SIĞINMACI SORUNUNUN TEHLİKE VE TEHDİT BOYUTU BÜYÜYOR!
Ülkemize çoğunluğu Suriye'den gelenler olmak üzere tahminen 6 milyon sığınmacı yaşamaktadır. Bunun insani boyutunu aşan milli menfaatimize yani bekamıza ve rafahımıza yönelik bir tehlike oluşturmaya başladığını değerlendiriyorum.
Bu insanların belirli kamplarda kontrol altında tutulmaları gerekirken Türkiye'nin her yerine dağılmalarına izin verilmesi yanlış olmuştur ve sorunun daha karmaşık bir hal almasına yol açmıştır. Sığınmacıların yoğun olduğu şehirlerde emniyet asayişin bozduğunu, suç miktarlarının arttığını basındaki haberlerden anlıyoruz.
Ayrıca, sığınmacılara sağlanan maddi destek ve yardımların ekonomimizin bozulmasındaki etkisini göz ardı edemeyiz. Ayrıca, vatandaşlarımızın arasında kırgınlık ve huzursuzlukların oluşmasına sebebiyet verdiğini de önemsemeliyiz.
Hatay, Antep gibi bazı şehirlerin ve büyük şehirlerimizin varoşlarında, demografik yapının bozulduğunu ve gelecek için tehlikeyi daha da artıracaktırdığını söyleyebiliriz. Buna kesinlikle olanak tanımamalıyız.
Yine medyada bir milyona yakın sığınmacının vatandaş yapılıyor olduğunu okuduğumda haberi korkunç buldum ve ileride terörün hızla artacağını, özellikle PKK'nın işine yarayacağını ve insan kaynağını zenginleştirdiğini düşündüm.
Sığınmacı sorunundan kaynaklanan tehlikenin dahada büyümesini önlemek veya azaltmak amacıyla Suriye yönetimi ile diyalog kurulması, anlaşma sağlanarak sığınanların parti parti Suriye'ye gönderilmesini öngören yeni bir politika izlenmesinin kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.
Afganistan ve diğer ülkelerden gelenlerin belirli bölgelerde inşa edilecek barınma kamplarında toplanması ve diplomasi yoluyla anlaşma sağlanarak güvenlikleri garanti edilerek ülkelerine gönderilmesine yönelik çalışmalar yapımasının en doğru ve insani bir politika olduğu kanaatini taşıyorum.
Mültecilerin demografik yapıyı değiştirdiği il veya ilçeler oluşursa buralarda gizli işgal pozisyonu meydana gelebilir. Örneğin, Antakya'da tehlike daha da ciddi boyut kazanır ve ileride Suriye 1939 halk oylamasını gündeme taşıyabilir.
Buna bağlı olarak Hatay'da referandum yapılmasını Birleşmiş Milletler'e götürme riski meydana gelebilir.
Bu bakımdan çok kararlı olmalıyız ve her türlü önlemi şimdiden almalıyız. Çünkü, Suriye'nin haritalarında Hatay'ı kendi toprağı olarak gösterdiğini biliyoruz. Bunun anlamı Suriye, Hatay'ı almayı bir milli bir hedef olarak ilan etmiş oluyor. Kendi elimizle Suriye'ye avantaj tanımamalıyız.
Ege'de Yunanistan'ın 20 kadar adamızı işgal etmesine sessiz kalmamızın sonunda, Yunanistan'ın milli hedeflerinden biri olan Ege'nin bir Yunanistan gölü haline gelmesi yolunun açılmasından ders çıkarmalıyız kanısındayım.
3 MAYIS TÜRKÇÜLÜK GÜNÜ KUTLU OLSUN!
Turancılık, Türkçülük, Pantürkizm kavramları nedir? Anlamları farklı mıdır?
Bu kavramlar, pozitif bilim konusu olmadığından sosyal bilim kapsamında yer aldığı için farklı yorumlar ya da değerlendirmeler yapılabilir ve doğaldır.
Türkçülük, Turancılık, Pantürkizm ülkü veya ideolojilerini genel bir perspektiften toparlayacak olursak, üç başlık altında analiz edebiliriz.
Bu başlıklar ;
Ural-Altay Kavimlerinin birliğini savunanlara Turancı,
Türk Halklarının birliğini savunanlara Türkçü,
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu hedefleyenlere Türk Milliyetçileri diyebiliriz.
