Türkiye’mizin değişmeyen, değiştirilmesi teklif dahi edilmeyen gündeminin müzmin konu başlıkları; şiddet, tecâvüz, adaletsizlik, nepotizm, din istismarı vb. saymaktan yorulana kadar liste uzayıp devam ediyor.
Peki, tam da böyle bir ortamda, halkta bıkkınlık, yılgınlık ve umutsuzluk hâkim kılınan zamanda biz neyi konuşuyor, neyi tartışıyor ve neye çözüm buluyoruz? Ya da o sürekli arzu ettiğimiz, dilimizden düşürmediğimiz demokratik ve medenî bir ülke olma vasfını niye tam mânâsıyla hayata geçiremiyoruz?
Ekranlarda sürekli olarak aynı konuklar yer alıyor. Dünyada tüm bilim dallarında uzman(!) olabilmek gibi olağanüstü bir işi başaran bu toplum afyonlayıcıları, istemesek de hayatımızın tam göbeğinde yer almayı başarıyor.
Çoğu rektör, profesör gibi unvanlara sahip bu isimler, "üniversitelerimizi neden dünyanın sayılı bilim yuvaları hâline getiremiyor" bunun cevabı yok. Milyonlarca öğrenciye "Gel benim üniversitemde oku" diyen rektör(ler), göğsünü gere gere çocuğunu ABD’de üniversite eğitimine yolluyor. İsteyen istediği yerde okur ama yönettiği üniversite dünyada ilk 500 üniversite içinde bile yer almıyorsa, o zaman sormak hakkımız değil mi? Nasıl olur da kendi evladınıza lâyık görmediğiniz okulu bizim evlatlarımıza lâyık görüyorsunuz? Bizim üniversitelerimiz neden ilk 100 -50-10 içinde yer almıyor? Yönetici olarak sizi bundan alıkoyan ne? Siz neyi eksik yapıyorsunuz? Cevabı olan varsa çıkıp konuşsun!
***
Euripides’in dizelerini anmadan geçemiyor insan; “İnsanları yalanlarla ikna etmek mümkün olduğuna göre, tersini de kabullensen iyi olur. Çoktur insanları ikna edemeyen gerçekler.” Beyanlarınızı o kadar çok renge boyadınız ki, gerçekleriniz artık insanları ikna etmiyor.
Her konuda uzman(!) ekranların değişmez yüzü bazı emekli askerlere de sormak istiyorum. (Sadece askerlikte uzman olduğunun idrakindeki kahramanlarımız istisna, sözüm onlara değildir). Bir zamanlar Türkiye’nin en güzide, en gözde ve en güçlü kurumu idiniz? Neleri yanlış yaptınız da bugün iktidarın ordan oraya sürüklediği, liselerini, hastanelerini kapattığı, kışlalarını boşalttığı, arazilerini imara açtığı, geleneği ve kültürünü yok ettiği bir sistemi ardınızda bıraktınız? Her konudaki uzmanlığınızla(!) ne bu konuları ağzınıza aldığınızı, ne de topluma bu konuda bir özeleştiride bulunduğunuzu niçin göremiyoruz?
Etrafımız yangın yeri, siyasiler bırakın tek bir komşuyu, neredeyse dünyada sorun yaşamadığımız bir ülke bırakmadılar. Eski diplomatlar, kamu idarecileri, bürokratlar, siyasetçiler vb. ülke içi ve dışında Türk milletinin menfaatini koruyan STK’lar, platformlar kurup halkı aydınlatmıyor, sosyal yaptırım gücünü harekete neden geçiremiyorlar, bunun da cevabı yok. Topu siyasete atıp kenara çekiliyorlar.
***
Hukuk bilginlerinin ne yazık ki yerini âdemlikten (insan) ademliğe, yani yokluğa bıraktığını kadın erkek, orman, hayvan hepimiz iliklerimize kadar yaşadığımız can korkusuyla hissediyoruz.
30-40-50 hatta 75 suç kaydı olanı sokakta elini kolunu sallayarak gezdiren savcı ve hâkim ile onları yetiştiren hukuk hocaları, nasıl memnun musunuz eserinizden?
"Beni solladı" diye de insan öldürülüyor, "bana gülümsedi" diye de. İnsan öldürene verilen göstermelik cezalar ve uygulanan infaz sistemiyle en fazla beş altı yıl sonra, profesyonelleşmiş bir cani olarak aramızdan yeni kurbanlarını seçmeye çalışıyorlar.
Bir twit atana, siyasete yaranmak için, gösterdiğiniz kudret ve gadri, defalarca kez suç işleyene göstermemenizin de bir izahı var mı? Hekimin bile hata ve görev kusurunda bulunduğunu kabul ediyor, adına malpraktis deyip cezalandırıyoruz. Ama haşa, hâkimin hata ve görev kusurunda bulunduğunu aslâ kabul etmiyoruz. Antik Yunan’da Theodektes’in Yasası’nda bir bölümde tam olarak şöyle denir. “Atlarımızı başkalarının atlarına iyi bakamayanlara ve gemilerimizi başkalarının gemilerini batıranlara emanet etmediğimiz gibi, başkalarının güvenliğini sağlayamayanlardan da bizim güvenliğimizi sağlamalarını bekleyemeyiz.”
Can güvenliğinin yasalar tarafından sağlanamadığı algısı yerleştiğine göre; üniversitesinden Hâkim ve Savcılar Kurulu’na kadar tüm hukuk camiasının, biz nerede neyi yanlış yapıyoruz diye kendisini sorguladığını duyan var mı? İnsan hayatına son vermek 5-6 yıl hapis yatma ile cezalandırılıyorsa, orada ölen öldüğü ile kalmış demektir. Vücut bütünlüğü dokunulmazlığına saldırıda bulunan adliyeden hemen serbest kalıyorsa savunulan yaşam hakkı mıdır?
Ölümü hak edecek bir şey yapmadan, ölmeyi hak etmek... Hepimiz, suçluyu ödüllendiren hukuk anlayışıyla, birinin bizim için “ölmeyi hak etti” yargısına varacağı âna kadar, yaşamaya çalışıyoruz.
Yasaların yapıldığı yerde de; parti liderlerinin tek başına karar verip, iki dudağı arasından çıkan emirle vekil olmasına karar verdiği aynı yüzler hep vekil oluyor. Arada çevresi ve hatırı sayılır olanlar ya da “işini bilenler” de bu listelere “yeni yüz” olarak katılmıyor değil, aradan sıyrılıyorlar, haklarını yemeyelim!.. Ancak Milletin iradesi, birkaç parti liderinin iradesine göre şekilleniyor. Partilerin lideri değil de liderlerin partilerinin olduğu bir sistemi eleştiren bir vekil gördünüz mü?
Birkaç kişinin belirlediği isimlerle ortaya çıkan manzaraya millet iradesi dendiği bir yerde, yani Milletin iradesinin ipotek altına alındığı bir yerde kim şiddeti engellemeyi, adaletsizliği ortadan kaldırmayı, eğitimi iyileştirmeyi, nepotizmi, talanı engellemeyi düşünür?