İngiltere’de virüsün mutasyona uğraması insanları paniğe sevk ediyor. Tablo biraz karışık görünüyor. Bu virüsün tıbbi bakımdan gelişmesinin ne olduğunu tam olarak anlamak zor. Zira bu mutasyonlar daha önce de konuşuluyordu ama ortaya çıkan yeni mutasyonun, klinik sonuçlarının da alındığını bu kadar kısa zamanda söylemek mümkün değil. Anlaşılan işin algı operasyonu tarafı da büyük bir hızla devam ediyor. Halka düşen soğukkanlı şekilde tedbirlerini almaya devam etmek.
Devlete gelince orada duraksıyorum. Bu yeni gelişmeler çerçevesinde Bakanlığın ve Saray’ın nasıl bir tedbir alacağını ve davranacağını öngörebilmek mümkün değil. Bir maske dağıtımını doğru dürüst organize edemeyen, rakamları doğru düzgün açıklayamayan, hiçbir şekilde itimat telkin etmeyen yönetim gösteren Saray, bu yeni mutasyonun ne olduğunu anlayana kadar inşallah geç kalınmaz.
Aşı meselesine gelince, şahsi tecrübemi paylaşayım. Çok daha kolay temin edilmesi gereken zatürre aşısını henüz temin edilemediği için, risk grubunda olmama rağmen olamadım. Aile hekimim ancak Ocak ayı sonunda bir ihtimal olabileceğimi söylüyor. Çok kolay şekilde temin edilebilecek zatürre aşısını organize edemeyen Bakanlığın, Covid-19 aşısını nasıl organize edeceği merak konusu.
Bazı öncelikli kişilerin el altından aşı olmaya başladığı iddiaları da ayyuka çıkmış durumda. Böyle olmasa şaşırırdım. Türkiye’nin bugünkü düzeni içinde, bir parti devleti ve partili seçkinlerin itibar gördüğü ve öne alındığı ortamda bu iddiaları, üzülerek normal görüyorum.
Fahrettin Altun hakikaten tarafsız olması gereken Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’nın iletişiminden sorumlu bir kişi hüviyetinde görünmüyor. Kendisi Cumhurbaşkanı’nın ve AK Parti’nin propaganda başkanı gibi görünüyor. Onun sözlerini ciddiye alarak attığı son tweeti değerlendirmek bile gereksiz. Bir iletişim başkanı, içinde hakaret olmadığı müddetçe tenkit ve aykırı fikirlere açık olmak ve iletişim kanallarını açık tutmak durumundadır. Sayın Altun, aşırı alıngan ve tahammülsüz bir intiba veriyor. İşte bu durumda kendisine "İletişim değil, propaganda başkanı." yakıştırması yapılıyor.
Saray’daki sazlı sözlü konuk ağırlama merasimine gelince, dünyada birçok kraliyet ve cumhurbaşkanı sarayı var. Hiçbir sarayda bu korona günlerinde böyle şatafatlı, lüzumsuz davetin verilebileceğini düşünmek bile kâbil değil. Nedir bu israf, şatafat anlayamıyor insan. Herhâlde ‘itibardan tasarruf olmaz diye’ özellikle Orta Doğu’dan gelen misafirleri etkilemek üzere böyle manasız uygulamalara gidiliyor. Orta Doğu’dan gelen insanlar da kimin hakikaten kudretli, kimin hakikaten zayıf olduklarını değerlendirebilecek seviyede devlet adamları. (Afrika’dan gelen bazı devlet başkanlarını kastetmediğimi özellikle belirtmek isterim.) Denecek cok fazla bir şey yok. Tek adam, tek parti rejimi bir propaganda başkanı ve ne yazık ki israfı itibar sanan bir anlayış var.
Osman Öcalan’ın “Evet, kısa bir süre önce bir Cumhurbaşkanı danışmanıyla görüştük. Uzun bir görüşme oldu. PKK başta olmak üzere yaşanan durumlarla ilgili görüştük.” açıklaması basında yer aldı. Saray’ın zaten Osman Öcalan’ı kullandığı TRT’deki konuşmasından beri çok açık Buradaki soru, önümüzdeki günlerde terörist başı ve Osman Öcalan ile Saray nasıl bir organizasyon yapmak istiyor kısmında.
