Daha önce bu köşeden Türkiye’de adaletin işlemesindeki büyük aksaklıklara dair birçok yazı ile sizlere seslenmiştim. "Adaletsizlik kasırgası üzerimize doğru hızla geliyor" diye örnekler vermiştim.
Fırtına genel olarak meteorolojik bir terimdir. Yağmur, kar ve kum gibi birçok türü vardır. Zarara ve yıkıma sebep olabilir. Bu rüzgâr fırtınaları yapıları gereği ‘bir yönde düz esen’ ve ‘kendi ekseni etrafında dönen’ rüzgâr fırtınaları gibi gruplara ayrılırlar. Türkiye hem düz olarak çok yönlü hem de kendi ekseni etrafında dönen rüzgârlar ile cebelleşmekte.
Eşitlik ve adalet duygusu ortadan kalktı. Adalete duyulan güven Cumhuriyet tarihinin en düşük seviyesine indi. Kendi etrafında dönerek ilerleyerek ortalığı yakıp yıkan bir adaletsizlik hortumunun içinde buluyoruz. Canınıza, malınıza mı kastedildi? Kadın mı erkek misiniz, hatırlı dostları olan mı, olmayanlardan mısınız? İktidar partisinden misiniz, değil misiniz? Hemen bunlara göre vaziyet alan, Anayasayı, Ceza Muhakemeleri Kanunlarını buna göre yorumlayan bir adliye mekanizması görülüyor. Böyle olunca da anafor ve hortumlar birbirine karışıyor, kendimizi güvende hissedeceğimiz hangi kurum ve yapı varsa ya girdap sularında boğulmakta ya hortum içinde yıkılıp devrilmekte.
Yürütme, yasama ve yargı tekelleşti. Hâliyle de insanların hayatına doğrudan dokunan adalet kurumu da siyasetin tam tahakkümüne girmiş durumda. Bunun böyle olmadığı iktidar tarafından dile getirilse de geçtiğimiz hafta yaşadığımız iki olay çok dikkat çekiciydi.
İlki, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun annesine yönelik kullanılan galiz ifadeler sonrasında Soylu’nun çıkışıydı. Her gün yaşanan kadına, çocuğa, hayvana ve doğaya yönelik şiddetin önlenmesinden sorumlu olan Bakan da, hakaretin mağduru olmuştu. O da hakkını adliyede alamayan tüm mağdurlar gibi, derdine sosyal medyada derman aramak zorunda kalmıştı.
Annesine küfür eden kişinin adlî kontrolle serbest bırakılmasına isyan ederek “Bakan olsanız ne yazar?” deyip, daha birkaç ay önce sosyal medyada hak arayanları yerdiği platformdan sitemini ve “mağduriyetini” dile getirdi. Oysa yasa gereği küfür ve hakaretin cezası, 3 aydan başlayıp 2 yıla kadar hapis cezası ile sınırlı.
Yine yasa gereği 2 yılın altında kalan hapis cezaları için tutukluluk hâli kaçma şüphesi ve delil karartma ihtimali yoksa öngörülmüyor. Yani adliye, yasalara ve teamüllere uygun bir karar vermişti ama Bakan ille de tutuklama olsun istiyordu. Türkiye’nin kurucusu Atatürk’e ve onun annesine galiz küfürler edenler elini kolunu sallayarak dolaşırken, hatta aynı Bakan ile boy boy fotoğraflarını servis ederken hatırlanmayan adalet, Bakan aynı davranışa maruz kalınca hatırlanıvermişti.
Sosyal medya adaleti devreye girince, iki nâzırın güreşine adliye, Cumhurbaşkanına hakaret suçu işlenmesi gerekçesiyle tutuklama kararı vererek noktayı koydu
İkinci olay ise Anayasa Mahkemesi’nin Enis Berberoğlu ile ilgili verdiği hak ihlâli kararının uygulanmaması üzerine ikinci kez hak ihlâli kararı vermesiydi.
