Sosyal medyada gezinirken “Sabah uyandığımda İsviçre’de dağ manzarası eşliğinde kahvaltı yapmak istiyorum” benzerinde bir tweet görünce Zürih’teki kahvaltım canlandı gözümde. Kardeşim Yüksek Lisans için Hollanda’ya gidince onu ziyaret etmek istemiştim. 2014 yılında Hollanda vizesini alınca, aynı vizeyle bu defa Zürih’i de görmeyi kafaya koymuştum. Daha önce İtalya sınırındaki Lugano’yu ziyaret etmiştim ama Zürih’i hep merak ediyordum. Sonunda, bir gece iki günlüğüne Zürih planımı yaptım.
Hollanda ve Avusturya seyahatimin arasına sıkıştırdım Zürih’i. Gece için kalacak yer ayarladım; bütçe sınırlı, İsviçre pahalı. Neyse ki, CS (couchsurfing) üzerinden bir arkadaş kabul etti: Thomas. Amsterdam’dan trenle ulaşmıştım. Bahnhofstrasse (İstasyon caddesi) karşıladı beni. Hayatımda görebileceğim en ünlü ve en pahalı markalar tek bir caddedeydi. Ama basamakları tırmandığımda benim için onlardan daha değerli olan bir mağazayla göz göze geldim: Läderach; 1962’den beri üretilen, yüksek kaliteli İsviçre çikolatası. Toblerone, Lindt ya da Frey kadar ünlü değil ancak onlardan daha lezzetli. Dakikalarca camın arkasından izledim hayranlıkla, neredeyse Kemal Sunal gibi cama ekmek banacaktım : ) Daha fazla dayanamadım ve bir parça taze yapılmış çikolata almak için mağazaya adım attım. Tadı hala damağımda. Zürih deyince aklıma gelen anılarımdandır Läderach. Yolunuz düşerse gar çıkışı sizi karşılayan caddedeki mağazasına mutlaka uğrayın.
Her neyse, çikolatanızı yediyseniz devam edeyim. Gündüz ulaştım tren garına ancak akşam iş çıkışına kadar Thomas’ı bekledim. Beklerken gezdim. Birbirinden güzel mağazalar ve parıltılı dükkanlar. Bende sadece yemek parası, o da ucuz yerlerde. Şanslıyım ki, kalacak yere ücret ödemiyorum. Yanılmıyorsam, o dönem incelediğimde, konaklamanın gecelik fiyatı 80-100 İsviçre Frangı kadardı (Frank, Euro ile birebir diyebiliriz). Bu sayede konaklamaya ödemem gereken parayla yemeklerimi halletmiştim.
Akşam olmasını beklerken heyecanla geziyorum bir yandan. Her yeni şehre gittiğimde yaptığım gibi yürüyorum; Zürih gölü, istasyon caddesi ve kilisedeki saat kulesi derken buluştuk. Yemeği dışarıda yiyelim deyip Café Odeon’a gittik. İstediklerimizi ısmarladık, barda oturup bir şeyler içerken sohbet ediyoruz.
Bir yandan dirseğimi dayadığım ahşap barda Thomas’ı dinlerken, diğer yandan hayranlıkla dekorasyona dalıyor gözlerim. Arada hem kafenin tarihini hem Zürih’i anlatıyor: 1911 yılında, henüz Dünya Savaşı başlamamışken kapılarını açıyor kafe. Lenin, ilk ziyaretçilerinden. Sadece Lenin değil, James Joyce ve Einstein da bulunmuş Odeon’da. Baktığımda, Einstein ile uzayda aynı yerde bulundum sadece farklı zamanlardaydık. Belki de yan yanaydık. Bunu düşünmesi bile harika hissettirmişti, hala da öyle. Seyahatim sonrasında araştırdığımda ise Dadaizm sanat akımını takip eden entelektüeller de, kısa ömürlü olan Cabaret Voltaire’in (1916) yanı sıra, sıkı müdavimi olmuşlar Odeon’un. Bayılıyorum böyle kafelere, Buenos Aires’teki La Biela ve Viyana’daki Café Hawelka da sanatçıların buluşma noktasıydı bir zamanlar.
Thomas’a gelince… Seyahat acentasında Cruise gemi turu satıyordu. Bu sayede gemiyle Dünya’nın birçok yerinde bulunmuş. Ülkemizi de ziyaret etmiş. Ben de misafirperverliğine karşı, ziyaret ettiği ülkemizi unutmasın diye küçük bir Truva atı heykeli hediye etmiştim. (O dönem Çanakkale’de çalışıyordum.) Neyse, yedik, içtik, sohbet ettik derken geç de olsa kalktık mekandan. Ertesi sabah evden çıkmadan önce kahvaltı yaparsak hazırlayabilirim deyince ben de odada çantamı rahat rahat hazırladım. Kahve kokusu geliyor, duyuyorum. Mutfağa geçtim, kahvaltı nerede diye sordum. Bana kahve ve kızarmış ekmeği işaret edince anladım ve hayal kırıklığıyla İsviçre kahvaltımı bitirdim J Ama bu sadece burada değil, İtalya’da, Almanya’da veya Hollanda’da böyleydi. Yani bizim kahvaltı kültürümüz yok başka yerde. Demem o ki, isviçre kahvaltısına çok da özenmeyin J Tabii, evden çıkıp merkeze geçince kendime tekrar kahvaltı ısmarlamak zorunda kalmıştım. Yemek yedikçe mutlu olan biriyim ne de olsa.
Bir de anısını paylaşmıştı o akşam Thomas. Ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış bilemem. Ünlü İsviçre çakısını üreten Karl Elsener’in büyük büyük torunuyla ilkokulda aynı sınıftalarmış. Bugün her yerde bulabildiğimiz sağlam İsviçre çakısı sayesinde o köyde, Ibach’da, Victorinox’un bir fabrikası var. Fabrikayı gezebiliyorsunuz. Küçücük bir bıçak, uzak ve ufak bir köyü 1884’ten beri ekonomik anlamda kalkındırıyor, istihdam sağlıyor.
Bakalım haftaya nereye gideceğiz, nereyi anlatacağım. İyi hafta sonları!