Millî Mücadele’nin ilk günlerinde direnişin hangi merkezden yürütüleceği kesinleşmemekle birlikte, Mustafa Kemal başta olmak üzere milliyetçilerin kafasında stratejik ve güvenlik bakımından belirli özelliklere sahip bulunan Ankara hakkında bazı kanaatler oluşmuştu.
Ankara bir Ahi şehriydi ve Anadolu Moğollar tarafından işgal edildiğinde Ahiler canları pahasına vatanı savunmuşlardı.
Ankara’nın halkı vatansever olduğu gibi, yönetici sınıfında Vali Muhittin Paşa hariç Damat Ferit taraftarı hiç kimse yoktu. Bunun yanında Ali Fuat Paşa’nın kontrolünde güvenli bir yer olması, İnebolu limanıyla irtibat imkânı, demir yolu ve telgraf şebekesinden yararlanma kolaylığı, stratejik yollar üzerinde bulunması, işgal altında bulunan yerlere olan mesafesi gibi nedenler Ankara’nın merkez olarak seçilmesinde etkili olmuştu.
Sivas’taki çalışmalarını tamamlayan Mustafa Kemal Paşa, önceden karar verildiği gibi Ankara’ya gitmek üzere Temsil Heyetiyle birlikte 18 Aralık 1919’da Sivas’tan ayrıldı. Üç otomobille yola çıkan kafile Mustafa Kemal’in yanı sıra Rauf Bey, Temsil Heyeti İstişari Üyesi Ahmet Rüstem Bey ve Yaver Yüzbaşı Cevat Abbas, Mazhar Müfit ve Hakkı Behiç Beyler, Sivas Kongresi Delegeleri İbrahim Süreyya Bey ve Sekreterler, Dr. Binbaşı Refik Bey, Hüsrev Bey ve hizmetlilerden oluşuyordu. Otomobiller saatte 20-25 km hız yapabiliyordu. Karlı ve soğuk bir havada yapılan yolculuk sonunda nihayet 19 Aralık 1919 akşamında Kayseri’ye geldi. İte kaka, kara saplanıp çıkarak yapılan yolculukta Mahzar Müfit Bey’in bulunduğu otomobil yolda kalmış, Kayseri’den gönderilen yardımla o da gece yarısı Kayseri’ye ulaşmıştı.
21 Aralık 1919 sabahı Kayseri’den Kırşehir’e hareket edildi. 22 Aralık 1919 Pazartesi günü de Mucur’a varan Mustafa Kemal’i Kaymakam Cevat Bey ve Mucur halkı heyeti karşıladı. Buradan Hacıbektaş’a geçildi. Hacıbektaş, önemli merkezdi.
Burada ikamet eden Bektaşi Dergâhı Lideri Çelebi Cemalettin Efendi bölgede önemli bir nüfuza sahipti. Bütün Türk Alevileri Çelebi Cemalettin Efendi ile Hacıbektaş Dede Postu vekili Salih Niyazi Baba’yı tanıyorlar, büyük saygı duydukları bu zatların sözünden çıkmıyorlardı. Cemalettin Efendi Mustafa Kemal ve Temsil Heyetini sıcak ve içten karşılayarak, konağında ağırladı.
Mustafa Kemal, Cemalettin Efendi’ye memleketin vaziyeti ve giriştikleri mücadele hakkında bilgi verdi. Dergâhın tam desteğini alan heyet, iyi bir intibayla Hacıbektaş’tan ayrıldı. 24 Aralık 1919 gününün öğle saatlerinde Kırşehir’e gelen ve Kırşehir Mutasarrıf Vekili Ali Hikmet Bey öncülüğündeki şehir halkı tarafından coşkuyla karşılanan Temsil Heyeti 25 Aralık 1919 sabahı Kaman’a ulaştı.
Bu sırada bölgenin ileri gelenlerinden Keskinli Rıza Bey’e bir adam gönderen Padişah Vahdettin, Mustafa Kemal’in Pomak olduğunu söyleyerek Kuvayı Milliye’ye destek olmamasını istediğini bildirdi.
Vahdettin’e çok ağır sözler söyleyen Rıza Bey, aracı olarak gelen kişiyi geri gönderdikten sonra, Padişah’a “(…) Ben vatanım için canımı veririm, vatanımı İngiliz altınlarına satamam, İstanbul’a gelir senin derine ot basarım” şeklinde ifadelerin bulunduğu bir telgrafı Keskin’den çekmek istedi.
