Türkiye çok uzun zamandır baharın coşkusunu tam olarak yaşayamıyor.
Mart ayı geldi mi Türkiye diken üstünde olur, Nevruz olaysız kutlanıp geçsin diye dua edilirdi.
Önce Nevruz Bayramı, bölücü odakların terör faaliyetleri için tahakküm altına alınmaya çalışıldı. Uzun bir süre bu özel gün üzerinden kargaşa çıkartmanın yolları arandı.
Neyse ki Türk Milletinin feraseti bölücülere karşı galip geldi, Nevruz coşkuyla kutlanır oldu.
1984 yılından beri çoğunlukla ivme kazanan, nadiren de düşüş gösteren kanlı terör saldırılarının zamanı oldu bahar. Gün geldi 40 bine yakın vatandaşımızın katledilmesinden sorumlu, suçu hukuken ispatlı terörist başının Diyarbakır Meydanı’nda okunan mektubuyla, teröristlere “yeni harekât emrinin” işaret fişeğinin atıldığı zaman oldu.
Yine bahar aylarındayız, yine birer ikişer en vatansever oğullarımız sıralı katar gibi dizilip yatıyor musalla taşına. Tam da böyle bir ortamda üzerinde çokça durulması istenmeyen iki gelişme oldu.
27 Nisan tarihinde terörist başının yirmi bir yıl sonra, ailesiyle telefonla görüşmesine izin verildiği haberi ortalığa yayıldı. Öcalan’ın avukatları tarafından kamuoyuna servis edilen bu görüşmenin salgın nedeniyle yapılan düzenleme aracılığıyla, görüntülü şekilde mi gerçekleştirildiği hakkında ise detay yoktu. Görüşme 22 dakika kadar sürdü. Bu yasada belirtilen sürenin iki katıydı.
En son TRT ekranlarından mektubunun okunmasına ihtiyaç duyulan Öcalan’ın bu görüşmesine, bayram değil seyran değil ama yine bir ‘bahar’ günü, neden ihtiyaç duyuldu, nasıl izin verildi, ilgililerden bu yönde hiçbir açıklama olmadı.
Aile fertleriyle görüşme hakkı yasanın tutuklu ve hükümlülere tanıdığı bir haktır. Aile bireyleriyle veya avukatı ile görüşme hakkını, örgüte talimat vermek olarak kullanamaz. Kullanıldığında da yeniden yargılanmayı bunlarla ilgili cezalar almayı gerektirir. Yıllardır kendisine tahsisli özel adadan örgütü fiilî olarak idare etmeye devam edebildiğine göre, farklı bir ‘bahar’ bölücü başı için hep mevcut.
Öte yandan Tunceli’de sorumluluk sahasını teröristlerden temizleyen Jandarma Özel Harekât mensuplarımız, teröristlerden arındırdıkları bölgeye taşlardan şanlı Türk bayrağımızı simgeleyen bir ay yıldız çizdiler. Altına da Türk ulus devletini, ulus devlet yapan o vecizeyi yazdılar:
Ne Mutlu Türk’üm Diyene!..
Bir kıyamet koptu sanki. En hafif eleştiri “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” yazmak faşistliktir, ırkçılıktır şeklindeydi. Herhangi bir cümlede yalın ya da ek almış hâlinde mânâsına bakmaksızın eline klavyeyi alan, isim kökü Türk olan sözcüğü gördüğü anda faşizmi ve ırkçılığı Türklükle eşitleyiveriyor. Bunu da hümanizm, demokrasi ve insan hakları için yaptığını söyledi mi en muteber isimlerden biri oluyor.
İnanmıyor musunuz? 3 Mayıs Türkçüler Günü’nde Deustche Welle’nin ifade özgürlüğü ödülünü alan ‘insan hakları aktivisti, hümanist, Journalist’in söylemleri nezdinde harici ve dâhili aydınlarımızın(!) Türk ve ırkçılık sözlerini nerede, ne şekilde kullandıklarına bakmanız yeterli.
Irkçılık; insan ırklarının birbirlerine üstünlüğünü temel alan, kendi kanını taşıyan, aynı dili konuşan, ve aynı soydan gelenlerin başka soylardan gelenleri aşağılaması ve yok etmeye çalışması olarak tanımlanır.
Türk ve ırkçılık sözünü aynı kefeye koyanlar, ağızlarını açtıklarında etnisitelerini vurgulamaktan, etnisiteye göre ayrıştırmaktan geri durmazlar fakat bunun adı da ırkçılık değil, kavmiyetçiliktir.
Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı Türk’üm derse, bunu da alt kimlik olarak kavmiyetçilik olarak da kullansa, üst kimlik olarak ulus temelli de kullansa, onun adı hemen ırkçılık oluyor.
Türklüğün tanımlarıyla sorunu olanların, bu kadar açık izaha rağmen Türklüğü, ırk olarak ifade edenlerin niyeti elbette bellidir.
36 etnisite sayarken ırkçı olunmayan durum, sıra Türk’üm demeye gelince ırkçılıkla tanımlanıyorsa eğer, orada ‘Hâddinizi bilin!’ demek, Türk’ün yurdunda Türk vatandaşlarının boynunun borcudur.
Harlanan ateşin alazı sönmeye yüz tutunca, birileri ateşe odun atmaktan geri durmak istemiyor.
Yine bir ‘bahar’ günü. Bir ‘Bahar’ ama ne baharı olduğu belli değil.
Yine meçhûl limanlara yol alma sevdaları nüksetti. Ama bilinmelidir ki o ‘bahar’a giden yolda, Türkiye’nin dağından taşından ay yıldız da, “Ne Mutlu Türk’üm diyene!” de silinmez.
Silmek isteyenlere zaman, şefkat tokadı ile, sildirdiğinden daha güçlüsünü silenlere kendi elleriyle yazdırır.