Su testisi su yolunda kırılır atasözü artık her kadın cinayetinden sonra birilerinin diline pelesenk olur hâle geldi. Mânâsı; bir insan hangi yolun yolcusu, hangi amacın peşindeyse, o yolda ve amaç uğrunda neye hizmet ediyorsa, başına bir kaza ya da kasıt gelmesi sonucu yok olmasıdır.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun açıkladığı verilere göre, sadece geride bıraktığımız temmuz ayında 36 kadınımız öldürüldü, 11 kadınımızın cinayeti de şüpheli. Keşke bu verileri Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı açıklıyor olsa. Böylece devlet; biz kadınların farkında olduğu gibi, belki durumun ciddiyetinin farkında olabilirdi.
Zigzaglı dış politikanın, siyasetin raks eden kıvraklıktaki yoğun gündeminden bir türlü asıl meselemiz olamıyor kadınlar... Öldürüldükçe konuşuyor, konuştukça kanıksıyor, kanıksadıkça umursamadan birkaç dakikada unutuveriyoruz.
Hatırlayın! Savaştan yeni çıkmış genç Türkiye Cumhuriyeti, ancak kuruluşundan 4 yıl sonra nüfus sayımı yapabilmişti. Osmanlı’da öküzün dahi sayıldığı ama kadının sayılmadığı nüfus sayımının aksine, Cumhuriyet ilk kez kadınları da saymış ve kadın nüfusu erkeklerden yarım milyon fazla çıkmıştır. 13 milyonluk ülkede dört yıl sonra bile bu denli fark olmasının nedeni yıllardır süren savaşlardı.
Cumhuriyet; kadınların emeği üzerinde şekillendi, kadınların iradesiyle gelişmişti. On yılda on beş milyon genç yaratmakla neden övündüğümüzün sebebini iyi bilmek lâzım. Cephede, tarlada, yolda, evde, fabrikada, nüfusun artırılmasında, kısaca memleketin yeniden inşasının her alanında kadınlar en ön saftadır ve Türkiye’nin kurucuları bunun idrakindeydi.
Bugün yok saysanız da görmeseniz de bu nedenle Cumhuriyet, kadına son derece önem vermiştir. Eğitiminden seçme ve seçilme hakkına, medenî hukuktaki miras hakkından boşanmaya kadar her alanda kadını, erkeği gördüğü gibi insan olarak görmüştür. Kadın erkeklerle her alanda, her koşulda eşittir.
Peki nasıl oldu da bu anlayıştan bugün kadınlar, “Biz de varız! Bizi yok saymayın! Biz de insanız. Yaşamak istiyoruz.” haykırışına geldi? Kadınlar eşit oldukları ülkede, can güvenliklerinden endişe eder oldu? Kadınları korumak(!) için özel yasalara, sözleşmelere ihtiyaç duyar olduk? Konuşmamız, çözüm bulmamız gereken tam da bunlarken neden yap(a)mıyoruz?
Her gün birkaçımız niye canice katlediliyoruz? Artık niçin, ne giydiğimizin, yediğimiz içtiğimizin, gülüşümüzün, sevdamızın, hayallerimizin birilerine hesabını vermek zorunda kalıyoruz?
Şeyma Yıldız: 17 yaşında, erkek arkadaşı olduğu şüphesiyle babası tarafından öldürüldü.
Sibel Kılıçlı: 37 yaşında 4 çocuk annesi bir kadın. Beraber yaşadığı erkek tarafından resmî nikâh istediği için öldürüldü.
Dilek İnce: 16 yaşında, 29 yaşındaki erkek arkadaşı tarafından fuhuş yapmıyor diye öldürüldü.
Medine Memi: Erkeklerle konuştuğu için, bahçedeki kümese canlı canlı gömülerek öldürüldü.
Zümrüt Er: Eski eşi ve kayınpederi dâhil 5 kişi tarafından evi basılıp 2. kattan yere atılan ve ölmeyen, ölmediği için düştüğü yerde sopalı çivilerle dövülen, yine ölmediği için başına dört el ateş edilerek öldürülen genç kadını hatırladınız mı? Hani 21 yaşında ve iki çocuk annesiydi.
Güldünya Töre: Hastane odasında kardeşi tarafından katledilen genç anneyi ve hayat hikâyesini hatırladınız mı?
Orada ne işi vardı, zengin erkek avcısı, kılığından kıyafetinden belli, onu giymeseymiş, bunu içmeseymiş “Su testisi su yolunda kırılmış.” dedikleri Münevver Karabulut, Şule Çet, Pınar Gültekin ve yüzlercesi.
Ölümü üzerindeki şüphenin hâlâ giderilemediği Defne Joy Foster’in ölümünün ardından yılların gazetecisinin(!) “Su testisi su yolunda kırıldı.” yazısını hatırladınız mı?
Peki bu söylemle ve tam da bu kadınların katledildiği gerekçelerle öldürülen, kaç erkek sayabilirsiniz?
Ve bugün... Afla hapisten çıkan babası, 7 yaşındaki Dilan Karataş’ı öldürdü. Merve Yeşiltaş’ı sevgili görünümlü insan müsveddesi ateşe verip, diri diri yakarak öldürdü.
Kadın üzerine bolca ahkâm kesenler nedense, özel sektörde kadınların eşit işte eşit ücret alamaması üzerine hiç konuşmuyor. Kadın bedeniyle ilgili binbir günah sayıp ahlâk nutku çekenler; rüşvet, yolsuzluk, nepotizm, adaletsizlik, torpil, hamilelik, annelik nedeniyle iş kaybı gibi konularda ağzını hiç açmıyor.
Kadının da insan olduğu, zekâsı, aklı, değer yargıları olduğu, erkeklerin onlardan herhangi bir üstünlüğü olmadığı gerçeğinden ne ara bu kadar uzaklaştık? Hukuk önündeki eşitlik zihnimizde niye yok?
Miras hukukuna rağmen; karısının miras hakkını medenî kanuna göre savunurken, kız kardeşinin miras hakkına şer’i kanuna göre karşı çıkanlar hiç konuşuluyor mu? 2020 yılında kadınlar, hakkı olan mirastan cebirle nasıl men ediliyor bunu konuşalım mı?
Dinde bile evliliğe rıza aranırken hâlâ kızlarımız nasıl zorla evlendiriliyor bunu konuşana rastlıyor musunuz? Ev işi yapmaya zorlanan, çalıştırılmayan, okutulmayan, parasızlıktan koca dayağına nasıl mecbur kalıyor bunu konuşalım mı?
Koca-sevgili dayağını o kadar normalleştirdik ki evde baba, abi, erkek kardeş, amca, kuzen şiddetinden bahsetmiyoruz bile. Oysa koca(erkek) şiddeti, maruz kaldığımız şiddetin en son duyulanı.
Öyle ya!.. Su yolunda kırılacak su testileriyiz!.. Beşikte, eşikte ya da yetmişinde olmamız fark etmiyor. Bir erkek tarafından öldürülmek için sıramızın geleceği âna kadar sadece sesimizi duyurmaya çalışıyoruz.