Sayın Cumhurbaşkanı bir sabah telefonu kaldırmalı, ana muhalefet partisi genel başkanını aramalı ve buyur edip, gelin bir konuşalım demeli. Sayın Meral Akşener’i davet etmeli. TBMM’nin açılışının 100. yılında bunu mutlaka yapmalı.
Meclisin 100. Yıl oturumunda İşçi Partisi Genel Başkanı’nın yaptığı konuşma, şimdi ne diyeceğiz, bu konuşmaya itiraz mı edeceğiz?
Ben 80 öncesi ideolojik olarak farklı bir düzlemde bulunan adamdım. Doğruyu söyleyen adama, yanlış söylüyorsun demek gibi bir hâlimiz var mı?
Böyle bir şey olabilir mi?
Ailenin reisinin şefkatini hissettirmesi lâzım. Umudun özü orada. Ailenin reisinin masayı toplaması lâzım. Buradan Sayın Cumhurbaşkanımız 83 milyonun Cumhurbaşkanı. Cumhurbaşkanı sokağı en iyi bilen insan. Sokaktaki tansiyonun ne düzeye geleceğini hepimizden daha iyi bilmesi gereken bir insan.
Hâl böyle olunca neden insanları bir araya toplamazsınız, neden farklı, aykırı seslere kulak vermezsiniz?
Türk Milleti bir sabah kalksa, sayın Cumhurbaşkanı tüm parti liderleriyle aynı masada, memleketi konuşuyor olsa. İşte umut dediğimiz nedir, oradadır umut.
Nereden arayacağız, nerden bulacağız umudu? Bir şapkanın altından tavşan çıkaracak durumda değiliz.
Türkiye çok önemli fırsatlar kaçırdı.
7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan tabloda bir AKP-CHP hükûmetinin, ülkedeki cepheleşmeyi ortadan kaldırabilecek bahar iklimi estirdiğini düşündüm ve bunun için dua ettim. Oturup kalktığım her yerde bunu anlatmaya çalıştım. Bu fırsatı Türkiye kaçırdı. 15 Temmuz belâsının üzerine, Yenikapı’da bir uzlaşı fotoğrafı ortaya kondu. O, beni yine heyecanlandırdı. Acaba, oturup ortak dertlerimizi konuşabilecek miyiz diye umutlandım. Maalesef!.. 15 Temmuz’da da bu olmadı.
Sayın Kılıçdaroğlu 19 Mayıs öncesi Çubuk’ta ağır bir saldırıya uğradı.
Fakat hemen ertesi gün Samsun’da, Sayın Cumhurbaşkanının yanında olma iradesini gösterdi. Kendisine yapılan o saldırıyı sömürmedi. Birlik beraberlik görüntüsü vermeye çalıştı.
Şimdi eğer ailenin reisi, Sayın Cumhurbaşkanı ise; cepheleştirme, ötekileştirme siyasetinin, promosyon siyasetinin de sonuna gelindiğini, en iyi onun bilmesi lâzım. Bu ne demektir? Ailenin tüm fertleriyle oturup konuşmayı, yol aramayı zorunlu kılan bir hâldir.
Biz ölümüze hep beraber sahip çıkacak, dirimizi hep beraber yaşatacak kadim bir kültürün taşıyıcılarıyız. Hâl böyle olunca doğal olarak bazı belediye başkanlarının yaptığını yanlış bulup, merkezi hükûmetin bunların tamamını yapmada sorumlu olduğu gibi bir iddia içerisindeyseniz, o zaman fakirin kapısına koli göndermeyeceksiniz. Onun işini, aşını sağlayacaksınız. Onun cebine ayda bin lira koyarak onun derdini ortadan kaldıramazsınız. Şüphesiz ki insan ölümden korkar. Ama ölümden daha fazla açlıktan korkar. Bir sürü ekonomist, bir sürü bilim insanı ülkenin bu virüsten sonra karşılaşacağı büyük buhranı anlatmaya çalışıyor.
Devlet aklı nerde var?
Belediye başkanlarının ve parti liderlerinin ideolojisi, siyasi kimlikleri ne olursa olsun, ailenin reisinin bunları bir masanın etrafında toplayıp, bu masanın etrafında gelecek büyük ekonomik buhranın, asayiş problemlerine dönüşmemesini nasıl sağlayabiliriz, bunun üzerine kafa yorması lâzım.
Eğer bunun üzerine kafa yormazsak, biz bir gün tırnak içende söylüyorum, bu topraklarda çok ileri asayiş problemleri yaşayabiliriz.
Aç insanı daha fazla evde tutamazsınız.
Virüs korkusu insanları bir süre daha evinde tutabilir belki ama, mide denilen bir şey var ki; bu her şeyin ötesinde insanı evin dışına çıkarmak zorunda bırakan bir güçtür.
Kimlik ve Promosyon siyaseti...
Uzun suredir Türkiye siyaseti kimlik ve promosyon siyasetini yöntem olarak seçmiş ve kendini bu dar alana sıkıştırtmıştır.
Dolayısıyla kimlik ve promosyon siyaseti, iktidarların icraatlarının ölçümlenmesi için aklı devreden çıkarmıştır.
Akla; gerekeni yaptı mı yapmadı mı, kârda mı zararda mıyız sorusunu sormayı unutturur.
O kimlik alanını kaşıdığınızda o ehil midir, liyakatli midir, ülke için doğru şey yapıyor mu, gibi sorular seçmenin aklından uzaklaşır. Hiç kimse babasının cebinden para ödemiyor. Belediyeler de merkezi hükûmet de netice itibarıyla bu milletin cebinden çıkan parası üzerinden bu yardımları, katkıları sağlamaya çalışıyor.
Yardımlar, Vatandaşın Vergisidir
İktidar şundan endişe duyuyorsa, bu promosyonu benden başka biri yaparsa ve benim müşterimi çalacak diye bakıyorsa; Türkiye, bugüne kadar özellikle 18 yıllık AKP iktidarını merkeze koyarak söylüyorum, olup bitenden hiç ama hiç ders çıkarmamış demektir. Şüphesiz ki bu virüs bir gün sonlanacaktır. Türkiye’nin en uzun süredir taşıdığı ve bir türlü yakasından düşüremediği en tehlikeli virüs, gönülde ve dilde oluşan ayrıştırma, ötekileştirme, cepheleştirme virüsüdür. Türkiye’nin en büyük problemi budur.
NOT: Bu yazı, Sayın Gürcan Dağdaş’ın FOX TV’de katıldığı canlı yayın programından derlenmiştir.
gürcan dağdaş hemşehrimiz güzel yazmış.. çok iyi niyetinden ziyade başka kurtuluşu zor gördüğündendir.. yani ülkenin kasasını boşaltanlara ceza kesilmeyecekmi.? yargılanmayacaklarmı.?