6 Eylül 1955'te Selanik'te Atatürk'ün evine Yunanlılar tarafından bomba atıldığı haberinin yayılması üzerine İstanbul'da yaşayan gayrimüslimlerin ev ve iş yerlerine binlerce kişi tarafından saldırıldı.
1955 yılına gelindiğinde Kıbrıs’ta yaşanan olaylar zaten ülkede ki Yunan ve Rum vatandaşlarına iyi gözle bakmayan İstanbul Türk halkının sinirlerini iyice germiş durumdaydı. Birileri bu gerginliği büyük bir karışıklığa dönüştürmek için düğmeye bastı. Sırasıyla ele alalım.
Peki Türkler neden Yunan ve Rum halkına iyi gözle bakmamışlardır? Bu durumun öncelikli nedeni Rum halkının milli mücadelede zamanında düşmanca faaliyetleri ve Kıbrıs meselesi gibi gözükse de, esas nedenin ekonomik sebepler olduğunu söylenebilir.
Şöyle ki: İstanbul’da bulunan Yunanistan vatandaşları ve Rum azınlık Karaköy ile Sirkeci-Eminönü piyasasına oldukça hakim durumda olmuşlardır. Konserve, makarna, bisküvi, şarap, gazoz, salam, peynir, tereyağ üretiminde yine Yunanlılar ve Rumlar önemli bir yer işgal etmiştir.
İstanbul’un ve Türkiye’nin çikolata, ciklet ve şekerleme endüstrisinin %90’ı İstanbul’da çalışan Yunan vatandaşlarının ve onların ortağı olan Rumların elinde olmuş ve buna paralel olarak İstanbul’un hemen her semtindeki pastanelerin büyük kısmı Rumların tekelinde kalmıştır.
Beyoğlu, Karaköy, Eminönü ve Sirkeci’deki tanınmış giyim mağazaları, kumaşçılar, ayakkabıcılar ve şapkacıların da önemli bir kısmı Yunanlılar ve Rumlardan oluşmuştur. O dönemde İstanbul’un eğlence hayatında da Yunanlılar ve Rumların geniş bir yeri olmuştur.
Pek çok lokanta, birahane, meyhane, pansiyon ve otelin sahibi oldukları gibi buralarda çalışan şefler ve garsonlar, aşçılar, müzisyenler ve şarkıcılar da büyük çoğunlukla Yunanlılar ve Rumlardan oluşmuştur.
Bu nedenle İstanbul’un özellikle fakir halk grubu onlara hiçbir zaman sempati duymamış ve Türkiye’nin ticaretini Yunanlılar ellerinde tuttuğu için Türklerin fakir kaldıkları düşüncesini paylaşmışlardır.
Birçok Türkün kafasında “Kıbrıs’ta Türkle zulme uğrarken, İstanbul’da Rumlar rahat içinde ve bizden iyi şartlarda yaşıyor” algısı oluşmuştur.
Diğer taraftan, 1955 yılı içinde Türk basını Kıbrıs Sorunu ile ilgili yoğun bir haber, yazı ve yorum trafiğine girmiştir. Bu dönemde Türk gazeteleri özellikle Fener Rum Patrikhanesinin siyasi kimliği ile ilgili eleştrisel yayınlar yapılmıştır.
Patrikhane’nin Kıbrıs ile ilgili açık bir tavır almaktan kaçınması üzerine basında Patrikhanenin Rum terörünü desteklediğine dair haberler yayımlanmış, hatta 8 Temmuz tarihinde Yeni Sabah’ta Fener’in Kıbrıs kilisesine yardımda bulunduğuna dair iddialar dile getirilmiştir.
Hürriyet gazetesi Patrikhanenin siyaset dışılık ve bağımsızlık konularındaki yorumlarını çürütmeye çalışarak, Patrikhanenin etkili bir siyasi kimlik taşıdığını belirten yorumlara yer vermiş, Kıbrıs Kilisesine yardım yaptığı yönünde haberler aldığını ifade etmiştir.
