Bugünkü yazımda sizlere Atatürk’e atılan iftiralara belgelerle cevap veren yeni kitabımdan bahsetmek istiyorum.
“Atatürk’e Yönelik Kara Propaganda!”… çalışmaya bu başlığı vermek bizim için her ne kadar üzücü olsa da tarihî misyon, millî görev ve Ata’ya olan minnet borcumuz gereği bu propagandayı organize edenleri deşifre etmek adına elzem bir başlık olduğuna inanıyoruz. “Hurafeler” ise propagandanın sonucu ortaya çıkan efsaneler ve yalanlar yumağıdır.
1940’lı yıllardan beri Atatürk’e karşı sistemli ve bilinçli şekilde yürütülen kara propagandanın temelinde; Ata’nın şahsiyetini, kimliğini, karakterini, ailesini, özel hayatını, inançlarını, mesleki hayatını ve ömrünü adayarak milleti için inşa ettiği Cumhuriyet’i ve Cumhuriyet devrimlerini; bilerek ve isteyerek “bel altından” vurmak suretiyle “itibarsızlaştırma, küçültme, yaşanan olayları çarpıtma, kişi ve kişileri olduğundan farklı gösterme” gayreti yatmaktadır.
Üzücü olan şudur ki Atatürk’e yönelik algı operasyonu ve kara propaganda sonucunda üretilen efsanelere, uydurma hikâyelere, safsatalara ve hurafelere toplumun belli bir kısmı inanmaktadır. Atatürk döneminde camilerin ahır yapıldığı mevzusundan tutun Kur’an-ı Kerim okumanın yasaklandığına, Atatürk’ün İngiliz ajanı olduğundan validesi Zübeyde Hanım’a atılan iftiralara, Kurtuluş Savaşı diye bir savaş olmadığından şapka takmadığı için idam edildiği söylenen din adamlarına kadar akla, vicdana, ahlaka sığmayacak onlarca hurafe, onlarca yalan, onlarca iftira…
Kitabı okuduğunuzda Atatürk’e yönelik belli başlı iftiralara verilen cevapların yanı sıra kara propagandanın tarihçesini de öğreneceksiniz.
Atatürk’e ve mübarek annesi Zübeyde Hanım’a atılan iftiraların ana kaynağı Dr. Rıza Nur’un hezeyanlarla dolu ve kimin kaleminden çıktığı tam belli olmayan hatıratıdır.
Rıza Nur dönemin Sinop mebusudur. Aynı zamanda İsmet İnönü ile birlikte Lozan Konferansı’nda ülkemizi temsil etmiş, Türkiye’nin ilk Eğitim Bakanı olmuş ve daha sonra Sağlık Bakanlığı yapmış önemli bir şahsiyettir. Ancak günümüzde bu hizmetlerinden çok kendisinin yazdığı ileri sürülen Lozan ve Cumhuriyet dönemine ait hatıralarıyla gündeme gelmektedir. Ne yazık ki yaptığı hizmetler yazdığı hatıraların gölgesinde kalmış, Atatürk ve dönemin ileri gelenleri hakkında attığı iftiralar kendi itibarına leke düşürmüştür.
Evet, hatırat hezeyanlarla doludur. Çünkü Rıza Nur, hatıralarını son derece bunalımlı ve akli dengesinin gidip geldiği bir dönemde kaleme almıştır.
Hatıratın kimin kaleminden çıktığı tam olarak belli değildir çünkü Atatürk’e ve annesi Zübeyde Hanım’a attığı iftiralar hatıratın el yazması nüshasına sonradan ve küçük notlar halinde işlenmiştir. Bu notları kimin eklediği belli değildir.
