Koronavirüs ve dış politika haricinde bu hafta en dikkatimi çeken konu olarak Türkiye’de bir selefi ayaklanma olabileceği şeklinde bazı basın mensuplarının iddiaları ve Cübbeli Ahmet’in açıklamaları oldu.
Beni hayrete düşüren yanı ise; bu iddiaları dile getiren konuya vâkıf olduğunu iddia eden Cübbeli Ahmet ve diğer kişileri, savcıların çağırıp bir ifade almaması oldu. İfade elbette sanık olarak değil, bilgisine başvurulan tanık kişi olarak olmalıydı. Aktif olarak terörizmle mücadele eden Türkiye’de ne yazık ki bu konuşmaları ilgili kurum ve kişiler hiç dikkate almadı.
Bunlar çok tehlikeli söylemlerdir. Etrafta bunların konuşulmaya başlanması bile son derece rahatsızlık vericidir. Bunun yanı sıra bazı okulların önü ve içerisinde sarıklı garip kıyafetli, hangi vakıf, tarikat ya da yerden geldikleri belli olmayan adamların zuhur etmesi ve gösteri yaparcasına fotoğraf çektirmeleri de son derece dikkat çekici.
Okullarda devletin dışında bir gücün varlığı ve hâkimiyeti asla kabul edilemez ve edilmemeli. Bu tür olaylar karşısında Millî Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un sessizliği de son derece düşündürücü. Ziya Selçuk’un bu konuda en ufak bir hassasiyeti olmadığını yıllardır görüyoruz. Bu ihmâlin faturası Türkiye için umarım ağır olmaz.
SALGIN VERİLERİ İNANDIRICILIĞINI YİTİRDİ
Salgın konusunda rakamlarının inandırıcılığını yitirmesi, alınması gereken tedbirlerdeki gecikmeler, zatürre aşısının dağıtımı konusundaki sıkıntılar büyük bir sorun olarak ortaya çıkıyor. Devleti suçlamak kolaycılığına kaçmak yerine, halkın da üzerine düşeni yapması gerekiyor. Önerilen tedbirlere ve kurallara harfiyen uyulmalı.
Maske artık bir zorunluluk ve her zorunluluğun bir maliyeti var. Maske maliyetleri dar gelirli aileler için önemli bir külfet oldu. O beğenmediğimiz Barzani yönetimindeki IKBY bile, ihtiyaç sahibi vatandaşlarına maskeyi ücretsiz şekilde dağıtırken, Türkiye’nin de dar gelirli vatandaşına maskeyi ücretsiz ulaştırması salgınla mücadelede çok önemli.
İDAM TARTIŞMALARI
İdam tartışmaları abesle iştigaldir. Bu çağda idamı geri getirmek dünyayı tersine döndürmek gibi beyhude bir iştir. Özellikle hakikaten bazı iğrenç suçların cezası ölüm olmamalı. Ölümden daha ağır olacak şekilde birkaç metrekarelik yerde, en ağır koşullarda yıllarca kalmak ölümden daha büyük bir cezadır. Suçu cezasız bırakan, suçluyu âdeta ödüllendiren infaz kanununu yeniden düzenleyip suç önlemede caydırıcı olacak bir cezalandırma yöntemi, çok daha insanî ve hukukidir.
YILMAZ GÜNEY, KADIN DÖVEN, SAVCI ÖLDÜREN BİR KATİL
İzmir’in kurtuluş gününde Datça Belediye’sinin paylaşımı olay oldu. Haddini aşan ve Türkiye’nin haklı davasını aşırı popülerleştiren bir yaklaşım hiçbir kişi ve kurum için doğru değil. Yılmaz Güney meselesine gelirsek kendisi çok önemli bir sanatçıdır. Bu konuda kimsenin bir tereddüttü yok. Yılmaz Güney sanatının dışında özel hayatında bir katil. İnsanların başının üstüne rakı bardağı koyup hedef alan, kadın döven asla tasvip edilemeyecek davranışlar sergilemiş biridir. Üstelik devletin savcısını öldüren ve kaçıp cezasını çekmemiş bir katildir. Dolayısıyla sanatçı yönünü anmayı hayranlarına bırakmak lâzım ama böyle katilleri resmî bir hesaptan Turizm Bakanı’nın anması doğru değil. Devletin savcısını öldüren bir katili, devletin bir bakanının resmî olarak anması hoş görülemez.
TÜRKİYE'NİN HAKLARINI KİMSE YOK SAYAMAZ
Fransa’nın Türkiye ile derdi nedir sorusu çokça soruluyor. Macron Doğu Akdeniz’in önemini kavramış bir isim. Aynı zamanda da Sarkozy’den de ve ondan evvelki yönetimlerin projesi olarak Akdeniz birliği üzerinde Fransa çok duruyor. Fransa çok uzun zamandan beri emperyal bir devlettir. Afrika’daki emperyal hegemonyasını Akdeniz’de de kurmanın hayalini kuruyor. Bu nedenle Türkiye’nin haklı çıkışları, Makronu rahatsız etmiş görünüyor. Şahsî problemi ya da hırsları da olabilir. Bu çerçevede “debelenip” duracaktır. Türkiye’yi tehditlerle haklılığından vazgeçirmek mümkün değil.
Türkiye’nin hem Ege’de hem Akdeniz’de hakları var ve kimse bunu yok sayamaz. Yalnız çok konuşup az icraat yapıyormuşuz gibi bir algı, hem içeride hem dışarıda oluşmaya başladı. Kaş’ın karşısındaki Meis adasının etrafındaki Türkiye’ye ait adalara ve Karaada’ya Yunanistan’ın asker çıkartmasına gıkımızı çıkartmamamız da üzerine çokça düşünmemiz ve konuşmamız gereken bir gelişme.