Cumhurbaşkanı’nın her yana saray yaptırdığı, dört bir yana içi boş kalan devasa camiler yaptırdığı bir ortamda Diyanet’in de böyle bir teşebbüste bulunması ve özellikle bir turizm alanı olan Bodrum’da bir gösteri yapacak mahiyette inşaat yapması, yine bu zamanın ruhunda normal. Bunlar dinî hizmetler değil, kendi anlayışlarını simgeleyen ve perçinleyen sembolik işler. Yarın bir gün devran döner, bu külliye güzel bir kongre ve kültür merkezi olarak da kullanılabilir.
İBB’nin 0-4 yaş bebeği olan annelere ücretsiz ulaşım kartı kullandırmasını Sayıştay yasaya uygun bulmadı. 2001 krizi döneminde rahmetli Ecevit’in çıkardığı 4706 sayılı kanuna istinaden Sayıştay böyle bir tespitte bulunuyor ve İBB’de buna uymak zorunda. Bunu bedava yapmak yerine 5 kuruş gibi sembolik bir rakamla kanuna uygun yapsalardı Sayıştay denetimine takılmazdı. Bunu Ankara ve İzmir belediyeleri yaptığında, bedava yapmak yasak olduğu için sembolik bir ücretle yapıyor. Sanki İBB’de ya bir beceriksizlik var ya da onlar mağdur durumuna düşürülmek için bile bile kanuna ters işlemler yapıyorlar. Yaptıkları hizmetleri yaparken bunları doğru dürüst yapmalarında fayda var. Yoksa hakikaten bu görüntüleri sadece kendilerini mağdur duruma düşürüyor zannetmesinler. Aynı işleri İzmir ve Ankara’da başarı ile yaptıklarında bu İstanbul’daki belediyenin beceriksizlik hanesine de yazılıyor. Hukukçu uzmanları ve hukuk departmanları varken İBB’nin bu beceriksizliği hayret verici.
Sayıştay raporları önce açıklandı ,sonra geri çekildi, sonra tekrar yayımlandı. Türkiye’nin tek adam ve tek parti döneminde Sayıştay’ın hâlâ kısıtlı da olsa bazı cesur raporlar yazmasını hayretle ve hayranlıkla izliyorum. Bizim iktidarımız beğenmediği kurumların kapatılmasını ya da değiştirilmesini istiyor. Anayasa Mahkemesi’nin bile kapatılmasını istedi. Dolayısıyla yakın gelecekte iki gelişmeden bir tanesini mutlaka göreceğiz kanaatindeyim. Ya Sayıştay’ın bütün ekibi tamamen değiştirilip Saray tarafından atanacak, ya Sayıştay kapatılacak.
Fatih Altaylı’nın Suriyeli sığınmacılar çıkışı olay oldu. Söyledikleri son derece doğru. Suriyeliler meselesinde mülteci ve sığınmacı ayırımına hiç dikkat etmiyoruz. Oysaki bu ayırım bizim için hayati bir durum. 1. Körfez krizinde milyonlarca Kürt, Saddam’dan kaçarak Türkiye’ye geldiler ve sığındılar. Iraktaki durum nispeten normalleştiğinde bir tanesi bile geri kalmayarak Irak’a geri döndüler. Bunlar sığındıkları Türkiye’de mülteci olmadılar. Biz nerdeyse bir senedir Suriye’de ne olup bittiği meselesini buzdolabına kaldırıp konuşmaz olduk. Suriye’den gelenlerin sığınmacı olması ve mülteci hâline gelmeden kendi ülkelerine gitmeleri gerektiğini ısrarla vurguluyorum. Hükûmet sanki gerek AB ile pazarlığında, gerek bir kısmını vatandaş yaparak kendi seçmeni hâline getirmek, gerekse de gayet belirgin bir şekilde Türkiye’nin demografisini değiştirmek için belirgin şekilde kullandığını görüyoruz. Bu Türkiye’ye yapılmış çok çok büyük bir kötülüktür.
Bu yazıyı okuyacak olanlara da bir hatırlatma yapalım. Suriyeliler burada hangi statüde bulunuyor Murat Erdoğan’a kulak verelim: "Türkiye’de yasal ve idari düzenlemeler Suriyelilerin ‘mülteci’ olarak tanımlanmasına izin vermemektedir. Türk kamu kurumları ve siyasetçiler uluslararası hukukta karşılığı olabilecek ve yükümlülük getirecek ya da bu algıyı yaratacak, ‘mülteci’ gibi kavramlardan özellikle kaçınmış. Genel kullanımda sığınmacı ya da misafir olarak tanımlamıştır. Yasal boyutunda da 22 Ekim 2014’te yürürlüğe giren yönetmelikle “Geçici koruma kapsamındadır."