Ak Parti ve saray yönetiminin Ankara ve İstanbul Belediyelerine yardımcı olmadığı, yardımcı olmadığı gibi engellemeye çalıştığı da muhakkak. Ancak, özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin her yaptığını da doğru bulmak mümkün değil. Göze çarpan iki hususa kısaca değinmek gerekiyor.
Adalar meselesinde Adalar’da faytonların kalkmasını doğru bulmayanlardanım. Bu getirilen elektrikli araçların görülen protestolardan anlaşılacağı üzere, orada oturanlara doğru dürüst hizmet etmeyeceği ortada olduğu gibi, turistik açıdan da son derece ucube araçlar.
Faytonlar meselesi New York ve Viyana’da olduğu gibi rahatlıkla atların iyi bakımını sağlamak ve Adalar’daki faytoncular mafyasının kontrol dışı bırakılmasıyla fevkalade devam edebilirdi.
Bu konuda bir önerimiz olmuştu. Atların bakımının Jokey Kulübü’nden belediyenin üstüne almasını, faytonları belediyenin işletmesini, sanki otobüs şoförü görevlendirir gibi fayton kullanıcısı görevlendirmeleri gerekiyordu. Burada Jokey Kulübü’ne de büyük görev düşüyordu. Bu atlar Jokey Kulübü’nden geliyor. Iskartaya çıkarılmış hayvan muamelesi yapacaklarına bu atlar için orada modern haralar kurup bu faytonları devam ettirmeleri gerekiyordu. Kaldırılmadan faytonlar ıslah edilmeliydi ve bu gelenek hayvan sağlığı gözetilerek yaşatılmalıydı.
Ekrem İmamoğlu, millet ittifakının adayı olarak seçilirken bundan evvelki dönemin bütün yolsuzluklarını ortaya çıkaracağını söylemişti. Bir gösteri ile başladı, arabalar bir meydana dizildi. O arabalarda da yolsuzluk yapılıp yapılmadığı ortaya tam olarak çıkarılmadığı gibi, arkasından da hiçbir yolsuzluk dosyasının, bir senedir tekemmül ettirilip adalete intikal ettirildiğini göremedik.
Bu toplum açısından şu neticeyi doğuruyor; demek ki bundan evvelki Ak Parti dönemlerinde hiç yolsuzluk olmamış ve Ekrem İmamoğlu da bunu ibra ediyor!..
O zaman, bundan sonra da yolsuzluk yapıyorlarmış, yapmışlar demeye muhalefetin hakkı yok! Madem yolsuzluk yapıyorlar, yolsuzluk var diye muhalefet partileri bugüne kadar konuştular; İstanbul’da yolsuzluk olup olmadığı konusundaki araştırmaların da açıklanmasını bekliyorum.
Ankara’da adalete intikal eden birçok yolsuzluk dosyası varken, İstanbul’da adalete intikal eden tek bir yolsuzluk dosyası yoksa, muhalefetin de oturup bir özeleştiri yapması lâzım.
Saygı Öztürk ve Süleyman Soylu...
Devlet yönetiminden nasibini almamışlar; insanları hain, terörist diye etiketliyorlar. Görgü kuralları açısından olduğu gibi, devlet yönetimi açısından da son derece tehlikeli bir davranış biçimi. AKP’yi yönetenler Saray’dan başlamak üzere kendilerine iyi niyetle bile olsa yapılan en ufak bir eleştiri veya hatırlatmayı, hainlik ve teröristlik olarak damgalıyorlar. Bu hayırlı bir gidişat değil. Ak Parti’nin bu konuda tepeden tırnağa kendisine bir çeki düzen vermesi gerekiyor.
Saygı Öztürk’ü Süleyman Soylu’dan çok daha önce tanırım. Son derece ahlâklı, düzgün, karşılıklı münakaşa ettigimiz zamanda bile terbiyesini hiç bozmamış, saygı kurallarının hiç dışına çıkmamış bir insan, gerçek bir gazetecidir.
Tartışma yaratan yazısında milletvekili hanımefendinin eşinin boşanıp, vekil hanımla evlenmesi konusunda bir hassasiyet gösteriliyor.
