Seçim yasasının değiştirilmesi iktidar açısından eşyanın tabiatına uygun.
İktidarlar, oy oranları düşse, seçmen desteklerini yitirse bile, iktidarda kalabilmenin yollarını seçim kanunlarıyla oynayarak bulmaya çalışıyorlar.
Bunu geçmişte hem ülkemizde hem de dünyada sık sık gördük. Bu anlaşılabilir bir şey, ama bu mâlûm sonu hiç değiştirmez. Seçim kanunu ne kadar değiştirilirse değiştirilsin su yolunu bulur. Seçmenin desteğini yitiren iktidar, ne yaparsa yapsın sonucu değiştiremez.
Saray'ın genel olarak bir gerginlik içinde olduğu âşikâr. Sayın Cumhurbaşkanı’nın koronavirüs sürecinin ilk döneminde yaptığı konuşmalar, özellikle sakin olması gereken iletişim başkanı Fahrettin Altun’un üslûbu ortada. Son derece gergin ve topluma karşı, sinirli olduklarını gösteriyor. Bu doğru değil daha kucaklayıcı ve ortak akıla hitap edici olunması lâzım.
İstişareye önem verdiğini söyleyen Recep Tayyip Erdoğan’a en önemli eleştiriler, kendisinden ayrılan bakanlık, başbakanlık yapmış Babacan ve Davutoğlu gibi isimlerden geliyor.
Kendileri; başta bir ortak akıl varken sonradan Tayyip Erdoğan, tek başına hareket eder hâle geldi tespitlerinde bulunuyorlar. Saray rejimi geldikten sonra bu durum iyice içine kapanmak ve topluma karşı agresifleşmek şeklinde devam ediyor.
Cumhurbaşkanı’nın danıştığı insanlar daha ziyade aile çevresi ve kendisinin seçtiği danışmanlar. Kendi fikirlerine uymayan, farklı düşünen birinden fikir aldığı bir durum hiç olmadığı gibi, çok sınırlı bir fikir havuzuyla hareket ediyor. Belki sadece Devlet Bahçeli’nin fikirlerinden istifade ediyor.
Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı atamalarda liyakatten ziyade kendisinin güvenebileceği, kendisine itaat edip talimatları yerine getirecek insanları seçtiğini görmemizin nedeni de bu.
Aynı insanların çeşitli yerlere atanması da Erdoğan’ın güvenmekte olduğu insan havuzunun ne kadar kısıtlı olduğunu gösteriyor. Güvenecek başka insan bulamıyor, dönüp dönüp aynı isimleri farklı farklı yerlere atıyor.
Böyle bir zamanda sosyal medyada AKP’li bazı hesaplara Twitter tarafından kısıtlama getirildi. Twitter özel bir şirket ve kendisine göre kuralları var, bunu da uyguluyor.
Benim Türkiye açısından ağrıma giden ise, Türkiye’yi Rusya ve Çin ile aynı pakete koyarak sadece bu üç ülkede manipülasyonların özellikle olduğunu söylemesi. Üzüntü verici... Dünyadaki en büyük sosyal medya manipülasyonlarının da ABD’de yapıldığını unutmamak lâzım. Bu konuda Twitter pek de tarafsız ve doğruluk içerisinde hareket ediyor diyemeyiz.
MÜYESSER YILDIZ'IN GÖZALTINA ALINIŞ SÜRECİ DEHŞET VERİCİ
Maalesef FETÖ dönemindeki kumpaslar ve uygulamalar hâlâ devam ediyor gibi görünüyor. Müyesser Yıldız’ın gözaltına alınış süreci, uygulanan yöntemler dehşet verici. Dijital materyallerinin imajının alınmadan her şeyinin müsadere altına alınması, acaba dijital arşivine ulaşmak için mi böyle bir operasyon yapıldı gibi, birçok soruyu beraberinde getiriyor.
Ortada bir iddianame ve savcılık ifadesi görmedim. İsnat edilen suçu da basına yansıtılmak istenen şekline göre biliyoruz. Hukuken yine karanlıkta kalmış bir durumdayız. Ancak isnat edilen suç, sonuç itibarıyla gizli belgeler vb. İse; Müyesser Yıldız’ın yurt dışına kaçma, delil karatma ihtimali yoksa, neden tutuksuz yargılanmadığını anlamakta da çok zorlanıyorum.
Mutlaka yargılanacaksa tutuksuz yargılanması lâzım, bu çok önemli. Hakkındaki iddiaların hukuken ciddi olup olmadığını bilmek için iddianameyi görmeliyiz.
Özellikle iddianamesi geciken ve tutuksuz yargılanması gereken sanıkların Türkiye’de, peşin ceza ile karşılaştıklarını görüyoruz.
Polisin de dâhil edildiği adalet mekanizması, adaleti yerine getirmek yerine peşin ceza kesiyor. Bu inanılmaz büyük kötülük. Tutuklayıp içeri atıyor. Aylar, yıllar sonra bu dava beraatla sonuçlanıp Yargıtay/istinafta bozulana kadar kişi çoktan cezalandırılmış oluyor.
Esas olanın tutuksuz yargılama olması lâzım. Türkiye’deki özellikle iktidar karşıtı olarak görülen isimlere karşı yapılan bu uygulama, hukuk katliamıdır. Bu çerçevede yeniden tutuklamalar hiç ama hiç tesadüf değil.
Ergenekon Davası 4 Kasım 2019 tarihli bir mahkeme yazısıyla, bize beraat ettiğimiz belirtilerek bildirildi ve nihai olarak sonuçlandı. Yargının ve mahkemelerin bütün kademeleri, Ergenekon Davası'nın bir kumpas olduğunu ortaya koydu. Bu kumpasları kim kurdu? Savcıların bu konunun üzerine gidip her seviyede kumpası kimlerin kurduğunu ortaya çıkarmak mecburiyetinde olduğunu yıllardır talep ettim ve hiçbir sonuç alamadım.
Bu kumpaslar ortaya çıkarılmadığı sürece bu tür olayların tekrarlanması mukadderat oluyor(!)
İlker Başbuğ’un bir TV’de yaptığı açıklamaya istinaden ifadeye çağrılması, kendisini ifade etmek için bir firsat oldu. Bunun sonucunu dikkatle takip etmek gerekiyor. "Bu konu araştırılsın" demişti. Başbuğ’un ifadesi, savcılar tarafından bir araştırma konusu yapılacaksa çok hayırlı olur. Yok eğer bu ifadeden dolayı Başbuğ cezalandırılma yoluna giderse adalet açışından çok acı olur.
Her şeye rağmen hukuk kırıntılarının Türkiye’de kaldığını ümit etmek istiyorum.