Türkiye enteresan günler yaşıyor. Bir asır önce Cumhuriyeti kuran kadro, bir ülkeyi yıkılışa götüren hangi yanlışlardan Türkiye’yi kurarken kaçındıysa, hangi hatalardan ders aldıysa, bugün yüz yaşına merdiven dayayan Türkiye o yanlışların aynısını yapmaya, o hataları tekrar etmeye başladı.
Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eğitimden açtığı bahisle “Fikrî iktidar” çıkışı çokça konuşuldu. Resmî olarak yürürlükte olan ama fiilî olarak adım adım ilga edilen bir Tevhid-i Tedrisat (Eğitimde birlik) kanunumuz var. Mektep, medrese ayrımına son vermek, yabancı devletler tarafından açılan misyoner okullarının faaliyetini kontrol etmek, eğitimde çok başlılığı ortadan kaldırmak ve sadece devleti yetkili kılmak üzere çıkartılmış bir kanundur. 1961 ve 1982 Anayasaları ile de koruma altına alınmıştır.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu sayesinde eğitim üzerindeki din etkisi kırılmış; ulusal ve çağın gereklerine uyan, bilimi ve akılı önceleyen aynı zamanda laik ve demokratik nitelikleri de içerisinde barındıran bir eğitim sistemi hayata geçirilmiştir. Eğitim laik ve parasız, ilköğretim ise her Türk vatandaşına zorunludur.
***
Devlet bu anlayışla en ücra köye bile eğitim hizmeti götürüyordu. PKK’nın yeni yeni palazlandığı 1989-90 yılında Kırıkkale ve Kocaeli’nde, terörün yoğunlaşmaya başlaması da gerekçe gösterilerek taşımalı eğitim modeli, pilot olarak uygulanmaya başladı. Sonra da ücra köylerden devlet, eğitimde elini kademeli olarak çekti. Bu da köyden şehre göçü tetikledi. Her gün evinden kilometrelerce uzağa, eğitime giden, 7-17 yaş arasındaki çocuklar için barınma, beslenme, ulaşma sorun olmaya başladı.
Son 6 yılda 9 milyon öğrenci taşımalı eğitime mecbur kaldı. Hatta öyle ki, İstanbul Çekmeköy’de bile bugün hâlâ taşımalı eğitim yapılıyor. 2014’ten beri taşımalı eğitimde sadece taşıma maliyeti, 15 milyar Türk lirasını bulmuş durumda.
Devletin özellikle kırsalda yarattığı boşluğu, tarikat ve cemaat yapılanmaları doldurmakta hiç gecikmediler. Tabi eş zamanlı olarak PKK da boş durmadı, öğretmenleri vahşice katletti, okulları yaktı. Çocukları suça sürükledi, son kertede de birçoğunun eline silah tutuşturup terörist yaptı.
15 Temmuz’da da sadece PKK’nın değil, devletin boş bıraktığı alanı dolduran, cemaat iktisat teşekkülü hâline gelen, halkın inançlarını istismar eden, siyasiler tarafından etkin olmaları için işleri kolaylaştırılan, desteklenen, devlete alternatif hâline getirilen yapıların da halka silah doğrultmaktan hiç çekinmeyeceğini gördük.
İhtiyacı olan için parasız ve yatılı eğitimin yerini 2000’li yılların başında paralı ve denetimsiz yatılı eğitim aldı. Eğitim büyük bir pasta idi. Ekonomik güce ulaşabileceğiniz, ülkeyi istediğiniz gibi şekillendirebileceğiniz, siyasî ve bürokratik güce ulaşabileceğiniz mükemmel bir aygıt. Bu nedenle istenilen siyasî ve ideolojik kitleyi yaratmak için, eğitimde reform üzerine reform yapıldı.
***
Ortaokul ve liseler büyük bir hızla İmam Hatip’e dönüştürülürken bunu tercih etmeyenler paralı eğitime mecbur bırakıldı. Müfredatın içerikleri hızla değiştirildi. Türkiye, okuduğunu anlamayan, sorgulamayan, beş şıklı testler arasında on iki yıl geçiren ve üzerine de dört yıl üniversite okuyup işsiz kalan gençler ülkesi oldu.