Anayasa Mahkemesi’nin kararları Türkiye’de tüm kurum ve kişileri bağlayıcı özelliktedir. Ama yerel mahkeme ilk kararı “tanımıyorum” diyerek uygulamadı. İkinci karar üzerine de Adalet Bakanı’nın AYM kararlarına uyun derken yaptığı açıklama çok manidardı. "(...) Anayasa mahkemesi kararları tüm kurumları ve mahkemelerimizi bağlar. Herkes bu kararlara uymak zorunda dolayısıyla yerel mahkeme de bu kararı uygulamakla mükellef. Anayasa mahkemesinin katılmadığımız, kabul etmediğimiz kararları olabilir ama tüm mahkemelerin bu karara uyması gerekir.” dedi. Hem bağlayıcı hem de kabul edilmeyen, tanınmayan yargı kararları...
Kamuyu denetlemekle görevli Sayıştay, Türk milletinin nasıl soyulduğunu gözler önüne seriyor. Yayımlanabilen raporlar bile durumun vahametini ortaya koymaya yetiyor. Ancak buna rağmen bu kamu zararı ve usulsüz işlemleri soruşturup Türk milletinin haklarını koruyup gözetecek bir adalet temsilcimiz ne yazık ki ortada görünmüyor. Evet Sayıştay savcıları göreve doğrudan davet edemez. Soruşturma açılması için ilgili birime suç isnadı ve delillerini birlikte sunarak işlem yapılmasını ister. Ama Sayıştay raporlarının değerlendirilmesi hususunda da TBMM tamamen devre dışı bırakılmış vaziyette. AYM kararları uygulanmıyor da idarî yargı kararları çok mu uygulanıyor? Sahi Danıştay’ın Andımız okullarda tekrar okutulsun kararı vermesinin üzerinden kaç yıl geçti? Bu kararları uygulamayanlar da adaleti temsil ettiklerini söylüyor, bu kararları verenler de.
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Anayasa Madde 10” Anayasamızda mıh gibi dururken her gün kişiye özel gördüğümüz, devlet memurluğu ilanları, ihaleler… iktidara bu nasıl eşitlik dedirtmiyor. Temel hak ve özgürlüklerimiz iktidar tarafından yürünen menzil için her gün bir bir iğdiş edilirken, bağımsız(!) yargımız başına kuma gömen devekuşundan hâllice.
Karısının ve çocuğunun üzerine kaynar su döken adam tutuklanmıyor. Tecâvüz ettiği DNA raporu ile sabit, Adlî Tıp Kurumu’nun raporu ile kesin olan zanlı, tahliye edilip davul zurna ile karşılanıyor. Kimse tahliye kararı veren, tutuklamayan hâkimin hâkimlik yetisini sorgulamıyor. Vücut bütünlüğü dokunulmazlığını yok sayan adliyeden de, Bakan’ından da, iktidarından da kimse hesap sormuyor. 24 yıl hapis cezası alan biri nasıl oluyor da sadece, ama sadece 2 yılda serbest kalıyor sorusu üzerine yasama organı TBMM hiç düşünme ihtiyacı hissetmiyor.
İnsan da soruyor… Adalet; güce, iktidara ve mevkiye göre değişen bir olgu mu? Adalet, menzilinize varmak için elinizdeki en kullanışlı adı-ALET mi?
Akla merhum Abdürrahim Karakoç’un meşhur Hasan’a Mektup şiirlerinin 13’üncüsüdeki dörtlük geliyor:
“ADALET felç oldu, yürür değnekle
NEŞE ne halt etsin soğan-ekmekle...
GÖNÜL delirdi de yol beklemekle,
İsyan bayrağını açtı be Hasan.”
Ancak bu dörtlükten bir öncekinde de okuyanın yüreğine saplanan başka bir ok daha var:
“ASALET, babasız çocuk doğurdu
Nazlı HÜRRIYET'i haydutlar vurdu
Viraneye döndü TÜRKHAN'ın yurdu
Köyün tadı-tuzu kaçtı be Hasan.”
Türkhan’ın yurdu viraneye dönüyor, bozmak çok kolay ama tekrar toparlamak çok çok daha zor… Bu da bilinen gerçektir…