Gün bitmeden yazının ikinci kısmını gazeteye yetiştirmem gerek, yoğun bir haftaydı geç kalmayım. Ama stres yok! Spotify’da “Beach Vibes” çalma listesini açtım, arka planda Copacabana’da güneşlenirken Caipirinhamı yudumladığımı düşünüyorum. Hayalimde Rio’ya özgü buz gibi kokteylimi içerken, yavaştan geçen hafta kaldığımız yere döneyim: Evet, yarın sabah Rocinha’ya, şehrin en büyük gecekondu mahallesine gidiyoruz.
Ancak, gitmeden önce anlatacaklarım var; öncesinde favela turlarını araştırırken ücretsiz şehir turunda da soruyu gündeme getirmiştim: 4x4 Jeep’lerle (arka arkaya 5-6 Jeep) bölgeye girip, arabadan inmeden sanki Afrika’da safarideymiş gibi bu “tehlikeli” mahalleler hakkında bilgi alıp bölgeyi terk edip kendi “güvenli bölgeleri” olan otellerine geri döndüklerini öğrendim. Fahiş fiyatlara, güzel bir pazarlama süreci sonunda, yanlış bir deneyim sunuyordu bu turlar. Tesadüf ki, bahsettiğim bu “Safari Turuna” tam da mahalledekilerle yemek yerken rastlamıştık çocuklarla birlikte. Bir film karesi gibiydi: biz içeride, onlar gerçeklikten kopuk, dışarıda…
Sabah erkenden kalkıp hazırlandık, herkes eşyalarını ve parasını dolaplara koyup kilitledi. Yanımıza sadece Rocinha yakınlarına kadar gidip gelebilecek bir metro kartı ve bir öğle yemeği parası aldık. Yakında bir durakta inip, geri kalan yolu yürüyecektik. Gasp edilme ihtimaline karşı turist gibi görünmemekti amacımız. Hedefimiz buydu ama sonuç: üçümüzün de parmak arası terlik ve plaj atletleriyle turistten farkımız yoktu. Hem Alin 1.95’lik boyuyla beyaz Avrupalı, Mimi ise Asyalı çekik gözleriyle “ben buradayım” diyordu. Beni anlatmaya gerek yok zaten, I am from Keçiören.
Hafif yağmur çiseliyor ama engel değil. Giderken hem aramızda hem de metroda insanlarla sohbet ediyoruz, favelalara tursuz girmememiz tavsiye ediliyor. Bunun nedeni, polis ve suçlular arasında çatışma çıkarsa “daha” güvende olmamız. Öğreniyoruz ki, tur şirketleri polisin operasyon yapacağını önceden bildiği için o günlerde tur düzenlemiyormuş. Biz de olası operasyonda çapraz ateşte kalmamak için mahallenin girişindeki polislerle konuşup bir tehlike olup olmadığını öğreniyoruz. Sonuç temiz, giriş serbest.
Yolumuz uzun, en tepeye kadar çıkmayı hedefliyoruz. Kıvrımlı yolu takip ediyoruz. Sokak aralarında üzerimizden geçen kaçak elektrik kabloları, bazı sokaklarda ise pis su atıkları parfüm edasında. Biraz ileride solda, yıkık bir binanın çatısında, ellerinde yarı otomatik silahlarla iki muhafız mahallenin girişinde gözcülük ediyor. İlerliyoruz, mahalle girişinden en tepeye moto-taksiler arı gibi çalışıyor. Yıkık dökük, gecekondudan bozma marketlerde mahalle yaşamı öne çıkıyor; atılan birkaç sandalye, tüplü bir televizyon, belki arka planda çalan Samba ve plastik sandalyelerde oturan favela sakinleri bir gökkuşağının bütün renkleri gibi birbirini tamamlıyordu. Her biri kendi hayatına odaklanmış, zararsız, kendi halinde yaşayan insanlardı.
Az ilerde, yukarıda bahsettiğim bir market-pub’a girip susuzluğumuzu gideriyoruz. Yan masadakilere laf atıyor Alin, hemen muhabbete başlıyoruz. Ben İspanyolca, Alin Portekizce sağlı sollu giriyoruz lafa. Beni anlamadıklarında kumarbaz Alin düzeltiyor, sonra kahkaha tufanı. Arada, anladığım kadarıyla, Mimi’ye masada dönen muhabbeti tercüme ediyorum. Bütün Dünya’nın korktuğu, girmekten çekindiği mahallede, neredeyse aynı masada dönen muhabbet pazarlamanın, medyanın ve algının gücünü bir kez daha gösteriyor. On binlerce insanın yaşadığı mahallede maalesef ender turistlerdeniz.
İşin aslı, bu pazarlama ve medya sayesinde tur şirketlerine ciddi para akıyor. Özellikle Kuzey Amerika ve Avrupa’dan gelen turistler bu şirketlere ciddi para akıtarak gerçek hayatı göremeden ayrılıyorlar bölgeden. Günün sonunda geriye kalan, keyifli anlar, kahkahalar, zararsız insanlar.Bir keresinde Arjantin’deyken konuştuğum Brezilyalı arkadaşlarım demişti ki: Favela operasyonları siyahilere yapılan yıldırma operasyonlarından başka bir şey değil. Evet, çünkü orada uzun zaman önce kölelik yapan Afrika kökenli insanlar yaşıyor ve beyazlar siyah rengin gündelik hayata çok da karışmasını istemiyor.
Adrenalin, kahkaha ve eğlence dolu günün ardından merkeze dönüyoruz. Belki biz kötü bir olayla karşılaşmadık ancak herkesin favela deneyimi de böyle geçmeyebilir. Bu yüzden, bizi referans almayın siz : ) Akşamında, Ipanema plajındaki sanat pazarı gezip şehirden ayrılmadan önce kendimize hatıralar alıyoruz. Ben, doğa harikası bu şehre ait resim aldım. Aynen, alttaki resim.
Maceranın sonunda Alin Romanya’ya, Mimi’de Tayvan’a döndü. Alin’le hala görüşüyoruz. Hatta geçen hafta görüntülü aradığımda hastanedeydi. “Bak Onur, nerdeyim görüyor musun?” derken sanki bir çocuğun şefkate ve ilgiye ihtiyacı varmış gibi tondaydı sesi. Maalesef Covid pozitif ama korkulacak bir durum yok, atlatmış. Yine de 10 gündür gözetim altındaymış. Haftaya yine ararım, muhtemelen iyileşmiş olur. Mimi’den ses yok, ulaşamıyoruz maalesef : ( Hayalimiz, Alin’in Vegas’taki Dünya Poker Turnuvasında yarım kalan hesabını beraber tamamlamak. Unutmadan, aşağıya Alin’in de bir fotoğrafını koyuyorum okurken canlandırın diye.
Haftaya görüşürüz.
Not: Gecekondu mahallesine girerken yanımızda değerli hiçbir eşya götürmedik; telefonlarımız, fotoğraf makinemiz, aksiyon kameramız, kolye ve saatlerimiz gibi soyulmamıza neden olabilecek bütün aksesuarlarımızı hostelde bıraktık. Bu yüzden görüp yaşadıklarımı, bana ait olmayan, temin ettiğim en iyi fotoğraflardır.