Ural-Altay Kavimleri deyince Türkler, Macarlar, Finler, Moğollar ve Estonlar anlaşılmalıdır.
Birlikten, tek devlet halinde teşkilatlanmak anlaşılmamalıdır. İttifaklar, işbirliği veya tek millet yedi devlet alternatiflerini öngören değişik organizasyonların gerçekleştirilmesi algılanmalıdır.
Ünlü sosyolog ve filozof Ziya Gökalp; Ural-Altay Kavimlerinin birliğine sıcak bakmamıştır. Turancılığın bir kavimler topluluğu olmadığını savunmuştur. Bu bağlamda; Türk Halklarının birliğini önermiştir ve gerçekçi olduğunu benimsemiştir.
Ancak, Finli tarihçi Alexander Castren başta olmak üzere birçok tarihçi ya da sosyolog Ural-Altay Kavimlerinin birliğini öngören ülküyü yani Turancılığı desteklemektedir.
Turancılığı; Osmanlı Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa'nın Don-Volga Kanal Projesine dayandıranlar vardır. Bu projenin Hazar Denizi üzerinden Orta Asya'daki Türk topluluklarına ulaşmak amacı ile hazırlandığını söyleyenler bulunmaktadır.
Türkçülük ya da Pantürkizm, Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarına karşı Türkçülüğü şiddetle savunan bir ideolojidir. Günümüzde bu kapsamda mücadelenin yaşandığını düşünüyorum. Osmanlıcılık ve İslamcılık temelinde ümmetçilik vardır. Türkçülük bunu reddeder. Avrupa ümmetçilik kıskacından Ortaçağ da kurtulmuş, kalkınmayı ve zenginleşmeyi sağlamıştır.
Türkçülük ideolojisini benimseyen Yusuf Akçura ve arkadaşları 1904'de İstanbul'da Türk Derneği'ni kurdular. 1911'de Türk Yurdu Cemiyeti kuruldu. Türkçülük görüşüne sahip 1889'da kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1900'lerden itibaren güçlendi ve aktivitesini artırdı. 1912'de Türk Ocağı kuruldu. Halen varlığını sürdürüyor.
1908 de 2. Meşrutiyetin ilanından itibaren Turancılık ve Türkçülük akımları geniş yankı buldu.
Bununla beraber İttihat ve Terakki Cemiyeti, Türk-İslam sentezi temelinde kurulmuştur. Ancak 1.Dünya Savaşı'nda Arapların, İngilizlerle beraber Osmanlı ordusuna saldırılar düzenlemesi üzerine İslamcılık anlayışından vazgeçilmiş ve Türküçülük ülküsünü kabul etmiştir.
Bu süreçte Ziya Gökalp'in başını çektiği Türklerin Birliği Projesi, İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne egemen oldu.
Türkçü olan Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Killigil; Rusya'daki Ekim 1917 Devriminin karışıklığından yararlanarak Azerbaycan ve Dağıstan'ı Rus işgalinden kurtardı ve bağımsızlıkları ilan edildi.
İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin liderlerinden Enver Paşa, Türkçülük uğruna meşhur Sarıkamış Harekatını başlattı ve bizzat yönetti ama başarısız oldu. Osmanlı İmparatorluğu'nun 1. Dünya Savaşı'nda yenilmesi üzerine Orta Asya'ya geçtiğini, Tacikistan'da Ruslara karşı savaşırken şehit düştüğünü herkes bilir. Böylece Turancılık ve Türkçülük akımı son buldu.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİNDE TÜRKÇÜLÜK
TBMM üyelerinden bir kısmı Turancı ideolojiye yakınlık duyuyordu ama Ziya Gökalp, 1924'de yayımladığı Türkçülüğün Esasları kitabında da açıkladığı gibi Turancılığa ve Türkçülüğe yeni bir yaklaşım getirdi. Turancılığı ütopya olarak tanımladı. Böylece Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş ve çağdaşlaşmasını hedef alan yeni bir Türkçülük anlayışını açıkladı.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu lideri, büyük devrimci, devlet adamı ve muzaffer başkomutan Mustafa Kemal Atatürk, Ziya Gökalp'in fikrine sıcak baktı, benimsedi ve onun milletvekili olmasına destek verdi.
Atatürk, bu konuda "Duygularımın babası Namık Kemal, fikirlerimin babası Ziya Gökalp'tir * demiştir.
