İlk yazımda da bahsetmiştim yolda birbirinden farklı insanlarla tanıştığımı. Bunlardan biri de Romanyalı Alin, nam-ı diğer kumarbaz Rumen. Alin’le Rio’da tanıştık, hostelde. Benden bir iki gün sonra gelmişti yanılmıyorsam. Brezilya seyahatimde, Rio de Janeiro’ya gelene kadar bana kapısını açan insanların evinde kalmıştım. Rio karnavalında ise eve giriş çıkış saatlerim sorun olmasın diye kendime ev ve hostel tuttum. Karnaval sırasında hostel fiyatları pahalı olduğundan merkeze bir buçuk saat uzaklıktaki kenar mahallelerin birinde Airbnb üzerinden ev tutmuş, karnaval sonrası fiyatlar düşünce de merkezde, Copacana bölgesinde, plaja çok yakın bir yerde hostelde konaklamıştım. İşte, hikayenin kahramanlarından Alin ve Chung-An’la bu hostelde tanıştık.
Rio’ya gelmeden, görmek istediğim yerlerin listesini çoktan yapmıştım; bunlardan bazıları Pão de Açúcar (Sugarloaf Dağı), Cristo Redentor (Kurtarıcı İsa Heykeli), Dünya’nın en iyi özçekim noktalarından Pedra do Telégrafo (Telegraph Stone / Telgraf Taşı desek çok mu kötü çevirmiş oluruz acaba?) ve “tehlikeli” gecekondu mahalleleri. City of God (Tanrıkent) izlediğimden beri zaten merakım vardı gecekondu mahallelerini yerinde ziyaret etmeye ama bu hiç de kolay değildi. Rio de Janeiro’ya yaklaştıkça duyduğum hikayeler, São Paulo’da beni soymaya çalışmaları, gördüğüm açlık ve şehrin sefaleti bu adımı atmamı zorlaştırıyordu. Normalde hiç çekinmeden gideceğim kenar mahallelere daha temkinli yaklaşıyordum artık; geceleri sokakta tek başıma gezmiyor, yanımda yüklü nakit taşımıyordum (ki hiçbir zaman çok fazla nakitim de olmadı seyahatim boyunca :)) Bu nedenle, Favela deneyimini de profesyonel bir tur şirketiyle yapmaya daha yakındım. Ta ki, Alin’le tanışana kadar…
Dünya’nın en renkli karnavalı sonrası sakinleşen kentte günlerimi daha rutin geçirmeye başlamıştım; Gündüzleri, Rio’ya kadar gelmemi sağlayan en büyük motivasyon kaynağım, Copacabana Plajında vakit geçiriyor, akşama doğru ise şehri keşfeder olmuştum; güneş batmaya yakınken de deniz ve şehrin yorgunluğunu gidermek için hostele geçer, yol üzerinde rastlarsam Tapioca atıştırır hale gelmiştim. Tapioca’yı ilk defa Brezilya’da tattım. Manyok adlı bitki kökünden elde edilen nişasta ile yapılıyor, fazlasıyla lezzetli. Sokakta her an karşınıza çıkabilir. Bu hafif ve lezzetli sokak yemeği sonrası hostele döndükten sonra ortak alanda belki bir şeyler izler, belki de yatağımda (üç katlı ranzanın en altında) vakit geçirirdim. Arada, (yanlış hatırlamıyorsam yazılışını) Tayvanlı Chung-An (çangan diye okunuyor) ile sohbet eder, kaynatırdık. Aramız daha iyi oldukça benimle takma ismini bile paylaştı: Mimi. Evet, sadece Mimi.
Mimi’yle aramız iyiydi ama Alin gelince her şey daha keyifli oldu. Üçümüz de henüz Rio de Janeiro’nun ünlü gecekondu mahallelerine girmemiştik. Aramızda bu tura para verebilecek tek kişi, kod yazarak para kazanan, Mimi’ydi. Daha sonra öğrendiğime göre, Alin hayatında hiç çalışmamıştı ve Dünya’yı çevrimiçi Poker’den kazandıklarıyla geziyordu. Onun da bütçesi sınırlıydı. Ve ben, aklımda olgunlaşmaya başlayan profesyonel Favela turuna, düşük bütçem nedeniyle para vermek istemiyordum.
Hala kararsızken şehri yürüyerek keşfetmeye devam ediyoruz; ben “ücretsiz” şehir turuna katılmışken, Alin ve Mimi Museu do Amanhã’ya (Museum of Tomorrow) gidiyor, ertesi gün neredeyse iki yüzyıllık Real Gabinete Portugues da Leitura (Royal Portuguese Reading Room) giderken ben, diğer arkadaşlar Escadaria Selarón’da (Selarón Basamakları) vakit geçiriyorlardı. Söylemeden geçemeyeceğim, Jorge Selarón’un Rio’ya hediyesi olan, Dünya’nın birçok yerinden gelen mozaiklerin arasında Türkiye’den gelen mozaiği de uzun uğraşlarım sonucu bulup, kameraya almıştım.
Birkaç günün sonunda Alin bizi ikna etti. Ertesi sabah erkenden Rocinha’ya, Rio’nun en büyük gecekondu mahallesine gitmeye karar verdik. Karar verdik ama bu yazı beklediğimden uzun olacak gibi o yüzden devamı sonraki yazıya : )
Devamı haftaya…
Not: Gecekondu mahallesine girerken yanımızda değerli hiçbir eşya götürmedik; telefonlarımız, fotoğraf makinemiz, aksiyon kameramız, kolye ve saatlerimiz gibi soyulmamıza neden olabilecek bütün aksesuarlarımızı hostelde bıraktık. Bu yüzden görüp yaşadıklarımı, bana ait olmayan temin ettiğim en iyi fotoğraflardır.
Yazının devamını sabırsızlıkla bekliyorum. Onur beyi tebrik ediyorum.