Sunî gündemlerden bir türlü gerçek meselelerimize odaklanamadığımız günler içerisinde her gün biraz daha yoksullaşıyoruz.
Salgın; bir ayna gibi, yoksullaşmamızı dört bir yanımızdan yansıtsa da, siyah kalın perdeler inmişçesine bu acı gerçek görülmek istenmiyor. Kurumların sanal rakamları ile halkın cebine giren ve çıkan para hiç uyuşmuyor. Uyuşmadığı gibi aradaki makas da eğitimden sağlığa, beslenmeden ulaşıma her alanda açılıyor.
Ekmeğe on beş günde iki kez zam geldi. Bu kadar önemli olan zammın haberi, birkaç internet haber sitesi dışında hiçbir mecrada yer almadı. İnsanların temel gıda olarak tüketmesi gereken yumurta, süt, et, sebze ve meyve gibi ürünlere, her hafta düzenli şekilde zam geliyor.
Bu arada Türk Milleti sağlıksız ve yetersiz beslenme nedeniyle hızla obezleşiyor. Bu da en az Covid-19 kadar ciddi sağlık sorunlarına gebe olduğumuzu gösteriyor. Elbette bunun önemli bir nedeni, nüfusunun yarıya yakınının açlık ve yoksulluk sınırı altında kalan asgari ücretle yaşamaya mahkûm edilmesi, gelir ve vergi adaletsizliği, kötü yönetim gibi başlıkları sayabiliriz. Çözüm mü? Aman kimin umurunda ki?
Salgın ve işsizlik...
Devletin kurumlarını kaynak alırsak çalışan/çalışabilecek 35 milyon iş gücüne sahip Türkiye’de, 4 milyon 227 bin kişi işsiz. DİSK-Ar’ın Kasım 2020 raporuna göre ise 10.5 milyonu aşan geniş tanımlı bir işsizlik var ve her evde birden fazla işsiz insanımız var.
Raporda; “TÜİK’in raporlarının Covid-19'un yarattığı tahribatı yansıtmaktan oldukça uzak" olduğu belirtilerek, "Nisan 2020’den bu yana uygulanan işten çıkarma yasağı nedeniyle dar tanımlı işsizlik verileri işgücü piyasalarındaki gerçek tabloyu yansıtmıyor. Kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin ödeneği alanlar dikkate alınmıyor" deniyor.
Virüsün belli saatlerde mesai yaptığı, belli saatlerde dinlendiğinden yola çıkılarak salgın ile mücâdelede getirilen yeni yasakların olumsuz sonuçlarını ise Aralık ayında çok daha net göreceğiz.
DİSK-Ar’ın araştırmasında, sadece Covid-19 nedeniyle meydana gelen iş kaybında 2 milyon 159 bin kişi işsiz kalmış. Ağustos 2020’de revize edilmiş geniş tanımlı işsiz ve iş kaybı sayısı (tam zamanlı istihdam kaybı dâhil) Ağustos 2019’a göre, 936 bin kişi artarak, 10 milyon 513 bine kişiye yükseldi.
Raporun dikkat çeken bir tespiti de kadın işgücünün erkeklere göre Covid-19’dan daha fazla etkilendiğini göstermesi. Sosyal hayatta gözlemlediğimiz bu durum ise şöyle ifade edilmiş: “Kadınlar salgın döneminde ücretli istihdamdan daha fazla çekilmek zorunda kaldılar. Bütün veriler kadın işgücünün erkeklere göre Covid-19’dan daha olumsuz etkilendiğini gösteriyor. Covid-19 bakım emeğine (hasta bakımı, çocuk bakımı, yaşlı bakımı, ev hijyeni gibi) olan ihtiyacı artırdı. Bu duruma çözüm üretilemediği için kadınlar daha fazla istihdam dışına çıkıyor. Öte yandan işletmelerde yaşanan zorluklar da kadınların Covid-19 döneminde erkeklere göre daha fazla istihdamdan ayrılmasına yol açıyor. Sonuç olarak Covid-19 döneminde kadınların ev içi iş yükü çok daha fazla arttı. İşsiz kalanların önemli bir kısmını da kadınlar oluşturmaktadır.”
Kadına yönelik şiddeti anlamakta, tanımlamakta güçlük çektiğini söyleyen bazı idareciler, umarım kadının iş hayatından kopmasının ne demek olduğunu da kolayca kavrayabilirler.
Kadına yönelik şiddeti engellemede, kadının ekonomik bağımsızlığını kazanmasının ne derece hayati olduğu bilinirken, kadın işsizliğinin yüksekliği korkutucu bir hâlde.
İşsizlik; ekonomiyi, ekonomi aileyi, ailede de özellikle çocukların eğitimini son derece olumsuz etkiliyor. Eğitimde eşitsizlik almış başını gidiyor. 9 aydır uzaktan eğitim yapılıyor ve hâlâ milyonlarca öğrencinin uzaktan eğitime ulaşacak televizyonu, bilgisayarı, tableti, cep telefonu, en önemlisi interneti yok. Evet, teknoloji markalarının son ürünlerinin yok sattığı Türkiye’de, bırakın interneti, evinde hâlâ televizyonu olmayan öğrenciler var.
Bazı araştırmalarda dar gelirli aileler ile, zengin ailelerin çocukları arasında iki yıla varan bir eğitim açığı oluştu. Yaklaşık 1 milyon çocuk ilk kez okula başladı. Bunlara pedagojik formasyon eğitimi olmadan, eğitim ve öğretim tekniklerini, çocuk psikolojisini bilmeyen anne ve babaların yardımıyla EBA üzerinden okuma yazma öğretmeye çalışıyoruz. Yaklaşık bir buçuk yıl örgün öğretimden kopmuş, önemli bir kısmı uzaktan eğitime ulaşmakta sorun yaşamış milyonlarca çocuğu, LGS ve YKS sınavlarına sokarak hayatlarını şekillendirmelerini bekleyeceğiz. Bütçeden en az payı alan MEB’in buna çözüm bulması imkânsız. Eğitimin her geçen gün tarumar olması, bugünümüzü bile mumla aratacak sosyal olaylara da gebe olduğumuz gerçeğini hepimize hatırlatmalı.
Aş, iş, eğitim, sağlık ve adalette bu kadar sorunumuz acil çözüm beklerken hâlâ ipte yürütülen cambazları seyrederek vakit mi kaybedeceğiz? Siyasetin toplumu afyonlayan kayıkçı kavgaları yerine, biz bir adım atalım mı? Kendi sorunlarımızı konuşmanın ve enerjimizi kendi çözümlerimizi üretmeye yoğunlaştırmanın vakti gelmedi mi?
Siz ne dersiniz?