Gelelim bu hatıratın yayınlanma serüvenine… Rıza Nur Hatıratı gibi çok önemli bir tarihi belgenin mikrofilmleri nasıl oluyorsa İngiltere British Museum’dan çıkıp ve yayınlanmak üzere İstanbul’a kadar geliyor. İstanbul’da kime teslim ediliyor dersiniz? Kadir Mısıroğlu’na. Şaşırdığınızı biliyorum. Mısıroğlu, hatıratın kendisine verilmesiyle ilgili “Cağaloğlu’na yerleştim. Burada diğer eserlerimi telif ederken elime Rıza Nur’un British Museum’a koyduğu hatıralarının mikrofilmi geçti. O’nu hayâli “Altındağ Yayınevi” adıyla yayınladım.” diyor. Bu kadar önemli bir belge İngiltere’den çıkmış, pek çok ülkenin gümrüğünden geçerek Türkiye’ye kadar gelmiş ve başka kimse kalmamış gibi Kadir Mısıroğlu’nun eline geçmiş. O da yayınlayıvermiş!
Meselenin bir başka boyutu da Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu dergisinde yaptığı Atatürk ve devrimlerinin karşıtı yayınlar ve daha sonra yazdığı kitaplar.
Ahmet Özgür Türen’in (kendisi bu konuda tez yazdı) Necip Fazıl’ın tarih yazıcılığıyla ilgili şu değerlendirmesi oldukça yerine ve önemlidir:
“Mesela Cumhuriyet’in kurulması ile sorunu olan Necip Fazıl, Vahdettin kitabını yazdı. Bu kitapta Vahdettin’in hain olmadığını, tam aksine vatanın kurtarılması için mücadele eden bir vatanperver olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. Necip Fazıl aynı zamanda şeriatçıydı ve laiklik düşmanı idi. Rejime karşı gelmesiyle bilinen din adamlarından İskilipli Atıf’ı, din elden gidiyor diye Güney Doğu’da ayaklanan Şeyh Sait’i, özünde Kürtçü bir isyan olan ama din kökenli bir ayaklanma gibi lanse ettiği Dersim İsyanı’nın lideri Seyit Rıza’yı ve hatta kendini mehdi ilan eden ve Teğmen Kubilay’ı katleden Derviş Mehmet’i dahi masum göstermek için Son Devrin Din Mazlumları kitabını yazdı. Laik ve aydın bir eğitim sistemine karşı olan Necip Fazıl, çağdaş eğitim kurumlarından olan Köy Enstitüleri’ne de değinmiş ve çirkin ithamlarda bulunmuştur. Çünkü kız çocuklarının okumasından ve onları toplumun eşit bir ferdi olmasından rahatsızdır. Kitaplarında yazdıklarını çıkarmış olduğu dergilerde de yazmıştır. Dernek çatısı altında aynı tematik mücadelesine devam etmiş ve birçok takipçisi olmuştur. Şehir şehir gezdiği ve verdiği konferanslarında Cumhuriyet tarihi ile hesaplaştığı gözlenmektedir.”
Toparlayacak olursak; yalan tarih anlatısının, yazılışı ve yayınlanması şaibelerle dolu olan Rıza Nur hatıratındaki hezeyanların başta Kadir Mısıroğlu olmak üzere belli çevrelerce topluma duyurulması suretiyle yapılan kara propagandaya dayandığını söyleyebiliriz. Buna önceleri Atatürkçü iken CHP iktidarından beklediği para ve ikbali temin edemediği için siyasi çizgisi değişen Necip Fazıl’ın ortaya attığı yalan yanlış tarih tezlerinin etkisini de eklemek gerekir.
Bu iki ana kaynaktan beslenen yalanlar zaman içinde filizlenmiş, tomurcuk vermiş, dallanıp budaklanarak günümüze kadar gelmiştir. Atatürk’e yönelik kararlı ve sistemli şekilde sürdürülen bu kara propaganda internetin hayatımıza girmesiyle iyice artmıştır. “Trol” diye tabir ettiğimiz sosyal medya elemanları tarafından servis edilen iftiraların internette hızla yayılmasıyla mesele içinden çıkılması zor bir hal almış, geniş kitleleri etkileyen bu tarih yalanlarına cevap verilmesi ihtiyacı doğmuştur.
HURAFELER adlı yeni kitabım, tam da yüzden yazılmıştır.