü onarıcı dış politikanın çok önemli bir ayağının eksik kaldığını da görmek lazım. Uygulanan bu politikaya Şam Hükümeti ile görüşmesi ve ikili ilişkilerde normalleşmeyi eklemek lazım.
TÜRKİYE’NİN NATO’DAN ÇIKTIĞI GÜN SONRASI İSRAİL VE GKRY’İ NATO’YA ALIRLAR
Yine hayrete düşüren açıklamalar Devlet Bahçeli’den ve Kemal Kılıçdaroğlu’ndan geldi. Bahçeli, NATO’dan çıkmamızı tavsiye etti. Kılıçdaroğlu ise, ‘getirin bunu meclise hemen onaylayacağız’ diye karşılık verdi. Bu konuşmaları da ciddiyetten uzak görüyoruz. İsterseniz çıkalım NATO’dan, çıktığımız günün sonrasında İsrail’i ve Güney Kıbrıs’ı NATO’ya alırlar. Öyle bir durumda Türkiye daha iyi bir durumda mı olur, daha kötü mü durumda olur? Oturup bir düşünelim.