Salgın ilk başladığında Fahrettin Koca’nın iyi bir performans gösterdiğini düşünerek kendisini desteklemiştik.
Ancak zaman geçtikçe şüphelerimiz arttı ve ne yazık ki şüpheler, haklı çıktı. Her ne kadar Avrupa’ya nazaran Türkiye’nin tıbbi imkânları daha iyi olsa da, yönetim olarak ne kadar alaturka olduğumuzun en yeni örneğini de Fahrettin Koca, Bilim Kurulu ve Saray verdi.
Vaka ve hasta diye ayrıma gidilerek rakamların saklanması hakikaten ciddi bir akıl tutulması. Bilakis vaka sayılarının ne olduğu ciddiye alınıp gerçek veriler açıklansaydı, halk bu işi daha ciddiye alırdı.
Günlük birkaç binlik rakamları başta yönetim olmak üzere 83 milyonluk ülkede kimse ciddiye almadı. Halkı paniğe sevk etmemek adına bu yola başvurulduğu ima edilse de, bunun nedenlerinin ekonomik olduğu hepimizin mâlûmu.
ALMAN MEDYASININ SALGININ YAYILMASI KONUSUNDA TÜRKİYE'Yİ SUÇLAMASI
Almanya’nın Türkiye’nin verilerini gizlemesi nedeniyle yaptığı açıklamaya gelince halt etmişlerdir. Başta Almanya ve Fransa’nın bize karşı, bizi tenkit edecek malzeme arayan hâli var. Rakamlarınıza zaten en baştan itimat etmiyorlardı ki bugüne kadar bütün Schengen Bölgesi, bize seyahat yasağı uyguladı ve uygulamaya da devam ediyor. Yani Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın virüs ile mücâdelede kendi hatalarını bize mâl etmeye çalışması âmiyane tabirle halt etmektir.
GEMİMİZİN DURDURULMASI
Doğu Akdeniz’de gemimizi hukuksuz şekilde durdurması da bundan bağımsız değil. Almanya’nın tavrı ciddi bir istihbarata dayanmayan saçma sapan bir tavır olarak görünüyor. Bu arada da biz sesimizi bazı ülkelere karşı yükseltip ‘Eyyy!’ diye bağırırken, sıkıştığımızı gördüğümüz zamanlarda, 10 Aralık’ta AB’nin Türkiye’yi konuşacağı zamanda suskunluğu tercih ediyoruz. Bu da dış politikamızın inişli çıkışlı cilvelerinden bir tanesi.
ERDOĞAN İSTEDİĞİNİ İSTEDİĞİ YERE SATAR
Katar ile yapılan antlaşmaya gelince tek adam rejiminde bunlar gayet normaldir. Tank Palet Fabrikasının yüzde kırk dokuzu, Borsa İstanbul’un yüzde onu satılır. Tayyip Erdoğan neyi isterse, hangi fiyata isterse hiçbir şeffaflık olmadan istediği şekilde satma yetkisine sahip. 17 Nisan 2017 referandumu ile getirilen Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin normal icra şekli budur. Buna şaşıranlara şaşıyorum. Erdoğan; istediğini istediği yere atar, istediğini satar, istediğini istediği fiyata satar. Kimseye de hesap vermek mecburiyeti, sistem gereği yok. Bu böyle bilinmeli. Bundan şikâyet ediliyorsa referandum öncesinde çok ciddi çalışılmalıydı. Hâlâ şikayet ediliyorsa o zaman erken seçim isteyip iktidara gelmeye çalışmanız lâzım.
SURİYE UNUTTURULDU
Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekâtı gibi üç büyük operasyon yaptığımız Suriye’yi artık hiç konuşmuyoruz. Orayı unuttuk ve bize unutturuldu. Biz dış politikadaki her konuda, Azerbaycan, Suriye ve Libya’da, Rusya’nın bize çizdiği çizginin sınırlarına geldik ve o sınırda durduk. Onun ötesine geçmemiz söz konusu bile değil. Elde ettiğimiz kısmi başarılar var ama ya masaya gelemiyoruz ya da masaya gelince masada gerekli adımları atamıyoruz.
6 MİLYON SURİYELİYİ KALICI YAPMAK İÇİN İKTİDAR VE MUHALEFET ANLAŞMIŞ GİBİ
Suriyeli sığınmacılar meselesi ve onların Türkiye’de uyumlu hâle getirilmeleri yönünde sistemli çalışmalar var. Bundan bir yıl önce Suriyeliler geri dönecek , TOKİ orada bina yapacak denirken bu konu hiç konuşulmaz hâle geldi. Anlaşılan 6 milyon Suriyeli sığınmacıyı kalıcılaştırmak ve vatandaş yapmak için İktidarı ve muhalefeti ile bütün siyaset kurumu anlaşmış görünüyor. Bundan artık şikâyet de etmememiz lâzım. Çünkü Recep Tayyip Erdoğan ne isterse, muhalefet de bunu aynen yapıyor. Muhalefetten de Türkiye’nin meselelerine dair birçok konuda ses çıkmıyor.
ERKEM SEÇİM OLUR MU
Kemal Özkiraz’ın Avrasya anket olarak yaptığı bir araştırma var. Halkın yaklaşık yüzde ellisi erken seçim istemiyor. Erken seçim isteyenlerin oranı da yüzde otuz beş civarında. Erken seçim istemeyenlerin de neden istemedikleri sorulduğunda, muhalefete karşı halkta büyük bir güvensizlik var. Çok enteresan bir durum. Halk bir taraftan Türkiye’nin iyi idare edilmediği, ekonominin kötü olduğu gibi şikâyetlerde bulunurken, öbür taraftan muhalefetin icraatsızlığını gördüğünde, güven vermediğini gördüğünde, yine de çareyi AK Parti’ye sığınmakta buluyor. Bu alışılmış çaresizlik sendromudur. Ve bu Türkiye’de muhalefetin ne kadar başarısız olduğunun bir göstergesidir.
ARINÇ, ARSLAN VE ALBAYRAK VAKASI AK PARTİ'NİN GELDİĞİ NOKTAYI GÖSTERİYOR
Bülent Arınç, İhsan Arslan ve Kemal Albayrak AK Parti’nin kurucu kadrosundan önemli isimlerdi. Bu üç beyefendi, bir şikâyette bulunmuş, şikâyet ettikten sonra, Türkiye’de ifade özgürlüğünün ne kadar sınırlı olduğunu ve bırakınız muhalefet etmeyi, fikir beyan etmenin ne kadar zor olduğunu bu üç kişi de idrak etmiş vaziyetteler. Özellikle Arınç ve İhsan Arslan. Arınç’ın partiden ihracı için bir teşebbüs olmadı ama İhsan Arslan’ı parti disiplin kuruluna sevk ettiler.
Bu üç beyefendi de senelerden sonra, durumun ne kadar vahim olduğunu idrak etmeye başlayıp fikirlerini, demokratik ifade özgürlüğü çerçevesinde ifade ettiklerinde, başlarına ne geldiğini görerekten Türkiye’de ifade özgürlüğünün AK Parti eliyle ne hâle getirildiğini yaşayarak gördüler.