Yasa, adil ve adaletli midir?..
Bir anket firmasının yaptığı araştırmaya göre, Türkiye’nin en önemli sorunu %77 ile ekonomi imiş.
Hayır efendim, bir vatandaş olarak itiraz ediyorum!
Türkiye’nin her kurumunu temelinden sarsan tek sorunu var; o da %100 ile ad(ı)alet. Namıdiğer gözleri bağlı Themis’in terazisindeki adalet!.
Adalet heykelinin gözü kapalıdır. Zîra adalet dağıtacağı kişiyi görmez. Kişiye has adalet dağıtmaz. Bizde artık o kadın(adalet) gözünü açtı. Adalet, kişiye göre hüküm veriyor.
Bu yazı belki bugün size çok şey ifade etmeyecek ama ufuk çizgisinde belirmiş ve üstümüze doğru gelen adaletsizlik kasırgasının, yıkıcılığı hakkında bir fikir verebilir. Üstelik bundan kurtulmak için maske ve sosyal mesafe ya da eve kapanmak da çözüm değil.
Her ülkenin kendi anayasası, ceza hukukuna göre suç ve tanımları, bunlara karşı uygulanacak cezaî müeyyideleri de bellidir. Adalet kişilere, kurumlara, partilere, zümrelere, tarikatlara ve cemaatlere göre farklı farklı tecelli etmez(di). Herkese eşitti(r).
Bu nedenle hukuk sisteminin nihai amacı adaletin tesisini gerçekleştirmektir. Hukuk devleti demek adaleti sağlayan devlet demektir. Adaleti sağlayamayan devlet karşısında “Yasa, adil ve adaletli midir?" sorusu kaçınılmazdır. Yasanın mutlaka olduğu ama adalet ve hakkaniyetin olmadığı yerde; tiranlar, kendi iradelerini, halk iradesinin üstünde görür.
Adalet kavramını tanımlamak son derece güçtür. Bir tanıma göre adalet, “Sana yapılmasını istemediğini başkasına yapmamaktır.”
Romalı hukukçular adaleti; “Herkese hakkı olan şeyi vermek konusundaki irade” diye tanımlamışlardır. Bir başka tanımda adalet, “Olan hukuk değil, olması gereken (ideal) hukuk” biçimindeki ifadedir.
Aristo adaleti ikiye ayırmaktadır. Aristo’ya göre; insanların şahsi ve özel durumlarına bakılmaksızın aynı işleme tâbi tutulmasına denkleştirici adalet denir. Denkleştirici adalet mutlak, aritmetik bir eşitliği ifade eder. Buna karşılık değerlerin dağıtılmasında herkesin yeteneğine ve toplumdaki durumuna(liyakate) göre pay almasında dağıtıcı adalet düşüncesi yer alır.
Örneğin, devletin herkese eşit oranda sosyal yardım yapmasında denkleştirici adalet düşüncesi hâkimdir.
Gerçekten de böyle uyguluyoruz pratikte değil mi!..
Hamili kart yakınımdır, bizim partiden, köyden, dernekten demeden tam bir hakkaniyet içerisindeyiz maşallah!..
Engelli ve hastalara diğerlerine göre daha fazla yardım yapılmasında ise, dağıtıcı adalet fikri hâkimdir.
Benzer biçimde devletin herkesten eşit vergi almasında denkleştirici, kazanca göre vergi almasında ise, dağıtıcı adalet fikri etkilidir.
2020’nin “Yepyeni” Türkiye’sinde, bordrolu çalışan memur ve asgari ücretli kadar vergi vermeyen patronlar gerçekliğinde yaşayınca, denkleştirici ve dağıtıcı adalet kelimeleri, hiç kadar anlamsızlaşıyor.
Genel bir tanım vermek gerekirse; “Adalet; ahlâka dayanan, herkese hakkı olanı veren, bireylere hürriyet ve eşitlik sağlayan, insan haklarına saygılı ve insanları mutlu eden erdem ve iradedir”.
Adaleti görünür kılan kurallar, yaptırımlar...
Devlet, adaleti sağlarken, objektif ve adil hukuk kuralları çıkarmalı ve bu kuralları aynı biçimde uygulamalıdır. Bunda hem toplumun, hem devletin, hem de bireyin üstün yararı vardır.
Sosyal kurallara uyulmadığı takdirde karşılaşılan tepkiye yaptırım denir. Yaptırım; farklı türlerde zorlamayı, zorlama ile kurallara uyulmasını amaçlamaktadır. Din, ahlâk ve görgü kurallarına uyulmaması hâlinde manevi, hukuk kurallarına uyulmaması durumunda ise maddi niteliktedir.
Bu bakımdan yaptırım; hukuk kuralına uyulmasını sağlayan, maddî güç uygulanması esasına dayanan bir tepki olarak ortaya çıkar. Özü itibarıyla ceza ve cebir unsurunu içerir.
Hukuk kuralının yürürlüğü yaptırım olmaksızın sağlanamaz. Yaptırım, hukuk kuralının verdiği emrin yerine getirilmemesi veya kuralın öngördüğü yasağın çiğnenmesi hâlinde geçerlilik kazanır. Her kuralın bir yaptırımı vardır.
Hukukî yaptırım diğer sosyal düzen kurallarından farklı olarak “maddî” nitelik taşır. Bugünkü hâlini alması yüzyıllar süren bir süreç sonrasında olmuştur.
Yaptırımların caydırıcı etkisinin olmadığı yerde adalet ve hukuk anlayışından söz edilemez.
Yaptırımların amasız, fakatsız, ideolojisiz, uygulanmadığı sistemlerde “Yargı, rantın ana merkezi” olur.
Adaletin tecelli edildiği(!) adliye sisteminde yargı; sırtımıza inecek kızılcık sopası gibi, sırası gelecek olan kurbanlara karşı erk sahiplerince kullanılır.
Türkiye’nin ağır sorunları, aksayan yönleri olabilir, buna kimsenin itirazı yok. Ama Türkiye’de adaleti Antigone Tragedyası dünyasına indirgemek isteyen linç kültürünün yerleşmesine, ruhumuzdaki adalet duygumuz için karşı durmak zorundayız. Adaletsizlik Türk’ün yaratılışında yok, Türk’ün yurdunda da hiç olmamalı.
Türkiye’de, inancını yitirmiş dahi olsa, hiçbir şekilde bir araya gelemeyen kitlelerle, umut taşıyor(muş) gibi yaşayanların paradoksunun verdiği acı ve adaletsizlik birleşince yaşananlar; Gustave Le Bon'un "Ben kalabalıkların hiçbir şekilde inançlı olduğunu görmedim" cümlesindeki anlama evrildi.
Adalet de bundan payına düşeni fazlasıyla aldı.