Felâket; büyük sıkıntılara sebep olan, çok üzücü durum, büyük dert, yıkım, belâ demektir.
Âfet ise; önlenmesi elde olmayan, büyük felâket, belâ, musîbet ve bâdire olarak tanımlanır. Felâketin âfetten farkı ise, bir kez tecrübe edildiğinde, tekrarının olmaması için tedbir alınabilmesine imkân vermesidir.
Türkiye (ne yazık ki) kanıksadığı ve sıradanlaştırdığı felâketlerinden birini daha yaşadı.
Türkiye’nin toplum hafızası, yaşadığı âfet görünümlü felâketler tarihi yüzünden travmalarla doludur. Aklın ve bilimin önerilerine uyulduğunda, önlenmesi mümkün olan felâketler engellenebilir, önlenmesi mümkün olmayan âfetlerde ise can kaybı en aza indirilebilecektir. Dünya bunun sayısız örneğiyle doludur. Tabi eğer siz, insan hayatını her şeyin üzerinde görüyor ve kıymet veriyorsanız.
Ölümü kutsayarak tüm ihmallerin, sorumsuzluğun, liyakatsizliğin üzerini örtüyor ya da örtmesine izin veriyoruz. Nasılsa elimizde madenden trene, uçaktan fabrika patlamasına kadar sihirli bir cümle var; “Takdir-i ilahi” de, geç.
Dere yataklarını betona boğuyoruz, yetmiyor bir dere üzerine ardı ardına HES’leri diziyoruz. Bilinçsizce ormanı yok ediyor, bulduğumuz her boş araziye konuyor, doğanın ve mühendislik biliminin doğasına aykırı yapılaşıyoruz.
Buradan vatandaş ve devlet olarak on milyonlarca Lira, Dolar, Euro rant elde ediyor, adına kâr diyoruz. Sonra da o evler beton tabutlarımız oluyor. O evlerde, sokaklarda ya boğularak ya da tonlarca moloz altında ezilerek ölüyoruz. Acıyı yaşıyor, ilerleyen zamanda önlem alınmadan kolayca unutuyoruz.
27 Aralık 1939’da Erzincan’da meydana gelen 7.9 büyüklüğündeki depremde 32 bin 962 insanımızı kaybettik.
Tam 60 yıl sonra 17 Ağustos 1999’da 7,4 büyüklüğündeki depremde resmî rakamlara göre 17 bin 480 insanımız öldü.
Cumhuriyet dönemi boyunca toplam 29 büyük deprem oldu ve 81 bin insanımızı depremde kaybettik.
Tam 71 yıldır depreme uygun binalar yapmadık, deprem ülkesi olduğumuzu kabullenmedik ve rant hırsımızı kendi yaşamımızdan daha üstte tuttuk. Tutmaya da devam edeceğimiz âşikâr.
Her âfet görünümlü felâketten sonra da topu siyaset kurumu öznesinde devlete atıyoruz. Bunda da yerden göğe kadar haklıyız. Devlet; devleti temsil eden bakanlıklar, kişiler ve kurumlar, belediyeler görevlerini yapmıyor. Denetlememek, yaptırım uygulamamak sorumluluk sahiplerinin öncelikli tercihi. Çünkü iktisadi ve siyasî olarak bu tercih, büyük bir kazanç kapısı olmuştur. Vatandaş olarak bizim de çok işimize gelmiştir, gelmeye de devam etmektedir. Hiç birbirimizi kandırmayalım. Bir şarkının nakaratı gibi, “masum değiliz, hiçbirimiz”.
Türkiye ile benzer şekilde bir deprem ülkesi olan Japonya’yı kıyaslayınca, depremi felâkete dönüştüren bizim yapmadıklarımız, dönüştürmeyen ise akıl ve bilim ölçeğinde yapılanlardır. Öz eleştiri yapıp, akıla ve bilime öncelik vermeden bir doğa olayı olan depremin âfet görünümlü felâket olmasını engelleyemeyiz. Benim de yaptığım gibi onlarca suç ve suçlu bulur, onlarca ihmali sayar, bir sonraki felâketi yaşayana ya da o felâkette ölene kadar unutur ve aynı sorunlarla yaşamaya devam ederiz.
Türkiye’nin kentlerini, depreme dayanıklı hâle getirmesi elzemdir. Kentlerin dönüşümünde insan hayatını önceliklendirmek yerine rantı önceliklendirenler sadece siyasîler ve müteahhitler değil. Onlar sadece bizim aynadaki yansımamız. Depremle mücâdeleye beton ile beraber zihniyetimizi de dönüştürmekten başlamalıyız. Hızlı bir şekilde deprem eğitimlerini hayata geçirmeliyiz. Deprem eğitimi, sadece deprem ânında nasıl davranmalıyız sorusundan ibaret değildir. Bina seçimi, uygun olmayan yapıların tespit ettirilmesi ve yıktırılması, sorumluların ya da kötü niyetlilerin ihmalleri karşısında neler yapılması gerektiği, ilkyardım, arama, kurtarma gibi konuları topyekûn kapsamaktadır.
Tüm bunlar ciddiyetle hemen uygulanmaya başlamalıdır.
Her şeyde olduğu gibi bu eğitimleri de "mış gibi" yapmayalım.
İzmir’de 7500 kişilik arama kurtarma ekibi 11 binanın enkazını 5 günde ancak kaldırabildi. Beklenen ve en iyi ihtimalle 50 bin binanın yıkılacağı öngörülen büyük İstanbul depreminde yaşanacak felâkette, bu enkazı kim kaç günde kaldırabilir bilinmiyor.
İnşaat sektörü ve müteahhitleriyle övünen Türkiye’de ,Türk insanının kaderi enkaz altında kalarak ölmek olmamalı. Türkiye’de ne hamûşan (sessizler yurdu) mezarlıklar enkaz, ne de enkazlar mezarımız olmasın!
İhmal ve sorumsuzluk nedeniyle İzmir depremi başta olmak üzere, depremlerde hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza Tanrı’dan rahmet, yaralılara da acil şifa diliyorum.
Tanrı Türk milletine sabır versin!..