Basında Fener'in Yunanistan’dan para aldığına dair yazılar da yayımlanmış ve bu sebepten Patrikhane’de Yunanistan’ın sözünün geçtiği şeklinde yorumlar yapılarak eğer böyle bir durum olmasa idi Patrikhane’nin Kıbrıs’ta gelişen terörü eleştirmesi gerektiği vurgulanmıştır.
Hürriyet, Patrikhanenin din adamlığına yakışmayan tavrını eleştirmek maksadıyla başka bazı dini reislerle görüşmüş ve yayınlarında Patrik Athenagoras’ı bu dini reislerin tutumunu örnek göstererek eleştirmiştir.
Diyanet İşleri Reisi, Hamambaşı ve Ermeni Patriğinin basında yer alan ve Rum terörünü kınayan açıklamalarına yer veren Hürriyet, bu dinî liderlerin tutumu ile Patrikhanenin tutumu arasındaki tezatı vurgulamıştır
Ömrünün son yıllarını Kıbrıs’ın Türklüğü uğrunda mücadeleyle geçirecek olan Papa Eftim, Kıbrıs'ta döktüğü kanlar sebebiyle Makarios’u aforoz ettiğini açıklamıştır.
Papa Eftim, Fener Patriği'nin gerçekten siyaset üstü davranıyorsa Makarios'u afaroz etmesi gerektiğini, çünkü Makarios'un Fener'den bağımsız hareket edemeyeceğini vurgulamıştır.
Bu arada Kıbrıs'ta gerginlik iyice artmış, Kıbrıs'ta Türklere katliam yapılacağı haberleri üzerine açıklama yapan İsmet İnönü, Kıbrıs meselesinde hükümetin yanında olduklarını beyan etmiştir.
İstanbul’da yayınlanan Rumca gazeteler de Türk basınınında eleştiri konusu yapılmış ve bu gazeteler, Kıbrıs’a dair Türk görüşünü açıkça desteklediklerini belirtmedikleri için itham edilmişlerdir.
Gazeteler Yunan basınında çıkan haberleri aktardıkları içinde eleştirilmiş ve Rumca gazetelerin Kıbrıs hakkında yorumda bulunmaması, Patrikhane için olduğu gibi, resmi görüşe karşı olmak şeklinde yorumlanmıştır.
Kıbrıs sorunu, 6-7 Eylül olayları patlak verene kadar Türk basınının gündeminden düşmemiş, bazı gazetelerde Patrikhane’nin Kıbrıs hakkındaki Yunan politikasını desteklemek maksadıyla İstanbullu Rumlardan para topladığına ilişkin haberler yayınlanmaya başlamıştır.
Rumlar arasında sinsice Türkler aleyhine çalışan vatandaşlarımızın olup olmadığı sorgulanmış ve dışarıdan ajanlarla ilişkiler olabileceği vurgulanmış, Türklerin bu topluma hep olumlu yaklaştığı belirtilerek bunların daha duyarlı olmaları istenmiştir.
Bu yorumlar özellikle patrikhane tarafından tekzip edilmiş olsa da basın ve kamuoyu ikna edilememiştir. 3 Eylül 1955 tarihli Hürriyet gazetesi şu ifadelere yer vermiştir:
“Patrik Athenagoras Efendi Kıbrıs’ta İstanbul’dan para göndereceğini oradaki vakıfların gelirlerini Makarios’a terk ve hediye etmiştir. İşte, Fener’in Kıbrıs’a yardımı bu kanaldan yapılmaktadır. Athenagoras Efendi’yi bunu tekzibe değil, aksini ispata davet ederiz.”
Rum azınlığın Fener Patrikhanesi yoluyla Makarios’a, dolayısıyla EOKA’ya para yardımı yaptığı haberi gündeme düştüğünden beri İstanbul’da ortam iyice gerilmiş, adeta bardağı taşıracak son damla beklenmeye başlamıştır.
Bunun farkında olan dönemin İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay, 26 Ağustos 1955’te Birinci Ordu Müfettişliğine gönderdiği yazı ile askerden de güvenlikle ilgili tedbirlerin alınmasını istemiştir.