Keskin postanesindeki görevlilerin bu telgrafı çekmeye cesaret gösterememesi üzerine, Rıza Bey aynı telgrafı postanenin Beyobası köyündeki şubesine gönderdi. Adamlarıyla birlikte Kırşehir-Ankara arası yol güvenliğini sağlayan Rıza Bey, Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekilere Ankara’ya kadar rehberlik etti. Mustafa Kemal ve beraberindekiler nihayet 27 Aralık 1919 Cumartesi günü öğleden sonra Ankara Dikmen sırtlarına ulaştılar.
Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’da nasıl karşılandığını Mazhar Müfit Bey’den dinleyelim:
“O sabah ajanslar ile Mustafa Kemal Paşa’nın geldiği haberi herkese bildirildiği gibi, bir taraftan da sabahtan itibaren davullar ve zurnalarla bütün Ankara halkı karşılamaya hazırlanmıştı. Çankaya ve Dikmen tepelerinden güzel sesli hafızlar ezan ve salat okuyorlardı. Ve köylerden birçok atlı ve kağnı arabalarıyla binlerce halk Ankara’ya gelmiş; öğleye doğru ‘geliyor’ diye tellallar bağırmış, seçilen atlı alayı Ulucanlar’dan Hacıbayram Camii’nin önünde toplanarak dini tören yapılmış; yedi yüz piyade, üç bin atlıdan teşekkül eden bir seymen alayını Ankara’da bulunan dervişler takip ediyor. Bunların arkasında bütün esnaf ve ondan sonra da okul öğrencileri yürüyorlar. Okul öğrencileri İstasyon Caddesi’ne, seymen alayının bir kısmı Dikmen bağlarına, bir kısmı Çankaya bağlarına, Kızılyokuş eteklerine ve diğer bir kısmı da istasyon yoluna dizilmişti. Jandarma ve yirmi kadar polis de burada idi. Halkın bir kısmı Namazgah tepesine ve diğer kısmı Yenişehir’in bulunduğu yerlere ve İstasyon yoluna sıralanmışlardı. Ankara Şehri namına karşılama heyetinde Müdafaai Hukuk Cemiyeti azasından Müftü Hoca Rıfat Efendi, Binbaşı Fuat Bey, Kınacızade Şakir Bey, Aktarbaşızade Rasim Bey, Toygarzade Ahmet, Ademzade Ahmet, Hatip Ahmet, Kütüpçüzade Ali, Hanifzade Mehmet, Bulgurzade Tevfik Beyler vardı. Dikmen bağlarının eteğinde bir çeşmenin önünde Eskişehir Mebusu Emin ve Ankara eşrafından Naşit Efendi ve arkadaşları bekliyordu. Yirminci Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa ve Vali Vekili Yahya Galip Bey, Emir Gölü’ne yani Gölbaşı’na kadar gelmişlerdi. Biz tam, üçü on geçe Kızılyokuştan iniyorduk. Yolda Paşa’ya yetiştiğimizde Paşa, Rauf Bey’le beni otomobiline almıştı. Oradan başlayan karşılamada ‘yaşa’ sesleri, alkışları arasında ilerlemekte idik. Çankaya ve Dikmen tepelerinden güzel sesli hafızlar ezan ve salat okuyorlardı. Kızılyokuş’ta iki kurban kesildi, o zaman tamamen boş bir yer olan Yenişehir’de reji memurlarından Salamon Efendi isminde bir zatın ahşap, küçük bir evi vardı. Oraya gelince seymenler tarafından bir dana kurban edildi.”
Ankara'daki ilk günler
Mahzar Müfit Bey'in anlatıyor:
Ankara'da ilk günler... Ziraat Mektebi. “Ekmekçilere bile verecek paramız kalmamıştı. Mustafa Kemal Paşa ile bu ciheti görüşürken, bulduğum çareleri eskisi gibi kabul etmedi ve yarı geceye kadar hep düşündük ise de para tedariki hususunda bir karar ve neticeye varamadık.
Çünkü bankalardan ve müesseselerden ödünç bile olsa para almayı Paşaya bir türlü kabul ettiremedim. Ne yapacaktık? Benim bir kürküm vardı, Erzurumlu Nafiz Bey’e müracaat ederek sattırılmasını rica ettim.
Nafiz Bey, Ocak ayı içindeyiz, ne giyeceksin diye satmamakta ısrar ettiyse de, ne olursa olsun kulağıma giremezdi. Aç mı kalacaktık? Nihayet onu da sattık. Kimsede satılacak bir şey kalmadı.
Paşa ile bu hususta bir çare bulamayarak, hele sabah olsun diyerek odalarımıza çekildik. Ankara’ya geldiğimiz zaman hemen bir hafta bizi Belediye besledi. (..) Gece düşünmekten uyuyamamış olduğumdan yatağımda istirahat halinde iken kapı vuruldu.
