Türkiye’de maalesef demokrasi ve hukuk düzeninin her mânâda zedelendiği hatta belkide kalmadığı bir döneme girmiş bulunmaktayız. Anayasa Mahkemesinin etrafındaki tartışmalar büyük bir talihsizlik. AYM üyesinin attığı tivit, bırakın Anayasa mahkemesi üyesini, ilk derece mahkemesi hâkimine bile yakışmayacak derecede münasebetsiz bir tivitti. Ancak bu münasebetsizliğin ötesinde tartışmamız gereken konu, yürütmenin Anayasa Mahkemesinin kararlarını tanımaması. Gerek AİHM, gerek Anayasa Mahkemesi kararları, yürütmenin tamamen kontrolüne girmiş ilk derece mahkemeleri tarafından kabul görmüyor. Bu da zaten neredeyse yok olmuş hukuk devleti kavramını iyice yok ediyor.
ABDULLAH GÜL VE AHMET NECDET SEZER'İN AÇIKLAMALARI
Eski cumhurbaşkanları Abdullah Gül ve Ahmet Nejdet Sezer’in konuşmasını olumlu karşıladım. Keşke Türkiye’nin hukuk devleti vasfını ve anayasal düzenini alâkadar eden konularda daha fazla konuşsalar. Hele Abdullah Gül... Senelerce dışişleri bakanlığı, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış bir kişinin hemen her gün siyasî faaliyet addedilmesi gereken görüşmeler yaparken, kamunun önünde sessiz kalmasını garip karşılıyorum. Bugüne kadar ifa ettiği görevler, taşıdığı mesuliyetler kendisinin çok daha fazla konuşmasını zorunlu kılıyor.
SAĞLIK SEKTÖRÜNDE İLGİNÇ GELİŞMELER YAŞANIYOR
Döviz kurlarının rekor kırdığı bir ortamda, Diyanet’in beş bin yeni personel alacağı ilân edilirken, sağlık sektöründe ilginç gelişmeler yaşanıyor. Sağlık Bakanlığı’nın tıbbi malzeme tedarikinde bulunduğu firmalara, kendilerinden olan alacaklarında %25 iskonto (indirim) yapılması yönünde tebligat gönderdiği ortaya çıktı. Kamuoyunda bunlar tartışılırken İçişleri Bakanlığı ve Diyanet’in Türkiye’den Suriye’ye geri dönecekler için değil, Suriye’de yaşayan Suriyelilere ev yaptırdığı ortaya çıktı. Kamuoyu bu gelişmeleri üç farklı olguyu kıyaslayarak tartıştı.
Tıbbi malzeme ödemeleri için devletin firmalardan %25 indirim yapmasını istemesi pazarlıkların ve ihalelerin zamanında doğru yapılmadığını gösteriyor. Devletin bu hassasiyeti, yandaş müteahhitlerin aldığı ihaleler için de göstererek onların yap işlet devret modelindeki yatırımlarında da vatandaş yararına indirime gitmesini bekliyorum.
SARAY TÜRKİYE'Yİ "DİYANET DEVLETİ" HALİNE GETRİMEYE ÇALIŞIYOR
Buna mukabil Diyanet’in bu faaliyetlerini de maksadını aşan işler olarak görüyorum. Saray; bir mânâda Türkiye’yi bir “Diyanet devleti” hâline getirmeye çalışıyor. Bu faaliyetler sadece Türkiye ile sınırlı kalmıyor, Türkiye’nin sınırlarını da aşıyor. Diyanet Başkanı’nın konuşmalarına baktığımızda kendisinin Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Diyanet Başkanı gibi değil, bir Şeyhülislam gibi konuştuğunu görüyorum.
Suudi Arabistan Türk mallarına boykot tavrını son derece kararlı sürdürürken acaba Saray, hâlâ Türkiye’de 250 bin dolara emlak alanlara Türk vatandaşlığı ve pasaport vermeye devam ediyor mu? Bu kararından Saray, vazgeçti mi?
Suudi Arabistan’daki veliaht prensin Adnan Kaşıkçı cinayetinden sonra, Türkiye’ye karşı böyle bir tavır alması beklenen bir şeydi. Fakat Türkiye’nin Suudi vatandaşlara da 250 bin dolara Türk vatandaşlığı vermeye devam etmesi de Türkiye’nin ayıbı.
