Boğaziçi Üniversitesi, Türkiye’nin en köklü ve dünyada da prestijli kabul edilen üniversitelerinden biridir. İktidar, her alanda yaptığı dayatma ve düşünce zorbalığını burada da gösterdi. Tamam istediği kişiyi rektör atayabilir. Böyle bir yetkisi var ama, toplumun bu kadar teyakkuz hâline geçtiği, toplumun çok ciddi tepki gösterdiği olayda vatandaşın sesine kulak vermeyen tavrı, Boğaziçi özelinde gibi gözükse de aslında tüm olaylar için bu böyle.
Ülkedeki adalet, eğitim, sağlık başta olmak üzere tüm olaylarda vatandaşların taleplerine bir kulak tıkama hâli mevcut.
Değerlendirmeler bu şekilde yapıldığı zaman, hâlâ yeni Türkiye’nin gerçeklerinin anlaşılamadığı görülüyor. "Yeni Türkiye"de, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemiyle Sayın Recep Tayyip Erdoğan istediği her konuda, istediği her kararı verebilir ve herkes de bu karara uymak mecburiyetindedir. İtiraz hakkı ve yolu kapalıdır. Yeni Türkiye budur.
ERDOĞAN, OLAYLARIN BU NOKTAYA GELECEĞİNİ BİLİYORDU
Sayın Erdoğan, Melih Bulu’yu atarken hadiselerin bu şekilde gelişeceğini düşünmemiş olamaz. Ancak iktidar, gerginlikten beslendiği ve fikriyatını gerginlik yoluyla anlatmayı tercih ettiği için de bu atamayı gayet şuurlu şekilde yaptığına da eminim.
Ben, 1971 yılında bu üniversite Boğaziçi olmadan bir yıl önce, işletme bölümünden mezun oldum. Boğaziçi üniversitesinden mezun olanlara, toptancı bir yaklaşımla vatanseverliklerinden şüphe duyulduğu, millî olmadıkları gibi bir ithamda bulunuyorlar.
Buradan bu lafları edenlere sesleniyorum; istisnalar olabilir ama Boğaziçi’nden mezun olanlara, vatanseverlik ve milliyetçilik konusunda toptancı şekilde yaklaşmayın.
Kendi özelimde konuştuğum zaman, benim vatanseverliğim ve milliyetçiliğim konusunda laf edenin de alnını karışlarım.
İnsanlar bir şeyi istemediklerini, tepkilerini nasıl dile getirebileceklerini sorup duruyor. 16 Nisan referandumunda “5 yıl sessiz sakin oturacaksınız, memnun değilseniz seçim olduğu zaman değiştireceksiniz” deyip, ses çıkartılmasını kabul etmeyeceklerini baştan söylediler. Hiçbir şeyi saklayıp gizlemediler, açıkça da söylediler ve halk da bunu kabul ederek bu sistemi kabul etti. Şimdi yaşananlar karşısında neye şaşırıyorsunuz?
İnsanlar bir şeyi istemediklerini dile getirmeyecekler. Baskıyı ve tek parti düzenini içselleştirip ve bununla yaşamayı öğrenelim diye de baskının dozu giderek artacak.
Böyle bir anlayışın yönetiminde, Sayın Erdoğan ve sözcülerinin açıklamaları minvalinde Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, yani erkler birliği çerçevesinde bir anayasa reformu yapılması mümkün değil.
Zaten bu anlayışla bir reform yapılması da mümkün değil. Bu çerçeveden bir netice çıkmaz. Ancak secim yaklaştıktan sonra, seçim kanunu ile birlikte anayasada bazı değişiklikler yaparak parlamenter sisteme geçme ihtimalini de göz önüne almak lâzım.
Genel olarak bu reform laflarıyla Batı ile bir anlaşma zemini aranıyor. 2023’e kadar geçecek dönemde Sayın Erdoğan, Osman Kavala ve Demirtaş’ı serbest bırakırsa, S-400’leri kilit altında tutar ve özellikle ABD’ye atıp tutan bazı bakanlarını değiştirirse, belki o zamana kadar zaman kazanabilir. Aksi takdirde Batı’nın Türkiye’ye baskısı, çok artacak.
TAKVİM GAZETESİ HERKESİN SİNİRİNİ ZIPLATTI
Tüm bunların yanında yoksulluk ve açlık ile yüz yüze gelen Türkiye’de, Takvim gazetesinin bir manşeti herkesin sinirlerini zıplattı. Manşeti gördüğümde mizah mı yapıyorlar zannettim ama kara mizah yapmıyor, ciddilermiş. İktidarın, israf ve fazla harcamadan kaçınmak için kara mizahı andıran bir kampanyası başlamış. Bunun şaşkınlığını yaşadığımız anlarda AK Parti Grup Başkan Vekili Mahir Ünal, eski bir iPhone telefonu olan çiftçiyi zengin olmakla değerlendirdi. Türkiye’deki son derece üslûpsuz siyaset diline birde vatandaşın aklıyla dalga geçen kara mizah eklendi.
SURİYE POLİTİKASINDA İLERİDE BAŞIMIZ AĞRIYABİLİR
Türkiye’de bunlar yaşanırken, kendi ülkemizdeki işimiz bitmiş gibi, Suriye’de üniversite açmak benzeri faaliyetlerde bulunmak çok garibimize gitmesi gereken bir durum. Anlaşıldığı kadarıyla Sayın Erdoğan, şu anda Türkiye’nin kontrolünde olan bölgeleri, Türkiye’ye bağlı kalacak devletçikler olarak görüyor. Bunun ileride başımızı çok ağrıtacağını şimdiden not edelim. Başımıza yeni dertler açmak yerine, enerjimizi Türkiye’nin içindeki sorunları çözmeye harcamanın zamanı hâlâ gelmedi mi?