İçeriye giren zat Müftü Efendi’nin (Rıfat Börekçi) geldiğini söyledi. Eyvah, şimdi Müftü Efendi’ye kahve ısmarlamak lazım, kahve var ama şeker yok, benim iki parça şekerim var, onu da masanın gözünde saklamışım, ya şekerli kahve isterse, ya sigara da vermek lazım gelirse…
Çünkü şeker çok pahalı idi. Herkes şekerini kendisi tedarik edecek emri verilmişti. Ne ile tedarik edecekti, kimde para vardı ki. Paşaya haber veriniz, dedim. - Paşa size gönderdi. Paşa ile görüştüler.
- Peki buyursunlar. Müftü Efendi odama girdi. Ortada yuvarlak ve küçük masanın kenarında bir iskemleye oturdu. - Müftü Efendi zannıma göre kahve içmezsiniz, değil mi? - Evet içmem. - Sigara? - Onu da kullanmam.
Halbuki Müftü Efendi kahve içerdi fakat biz buna meydan vermemek için sualde bulunduk. Müftü Efendi derhal vaziyeti anladı ve içmem dedi. Tebessüm ederek; - Sizin biraz sıkıntıda olduğunuzu öğrendik, az da olsa yardımda bulunmayı vazife bildik.
Bundan bir şey anlayamadım. Yatağımın karşısında duran küçük kasayı göstererek paramız var dedim. Halbuki kasa mevcudu 48 kuruştan ibaret idi. Müftü Efendi bu sözümü dinlemedi bile. Geldi, cübbesinin altından bir torba çıkardı. İçindeki kağıt paraları saymaya hazır bulunuyordu.
- Müftü Efendi, teşekkür ederiz ama evvela Paşa ile bu hususta bir görüşseniz iyi olur. - Görüştüm, kasa Mazhar Müfit Beydedir, ona veriniz dedi. - Pekala.
Müftü Efendi birer birer saymaya ve masanın üzerine koymaya başladı. Yüz, iki yüz, beş yüzü geçti, nihayet tam bin lira kağıt para saydı. Ben de yataktan kalkarak paraları aldım ve kasaya koydum.
Bunun üzerine emireri çağırdım ve iki şekeri verdim. Bize birer kahve pişir emrini verdim. Müftü zaten vaziyeti anlamış olduğundan güldü ve; - Şeker pahalı, hesap lazım, size de gelen çok, başa çıkmaz, değil mi diye şakalaştı.
Kahveler içildi. Muhterem Müftü çıktı gitti. Ben de paranın miktarını derhal Mustafa Kemal Paşa’ya haber vermek üzere odamdan çıktım. Paşa’yı odasının kapısı önünde bir habere intizar eder vaziyette gördüm. Bana ne kadar diye sordu. Bin dedim.
- Gördün mü, akşam ne kadar sıkılmıştık. Bu hatıra gelir miydi, Allah bize yardım ediyor, dedi. Ben de; - Evet, kul sıkılmayınca Hızır yetişmez, dedim. - Şimdi Hızır filan bırak bakalım. Masraf ve varidatı tanzim et.
- Her şeyden evvel bugün öğle yemeğinde size bir ziyafet çekeceğim. Çoktan beridir et gördüğümüz yok. Şimdi emir verip on kıyye pirzola aldıracağım. Ancak yeter. Bir de irmik helvası… - İsrafa başlamayalım. - Bir defaya mahsus. Yarın yine çorba ve bulgur pilavına döneriz.
Gülüştük. Ben icap edenlere para ile emir verdim. Müftü efen-dinin getirdiği bu parayı memleketin eşrafı aralarında toplamışlar, bizim parasız kaldığımızı anlamışlar, Müftü efendi ile göndermişler. Cümlesine teşekkürlerde bulunduk."
Vatansever Ankara halkı Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekileri bağrına bastı. Yüzyıllar önce Anadolu’nun Moğollar tarafından işgal edildiği zaman canları pahasına düşmanın karşısına dikilen Ahilerin torunları, yine aynı tavrı sergileyerek Paşa’nın etrafında birleşmişlerdi. Onun Ankara’yı milli mücadelenin merkezi olarak seçmesinin bir sebebi de buydu.
Atatürk’ün Ankara’ya gelişinin 101. Yılı kutlu olsun.
Vatanın ne yokluklar ve zorluklarla, nasıl fedakarlıklara kurtulduğunu tekrar ve tekrar, bıkmadan, usanmadan anlatmak, gençlerimize öğretmek gerekiyor. Bu görevi üstlenen kalemlerden biri olduğunuz için binlerce teşekkür...