3 Eylül 1955’ten itibaren de Eskişehir ve çevresindeki polis memurlarından da İstanbul’a takviyeler yapılmıştır.
5 Eylül 1955 gecesi Selanik’te, Atatürk’ün evinin bulunduğu bahçenin kenarında bir bomba patladığı haberinin Türkiye’de duyulması ile bardak taşmış, çığ gibi büyüyen olayların önü alınamamıştır.
OLAYLARIN BÜYÜMESİNDE BOMBA OLAYINI YAPTIĞI EK BASKI İLE MANŞETTEN DUYURAN İSTANBUL EKSPRES GAZETESİNİN ETKİSİ BÜYÜK OLMUŞTUR. GÜNLÜK TİRAJI 30 BİN CİVARINDA OLAN İSTANBUL EKSPRES'İN, 6 EYLÜL GÜNÜ TAM 300 BİN ADET BASILMASI DİKKAT ÇEKİCİDİR.
6 Eylül akşamı Kıbrıs Türktür Derneği’nin çağrısı doğrultusunda, Taksim Meydanı’nda yapılan protesto mitingi sonrası olaylar yavaş yavaş şekillenmeye başlamış ve bazı gruplar İstiklal Caddesi’nde bulunan gayrimüslimlere ait iş yerlerinin camlarını taşlamaya girişmişlerdir.
Rumlar başta olmak üzere Gayrimüslimlerin ev iş yerlerine dair yağma, tahrip ve saldırılar 7 Eylül sabahına kadar devam etmiştir. Olaylara karşı gayrimüslim komşularını kendi evlerinde saklayan Türkler de olmuştur.
Tophane'de oturan Şükrü isimli bir Türk 6 Eylül günü, alt katlarında oturan iki Rum komşusunu kendi evine saklamış ve üst katlara çıkan saldırganlarıda havaya ateş açarak kovalamıştır.
Bazı Türkler Türk bayraklarıyla gayrimüslümlerin evlerinin önünde durmuş, buraların sahiplerinin Türk olduğunu iddia ederek saldırganlardan korumuşlardır. Ayaklanmalardan sonra gayrimüslimler yapılan bu yardımlar için gazetelere ilan vererek teşekkür dahi etmişlerdir.
Olaylar sırasında Papa Eftim ve Türk Ortodokslarına herhangi bir saldırı olmamıştır. Bununla beraber Papa Eftim olayların kontrol altına alınması için bir dizi temasta bulunmuş ancak başarılı olamamıştır.
Olaylarda meydana gelen hasar konusunda değişik kaynakların farklı ifadeleri bulunmakla beraber resmi Türk kaynaklarına göre 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar vb. 5.317 tesis saldırıya uğramıştır.
Olaylarda çeşitli yaralanma ve ölüm olayları da meydana gelmiş olup bu konuda da farklı rakamlar dile getirilmiştir. 300 ile 600 arasında değişen bir yaralı miktarı söz konusudur.
İstanbul’un çeşitli semtlerinde 51 yangın meydana gelmiştir. Bu yangınların 21’i kilise, diğerleri ev işyerlerinde cereyan etmiş olup 7 kilise tamamen yanmıştır.
Türk basınında ölü sayısı 11 olarak verilmiş ancak sadece Abraham Anavas, Olga Kimiades ve Takki Bakkal isimleri verilmiştir.
Yunanlı çevreler ölü sayısını 15 olarak da açıklamıştır ancak söz konusu listede öldüğü bildirilen isimlerden bazılarının Yunanistan’da yaşadıklarının anlaşılması üzerine resmi açıklamadaki ismi geçen üç kişi genel olarak olaylarda ölen kişiler olarak kabul görmüştür.
Olay hakkında 1955-1957 yılları arasında yapılan mahkemelerde tutuklanan bütün zanlılar beraat etmiştir.
1960 darbesi sonrası Yassıada mahkemelerindeki 6-7 Eylül davalarında Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Mehmet Ali Tekinalp, Oktay Engin, Hasan Uçar ve Fuat Köprülü, Namık Gedik, Fahrettin Kerim Gökay, Kemal Hadımlı, Alaeddin Eriş yargılanmışlardır.
Adnan Menderes ve Rüştü Zorlu 6’şar yıl, Kemal Hadımlı ise 4,5 ay hapis cezasına çarptırılmışlardır.