AVRUPA BİRLİĞİ TÜRKİYE İLE ARASINA DUVAR ÇEKİYOR
Bulgaristan ve Yunanistan’ın Türkiye sınırına duvar örmesi haberleri geçtiğimiz haftanın önemli gelişmelerinden biriydi. Bu yeni bir proje değil. Bu projeye de AKP iktidarı zamanında gereken tepkiyi göstermedi. Avrupa Birliği’nin fanatize olmuş üyeleri, Avrupa Birliği’nin sınırlarını Türkiye sınırında görüyor. Uzun zamandır bu projeyi uygulamak istiyorlardı ve uygulamaya kondu. Artık anlamamız gereken şu; Avrupa Birliği, Türkiye ile arasına duvar çekiyor. Biz bu saatten sonra konuyu Gümrük Birliği üzerinden müzakere etmek durumundayız.
Saray’a da bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. “Bizi Avrupa Birliği’ne almazlarsa biz Kopenhag kriterlerini değiştirir, Ankara kriterleri yapar, yolumuza devam ederiz.” demişlerdi bu laf unutuldu. Berhava oldu ve 2017 referandumundan sonra da demokrasi ve hukuk devletinden tamamen kopmuş olduk. Şimdi soruyorum Ankara kriterleri ne oldu?
TÜRKİYE, AZERBAYCAN'IN YANINDA YER ALMAYA DEVAM ETMELİ
Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşanlara bakınca konunun nihai çözüme kavuşturulmadan önce, arka planda Rusya ve ABD’nin silahlı mücadeleyi, el altından ciddi şekilde desteklediği âşikâr. Kanaatim, Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’da işgal altında tuttuğu yedi rayondan beşi Azerbaycan’a geçtikten sonra bir anlaşma olacak. Türkiye’nin Azerbaycan’ın yanında durması çok doğal ve hükûmet bu konuda desteklenmeli. Ancak diplomasi zamanı geldiğinde ( Azerbaycan topraklarının önemli bir kısmını aldığında) diplomasiye gerekli imkân verilerek barış masası kurulmalı.
Senelerdir üzerinde durulan ve Türkiye’nin zaman zaman dillendirdiği Nahcivan ve Azerbaycan arasındaki bir şeridin Azerbaycan’a verilmesi ve bağlanması değişmez bir hedef olarak kalmalıdır.
MASADA TÜRKİYE İSTENMİYOR
Moskova’da kurulan ateşkes masasından Türkiye’nin masada istenmemesini iyi tahlil etmeliyiz. Dış politikada “dostum, kardeşim” laflarıyla peynir gemisi yürümez. Bu genel bir prensiptir ve dış politika menfaatler müzakeresidir. Biz dış politikada Libya, Suriye, Ege, Doğu Akdeniz ve Azerbaycan’da silahlı diplomasimizin sınırına geldik. Şimdi masaya oturulurken silahlı diplomasinin kazandırdığı haklarımızı koruyarak gerekli basireti göstermeliyiz. Bizim dış politikadaki önceliklerimiz nedir, bunlar dikkatle saptanmalı. Doğu Akdeniz ve Egedeki haklarımızın korunması yanında en acil meselemiz Türkiye’deki 7 milyon Suriyelinin ülkesine geri gönderilmesi. Bu konuda adım atılmıyor, konuşulmuyor ve gündemden düşürülmek isteniyor. Bu konu Türkiye için en acil beka meselesidir.
MUHALEFETİN TAVRI DÜŞÜNDÜRÜCÜ
Erken seçim arada bir gündeme gelir gibi oluyor. Muhalefetin erkem seçim isteyememesi de oldukça düşündürücü. Madem Türkiye’nin kötü idare edildiğini düşünüyor, muhalefet daha iyi idare etmek için erken seçim talebinde bulunmalı. Saray’a gelince onlar da erken seçim istemeyi “Kabile Devleti” olarak gördüğünü söyledi. Burada da Sayın Cumhurbaşkanı’nın büyük bir yanılgı içinde olduğu kanaatindeyim. 2002’de AK Parti iktidara geldiğinden beri bütün genel secimler erken seçim şeklinde kendi yönetiminde tecelli etti.
2017 referandumuyla kabul edilen ve yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sisteminde güvenoyu müessesesi yok. Sanki seçimden seçime bir güvenoyu veriliyor ya da verilmiyor gibi bir durum var. Hükûmet de halkın nezdinde bir güvenoyu ihtiyacı hissettiğinde erken seçimi bir güvenoyu olarak kabul etmelidir.
Bu arada Sayın Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin sınırlaması söz konusu olacaksa, örneğin iki seçimin arasında ilk üç yıl içinde yapılacak seçimlerde Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin etkilemeyeceği gibi bir düzenleme yapılabilir. İktidar bu kaygıyla erken secimden kaçıyor. Zaten Sayın Cumhurbaşkanı’nın seçime girmesini engelleyebilecek bir kurum Türkiye’de yok.