Umut; ölüm karşısında insanın namluya sürdüğü hiç bitmeyen cephanesidir. "Umudun bittiği yerde ölüm başlar" derdi büyüklerimiz. Hâlâ, Türkiye’mizin bütün uzuvlarını saran habis urların yıkımına karşı umut edebiliyorsak, sebebi bu anlayıştır. Tabiî eskileri anınca Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgûl olma imkânını vermiyor” sözünü unutmak ne mümkün.
Adalet, eğitim, sağlık, ekonomi, güvenlik, barınma, beslenme cephelerinde hayatta kalmaya çalışırken, bu salgın, umudun azalmaya başladığı gerçeğiyle, bizi yüzleştirdi. Evet, Türkiye’nin kurumları tel tel dökülüyor. Yolsuzluk, arsızlık, hırsızlık yapanın yanına kâr kalıyor. Halkın ağır vergiler altında inim inim inlediği zaman, bu zaman. Vatanın toprağının, suyunun, canlısının ve vatandaş emeğinin birilerine peşkeş çekildiği zaman da bu zaman...
Saydığım tüm bu başlıkların memleketimizde bolca uzmanı var! Bu uzmanlarımız o kadar çok konuşuyor ki, konuşmaktan herhangi bir sorunumuza çözüm bulamıyorlar. Ah keşke konuştuklarının binde birini bir de icraata geçirebilseler, memleket nasıl kalkınacak, nasıl kalkınacak hayal bile edilemez!
Bu kalkınmada(!) iktidarımızın uzmanlarınca asla dile getirilmeyen, mümkünse de unutulsun istenen Suriyeli sığınmacılar gerçeğimiz var. 2019 yılında Millî Düşünce Merkezi-MİSAK için Türkiye’nin son 9 yıllık sığınmacı, göçmen ve mülteci politikalarını incelemiş, ”Sığınmacılar ve Türkiye’de Göç Olgusu” başlığıyla, beş bölümlük bir araştırma dizisi yayımlamıştım.
İktidar Suriyelileri göndermiyor...
Bu araştırmada; Türkiye’de kayıtlı olmayan Suriyeli sığınmacılarla birlikte diğer göçmen ve sığınmacıların sayısının, resmî olmayan rakamlara göre 7 milyona geldiği bilgisine ulaştım. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü sosyal ve bilimsel çalışmalarında Suriyelileri baz alıyor, Afganistan, Pakistan gibi gruplar ise çalışmalarda son derece sınırlı şekilde kendine yer buluyor.
Gördüm ki Göç İdaresi, Türk hukuk sisteminde sığınmacı, göçmen ve mülteci kavramındaki farklılıkları neredeyse ortadan kaldıran bir anlayışla hareket ediyordu. Oysa Türkiye bu kavramlarda diğer ülkelerle ayrışan tanımları ve hukukî sonuçlarını, uluslararası hukukta da kabul ettirmiş bir ülkeydi. Çünkü dünyanın en çok göç alan ve barındıran ülkesi. Coğrafi konumundan dolayı demografik yapısının değişebileceği tehlikesi, bir bekâ sorunu oluşturabileceğinden taraf olduğumuz sözleşmelerde, Türkiye’nin farklı tanımlamaları kabul edilmişti.
Türkiye; sadece Avrupa’dan gelenleri mülteci, Avrupa dışından uluslararası koruma talebiyle gelip üçüncü bir ülkeye yerleştirilene kadar kalanları şartlı mülteci, Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup yerleşmek amacıyla gelen ve kabul olunanlara ise göçmen demekte.
Türkiye’deki Suriyeliler bu tanımların hiçbirine uymadığı için, 13.10.2014 ve 2014/6883 sayılı Geçici Koruma Yönetmeliği kapsamında geçici koruma statüsündedirler. Suriyelilere kanunlarımıza aykırı şekilde mülteci demek, onlara, uluslararası camiada karşılamakla sorumlu olacağımız sorumluluklarla bizi karşı karşıya bırakır. Geçici koruma; Suriyelilere Türkiye’de koruma sağlarken, şartlar düzeldiğinde vatanlarına dönmelerini zorunlu kılan bir statüdür. Mültecilerin sahip olduğu hakları asla kapsamaz. Dolayısıyla yılın belli dönemlerinde Suriye’deki akrabalarını ziyaret edip, Türkiye’ye dönüp yaşamını burada idame ettirmek Geçici Koruma Statüsü ile çelişir. Geçici Koruma statüsünün T.C. vatandaşlığına alınma yoluyla sonlandırılması, ulusal ve uluslararası hukuka aykırıdır.