Herhangi bir mesele varsa bu konuda muhatap olan hanımefendi ve beyefendi kendi cevaplarını kendileri verebilir. Süleyman Soylu’ya ne oluyor da bu konuya neden müdahale ediyor anlamıyorum. Süleyman Soylu ahlâk zabıtası mı? İçişleri Bakanlığı’nın yanında ahlâk zabıtalığına da mı soyundu? Süleyman Soylu’ya ne oluyor da bu hanımefendi ve beyefendi yerine konuşuyor?
Süleyman Soylu’nun bu üslûbu, bir süredir bir yönetim üslûbu hâline geldi. Kendisinin bu üslûbu bir İçişleri Bakanı’na katiyen yakışmıyor. Yarın daha yüksek makamlara gelmeye heves eden Süleyman Soylu’nun bu üslûbu son derece sorunlu. Süleyman Soylu'nun nepotizm konusuna hiç değinmeyip yazıyı bel altı vurmak hususuna getirmesini gülerek ve anlayışla karşılıyorum.
Bunu böyle görmeye mecbur. Nepotizme dokunamadığı için böyle konuşmak zorunda kalıyor herhâlde. Saray, ağzına kadar nepotizm örneğiyle dolu. Nepotizmin konuşulmasını istemediği için siyasetçi kıvraklığıyla dikkati başka yöne çekme çabası, devletin ciddiyetine çok zarar veriyor.
Ahmet Davutoğlu ve erken seçim...
Ahmet Davutoğlu’nun samimiyetle bir şey yapmak istediği kanaatindeyim. Bu samimiyet intibasını pekiştirmek istiyorsa zamanında gördüğü ama müdahale etmediği dosyaları hemen savcılığa intikal ettirsin. Aksi takdirde inandırıcılığını ve samimiyetini yitirecektir.
Sandığa nasıl yansır peki bu açıklamalar deniyor, açıkçası bilmiyorum. Bilmeme gerekçem de seçmen davranışı, bu çalma çırpma konusunda pek hassasiyet göstermiyor. Bilakis nepotizmden faydalananlar kategorisine girme çabasındalar. Bu çok acıklı bir şey.
Recep Tayyip Erdoğan’a alternatif çıkmasını beklediğimiz muhalefet partilerinden de gerekli kıpırdanmalar gelmiyor. Örneğini Ekrem İmamoğlu’nun yolsuzluk dosyalarının üzerine gitmemesinden verdim. Bir taraftan Davutoğlu niye bunu böyle yapmamış diyoruz, öbür taraftan İmamoğlu da aynı kategoriye düşüyor. Nedense iktidara gelenler (Mansur Yavaş ve bir iki isim hariç) hiç kimse bu konuda hassasiyet göstermiyor.
Bahçeli-Erdoğan görüşmesinin ardından yapılan açıklamanın, 1 saatlik görüşmenin muhtevasını yansıttığına inanmak pek kâbil değil. Erken seçim emareleri kuvvetli şekilde hâlâ etrafımızda dolanıyor. Ekonomik gidişat ve siyasi hamleler buna zorluyor.
Beklenen Turist gelmiyor!
Beklenen turistin de Avrupa’dan gelmeyeceği nedenleriyle belli oldu.
Koronavirüs sürecinde tüm dünyanın salt koruma sistemi yerine, toplumun bağışıklığı sistemine geçtiğini görüyoruz. Ekonomik şartlar tüm dünyayı buna zorladı.
Avrupa ülkelerinde de AB topluluk dayanışması içinde, insanların kendi ülkelerinde kalmalarını veya İspanya, İtalya, Fransa ve Yunanistan’a gitmelerini istiyor. Biz de bir Akdeniz turizmi ülkesiyiz ama Avrupa Birliği grup içerisindeki ülke insanlarının, yine AB sınırları içinde kalmasını istiyorlar.
Bizimle Libya ve Kıbrıs’taki çekişmelerini de düşünürsek tıbbi olarak tedbir alıp almamamızdan bakmaksızın siyasi olarak dışlıyor. Yunanistan, İtalya İspanya ve Fransa’ya yönlendiriyor.
Avrupa Birliği’nin bizi dışladığını görüyoruz. Elimizde kala kala Rusya ve Ukrayna gibi ülkeler kalıyor.
Avrupa’yı bir tarafa bakalım da, 1 Haziran itibarıyla normalleşmeye başlayacağını ilan eden Türkiye’den Rusya, 31 Mayıs’ta neden vatandaşlarını tahliye etti?
Sayın Recep Tayyip Erdogan, Putin Rus turistleri ne zaman Türkiye’ye yolluyor onu da bir sorsun.