Ancak, 1930'lardan sonra Turancılık anlayışı yeniden canlanmaya başladığını görüyoruz. Nihal Atsız başı çekiyordu. Kadrosunda Fethi Tevetoğlu, Orhan Seyfi Orhon, Ömer Seyfettin, Alparslan Türkeş gibi aydınlar bulunuyordu.
1944'de tutuklandılar. Tutuklamalar nedeniyle protesto mitingleri başladı. Protestolar, tutuklular arasında umut yarattı ve kendi aralarında 3 Mayıs'da kutlamalar düzenlediler.
İşte bundan dolayı 3 Mayıs günü Türkçülük Günü olarak kabul edildi ve her yıl kutlamalar devam etmektedir.
Bu kapsamda; MHP tarafından Erciyes'de Türkçülük Kurultayı ya da Şöleni düzenleniyordu ama son yıllarda bu kutlamalardan vazgeçildi. Bana göre yanlışlık yapıldı. Çünkü Erciyes Kurultayı, Türkçülükler arasında bir buluşma sağlıyordu ve Türkçülük ruhunu pekiştiriyordu.
Nihal Atsız, "Her Türkçü Turancıdır. Her Turancı Türkçüdür" diyerek Türkçülük ve Turancılık kavramlarının iç içe girdiğini, ilişkilerini ve yakınlıklarını vurgulamıştır.
1960'dan sonra Alparslan Türkeş ve yol arkadaşları Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ni kurdular. Daha sonra adını Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirdiler.
MHP'nin kurucu lideri Alparslan Türkeş Türk- İslam Sentezi politikasını öne çıkarttı.
Bana göre stratejik hata yaptı. Çünkü, ümmetçilik ile millet anlayışı birbiriyle bağdaşmaz ve ümmetçilik demokrasiyi kabul etmez. Ümmetçilik Orta Çağ düşüncesidir ve Türkçülüğü ret eder. Ümmetçilik politikaları şeriat rejimin önünü açar çağdaşlaşmayı engeller.
Süratle Türkiye Cumhuriyeti'nin kurtuluş ve kuruluş felsefesine dönmeliyiz. Atatürk ilke ve inkılaplarına sıkı sıkıya sarılmalıyız. Aksi takdirde, sorunlarımızın üstesinden gelemeyiz ve şeriat rejiminin hortlamasına engel olmayız. Atatürk döneminde kendi milli uçağımızı üretebilen bir kaç devletten biri olduğumuzu’da hatırlayalım.
TÜRKÇÜLÜĞÜN SİMGESİ OLAN BOZKURT İŞARETİNİN ANLAMI!
Serçe parmak Türkleri, işaret parmağı İslamı, aradaki boşluk dünyayı temsil etmektedir. Üç parmağın birleştiği nokta mühürdür.
Bozkurt işareti ise "Türk- İslam mührünü dünyaya vuracağız" anlamını taşımaktadır.
Günümüzde her yıl Macaristan'ın Bugaç kentinde Atalar Günü adıyla şenlik düzenlenmektedir. Buraya Ural-Altay kavimlerinden çok sayıda dernek temsilcileri katılmaktadır. Böylece Turancılık ideali canlı tutulmaya çalışılmaktadır.
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu lideri, büyük devrimci ve devlet adamı, muzaffer Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet'in 10. yılı kutlamalarında yaptığı konuşmasını "Ne mutlu Türküm diyene" vecizesi ile bitirmiştir.
Bu ifade dağa taşa ve değişik yerlere yazılarak Türk Milletinin birlik ve beraberlik ruhunun güçlenmesine ve yayılmasına önemli katkı sağlamıştır.
Buna rağmen bazı bilgisiz ve orta çağda kalan ümmetçi zihniyetin dışına çıkamayan insanların Atatürk'ün "Ne mutlu Türküm diyene" ifadesini ilkellik olarak nitelemesi talihsizliktir ve calibi dikkattir.
Bu tip kişilerin devlet yönetiminde sorumluluk taşıyan makamlara yükselmiş olmaları sonucunda yaşadığımız sıkıntıların ve sorunların kaynağını oluşturduklarını düşünüyorum .
Yorumu okuyuculara bırakıyorum.
"Ne mutlu Türküm diyene" sözünü ilkelik olarak gören zihniyetle kalkınmak, demokratikleşmek, çağdaşlaşmak Kaf Dağının arkasındaki Kızıl Elmadır.
Ramazan Bayramımız kutlu olsun!