AKP iktidarı, Türk hukukuna aykırı bir şekilde ve Türk vatandaşlarının tüm itirazlarına rağmen Suriyelileri Türk vatandaşı yapma ve kalıcılaştırmak adına yoğun mesai harcıyor. BM’nin raporuna göre; son 30 yılda dünyada 20.3 milyon kişi göç etmiş ve bunun en az 10 milyonu Türkiye’ye gelmiş. Suriyelilere sağlanan ayrıcalıklar, göç edecek diğer ülke vatandaşları için de Türkiye’yi bir cazibe merkezi hâline getiriyor. Doğu bölgemizde, gruplar hâlindeki kaçak geçişler bu nedenle durmuyor.
Geçici koruma kapsamındaki Suriyelilerin yükünü Türkiye artık taşıyamaz hâle gelmiştir. Suriyelilere Türk halkının harcanan parası, 12 milyar dolar ile başladı artık 58 milyar dolardan bahsedilir oldu. Türk halkının her gün yoksullaştığı, yoksulluk içinde âdeta kıvrandığı bir dönemde Suriyelilere bakmaya devam etmesi mümkün değildir. İktidar kamuoyunda homurdanma arttığı zamanlarda; Suriyelilerin gönüllü şekilde dönmelerinden söz ederek toplumun ağzına bir parmak bal çalmakla yetinmeyi tercih ediyor. Ama Suriyelilerin ülkelerini dönmesi için de hiçbir adım atmıyor.
Evdekiler açlıkla boğuşurken…
TÜİK’in sihirli rakamları bizim gerçeğimizle uyuşmadığı için, Türk-İş’in Haziran 2020 açıklamasına göre; Türkiye’de 4 kişilik bir ailenin kira, fatura vb. olmadan 1 aylık sadece beslenme gideri, 2 bin 438.08 TL, kira, fatura vb. eklendiğinde de 7 bin 918.82 TL’dir. Bekâr 1 çalışanın yaşama maliyeti de 2 bin 952.41TL. Çalışan nüfusun %40’ının asgari ücretle çalıştığı ve asgari ücretli çalışanın eline 2 bin 324 TL geçtiği bir ortamda, Türk halkının nasıl bir yoksulluğa mahkûm edildiği ortadadır.
Suriyelilerin sağlık giderleri Türk halkının vergilerinden karşılanırken, milyonlarca işsiz genç Genel Sağlık Sigortası primi ödemeye zorlanmakta. Bu arada ödeyemeyenler GSS borcu nedeniyle sağlık hizmetlerinden mahrum da kalmakta. Yıllarca prim ödeyen çalışan ve emekli de; muayene ücreti, ilaç katkı payı vb. adı altında sağlıktan paralı olarak faydalanmakta.
Türk vatandaşlarını istihdam etmek yerine, geçici süreliğine Türkiye’de bulunan Suriyelilerin istihdam edilmesi için, devlet teşvik vermekte. Sokak, hastane, postane gibi kamuya hizmet veren tüm kurumlarda anayasaya aykırı şekilde Türkçenin yanına Arapça da eklenmekte. Türkiye’de yabancı dil öğretiminden farklı olarak yine yasaya aykırı şekilde bazı okullarda çift dilli olarak, Türkçe ve Arapça, eğitim verilmekte. Türkçenin konuşulmadığı gettolar, mahalleler oluşmakta, ticarethaneler açılmakta.
Sosyal doku alt üst. Çok eşlilik, çocuklarla birlikteliğin normalleşmesi, Türk kadınlarında aldatılma ve boşanmaya bağlı depresyon artışı, aile kurumunun zedelenmesi, kültür uyumsuzluğu ve çatışması, kriminal olaylarda artış gibi pek çok konuda, başrolde, Suriyeliler var.
Hepsinin de önüne geçen bir endişe olarak demografimizin değiştirilme meselesi var. Türkiye’nin doğurganlık hızının 1.99’a düştüğü, Türkiye’deki Suriyeli nüfusta kadınların ortalama çocuk doğurma sayısının 5.3 olduğu gerçeği, etrafımız yangın yerine dönmüşken hepimizi endişelendirse iyi olur.