Bu durum da tatmin etmemiş ki suçlu bulundu:
Cumhuriyet’in Batı’yı örnek alan eğitim anlayışı. Tabiî kanaat önderleri de ağızlarındaki baklayı çıkardılar. “Fen bilimleri Kur’anî bir bakış açısı ile yazılmalı.”
***
Ne de olsa Cumhuriyet; harf inkılâbı yaparak kutsal(!) Arap alfabesi ile yazılan Türkçeden, Latin alfabesiyle yazılan Türkçeye geçerek bir gecede bizi cahil bırakmıştı!.. Okuduğumuzu bundan dolayı anlamıyor çocuklarımız. Tarihimizi dizilerle istediğimiz gibi anlatıyor, dizi izlemeyenler için de fesimiz yetiyor. Teknolojide devrim üstüne devrim yapılan zamanda, matematik ve fen derslerinin sayısını azaltıp din derslerinin sayısını artırarak, bilimde öncü ülke olmaya doğru hızla koştuğumuzu iddia ediyoruz. Tarikat ve cemaatlerle değerler eğitimi protokolü imzalayarak onları eğitimin bir parçası hâline getiriyoruz.
Türkiye’de tarikatlar ve cemaatlerin içinde, çoğu aynı tarikata veya cemaate mensup olmakla birlikte, 450 farklı grubun olduğu ifade ediliyor. Her biri önemli bir ekonomik güce sahip cemaat iktisat teşekkülleri oldu. Birçoğu kendi özel okulu, üniversitesi ile yurdunu kurdu. Önemli bir kısmı da merdivenaltı faaliyet gösteriyor. Çocuklarımızın hayatına mâl olursa birkaç gün konuşuyor, sonra bu sorunu da unutuyoruz.
***
Tabiî bir de medreselerimiz var. Hem eğitime hem de hukuka alternatif gösterilen. Bir gün bir cinayet işleniyor ve haberlerde manşet şu şekilde: “Norşin medresesi baş müderrisi Abdülkerim Çevik öldürüldü”. Bütün siyasiler taziye dileme yarışına girdi. Tüm siyasilerin tanıdığı ama Türk kamuoyunun hiç tanımadığı bir isimdi. Kerameti ise haberdeki bir cümlede gizliydi. “Bölgede husumetli 500 kişinin husumetini çözüme kavuşturmuştu.” medresenin baş müderrisi, devlet ve adliyenin yapamadığı bir şeyi yapmıştı. Kimse de çıkıp sormamıştı, sen neye göre sorun çözüyor, hüküm veriyorsun diye. Bugün artık Anayasa Mahkemesinin bile kararları tanınmıyorsa, Anayasa’nın bağlayıcı özelliği yok sayılıyorsa, yani devlet yok sayılıyorsa, bu yolun taşları işte böyle böyle döşendiğindendir.
Diyanet işleri Başkanı’nın ağzında da sürekli medrese var. Hani 3 Mart 1924 günlü, 430 sayılı yasa ile kapatılan medreseler. İmam Hatip ortaokulu ve lisesinin, ilahiyat fakültelerinin yapamayacağı, veremeyeceği neyi yapıyor, kim denetliyor, hangi eğitimi kim veriyor bilinmez ama devlet yönetiminde tepeden tırnağa bir medrese lafıdır gidiyor. Bir de İlahiyat Lisans Tamamlama (İLİTAM) ve İlahiyat eğitiminin açık öğretime alınması konusu var ki ona hiç girmiyorum.
Sonuç olarak Türkiye, Türk halkına rağmen Cumhuriyetin kazanımları ve kendi değerlerinden uzaklaştırılıyor, dönüştürülüyor. Bu dönüşüm, eğitim ve eğitime alternatif getirilen yapılarla inşa edilmek isteniyor. Kurucu iradenin işaret ettiği ve yasalarla ortadan kaldırdığı hangi yanlışlar varsa o yanlışlar bir bir geri getiriliyor. Anayasanın her gün bir maddesi fiilî olarak ilga ediliyor.
Hiçbir millet ve devlet kendi varlığını ortadan kaldıracak, temel değerlerini tersyüz edecek siyasî hareketlere, demokratik hukuk düzeninde ve yasal çerçevede izin vermez.
Bütün bunlara rağmen, Büyük Atatürk’ün “En büyük eserimdir” dediği ve “Temelinde yüksek Türk kültürü ve Türk kahramanlığı” olan Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır.
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun!..
Ne mutlu Türk’üm diyene…