Sultan Abdülhamid tahta geçtiğinde Osmanlı Devleti, Sultan Abdülaziz devrinden kalan çok güçlü bir donanmaya sahipti. Aziziye, Orhaniye, Osmaniye, Mahmudiye ve Asar-ı Tevfik zırhlı gemileri, Avnillah, Hıfzırahman, Lütfucelil zırhlı korvetleri, bunların yanında gambotlar, skurlar, zırhlı dubalar, ahşap kalyonlar ve bunlarda görev yapan 26 bin 108 personelden oluşan bu muazzam donanma İngiltere ve Fransa donanmalarından sonra dünyanın en güçlü donanması olarak gösteriliyordu.
Sultan Abdülhamit, tahttan indirilme endişeleri sonucunda bu güçlü donanmayı Haliç’e bağlatıp çürümeye terk etti. Gemiler çürümeye bırakılınca başıboş kalan askerler, kahvehanelerde, Kasımpaşa’nın işret meclislerinde zaman geçiriyorlardı.
İnanması güç biliyorum ama Bahriye Nazırı Hasan Rami Paşa hatıralarında çürümeye terk edilen gemilerin güvertelerinde tavuk beslendiğini, hatta bunlara yem olsun diye sandıklar içinde yonca yetiştirildiğini anlatır ve devam eder:
Dünyanın en güçlü donanmalarından biri iken tavuk çiftliği halini alan o donanmaya yirmi yıl sonra, 1897 Türk-Yunan Savaşı’nda sefer emri verildi.“Nezarete tayin olduğum zaman Bahriye mensuplarını miskinlik içinde buldum. Tersane tesislerinin hiçbiri işlemiyordu. Bahriyece mühim olan havuz kapıları haraptı. Torpido istimbotları kıçtan karaya bağlanmıştı. Alt tarafları demir hamızı tutmuştu, çürüyorlardı. Bahriye personeli Kasımpaşa kahvelerinde esneyerek vakit geçiriyordu. Askerler silah kullanmanın en basit kaidelerini dahi bilmiyorlardı. Bu şartlar altında görevi devraldım. Askeri eğitmek için ne zaman harekete geçsem hemen padişaha jurnalleniyordum ve padişahtan gelen 'GEMİLERİN HİÇ BİRİ YERİNDEN KIMILDAMAYACAK' emri tarafıma tebliğ ediliyordu. Nihayet gemiler çürüdü. İçlerinde asker barınamayacak hale geldi. Subaylar bile kamaralara şemsiyeleri açık olarak girer çıkar hale geldiler. Çürüklük o hale geldi ki gemilerin kalafat edilmeleri bile imkânsız hale geldi.”
18 Mart 1897’de Aziziye, Hamidiye ve Mesudiye, zırhlıları ile bir korvetten ve üç torpidodan oluşan filo Haliç'ten Unkapanı Köprüsü'ne doğru hareket etti. Mesudiye zırhlısı daha Eminönü Köprüsü’ne bile varamadan bakımı yapılmayan 8 kazanından 3'ü patladı.
Mürettebat çok zor durumda kalmasına rağmen, yaşanan olumsuzluğu donanmanın geçişini izlemeye çıkmış halka hissettirmemek için yolculuğa devam edildi.
Çanakkale’ye doğru gidilirken Hizber Dubası gerek işaret feneri ve haberleşme eksikliğinden, gerekse personelin denizcilikten bihaber olmasından dolayı gece karanlığında kayboldu, dubanın İmralı Adası’nda karaya oturmuş olduğu ancak iki gün sonra anlaşılabildi.
Seyir halindeyken bozulup hareketsiz kalan torpido istimbotlarından birisi de başka bir torpidoya bağlanıp çekilerek yürütülebildi. Donanma, bütün bu olumsuzluklardan sonra Lapseki’ye mecburi demir atmak zorunda kaldı. Esasen sefere çıkıp, savaşmak için gönderilen bu gemiler savaşacak durumda da değillerdi.
Osmaniye zırhlısının 18 topundan 16’sı yıllardır atıl durumda bulunduğu için tamiri mümkün olmayacak şekilde hasar görmüştü.
Orhaniye zırhlısı atış yapamaz hale gelmiş, Aziziye zırhlısının hidrolik silindirlerinin kapağı çatlamış, Hamidiye zırhlısının makine dairesine dolan 300 ton su, 400 erin 20 günlük çabası sonucunda boşaltılmış ve sızıntı yerleri çimento ile sıvanmıştı.
Donanma Komutanlığı’nca Bahriye Nezareti’ne sunulan raporda gemilerin sahip oldukları silah ve savaş gereçlerinin yetersizliği belirtmiş, donanmanın mevcut haliyle düşman karşısına çıkmanın mümkün olmadığı vurgulanmıştı. Zırhlı komutanlarından Hafız Hüseyin Bey Bahriye Nezareti’ne “Bu gemilerle harbe girmenin Osmanlı milletine ihanet olacağını” belirtecek kadar sert bir rapor göndermişti.
Hasan Rami Paşa’yı dinleyelim:
“Donanmanın mürettebatını birkaç gün önce memleketlerinden gelen acemi efrat oluşturuyordu. Gemiler Sarayburnu'ndan bin müşkülatla geçip Yeşilköy hizalarına geldiler ve durmak zorunda kaldılar. Artık gidecek halleri yoktu. Bu sefer de bir fırtına koptu. Herbez dubası tamamen gözden kayboldu. Gemilerde elektrikli işaret fenerleri ve projektörler dahi yoktu. Yirmi sene evvel kullanılıp artık terk edilmiş olan içlerine mum dikilen işaret fenerleri dahi tamam değildi. Hamidiye gemisinin kazanları patlamış ve su alıyordu.
Gemiler zor bela Lapseki'ye kadar gidip limana sığındılar. Hamidiye zırhlısında biriken suyu boşaltmak için pompa yoktu. 400 asker günlerce ellerindeki kovalarla suları boşaltmak için uğraştılar. Çanakkale'de bulunan komutanlar Padişaha korka korka raporlar göndererek gemilerin harp kabiliyeti olmadığını bildirdiler.”
Abdülhamit devrinde donanmanın hali böyle idi.
Gelelim Lozan’da adaların verilmesini eleştirenlere…
Bir defa şunu hatırlatalım. Lozan’da adaları verme değil geri alamama durumu var. İsmet Paşa adaları vermedi. İsmet Paşa Osmanlı’nın verdiği adaları geri alamadı.
Niye geri alamadığı konusunda onlarca haklı sebep yazılır. Bu sebeplerden önemli bir tanesi, adaları savunacak bir deniz gücünün olmayışıdır. Cennet mekan (!) Sultan Abdülhamit Han Hazretleri döneminde Akdeniz’deki stratejik üssümüz olan Kıbrıs İngiltere’ye verilmemiş ve sahip olunan donanma çürütülmemiş olsaydı elbette Lozan’da Türk heyetinin eli daha güçlü olur, masaya vurulan yumruk daha sert olurdu.
Yazımın sonunu Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun talihsiz açıklamalarına ayırmak istiyorum. Çavuşoğlu "Meis'i İtalyanlara vermişiz, onlar da Yunanistan'a vermiş. Yanı başımızdaki adaları vermişiz, geçmişteki anlaşmaları büyük bir başarı öyküsü diye bize ders kitaplarında anlatmaya çalıştılar bizlere ama maalesef işte görüyoruz" diyerek Lozan’a gönderme yaptı.
“Keşke Yunan kazansaydı” diyen fesli meczubun ortaya attığı söylemleri bir bakanın dile getirmiş olması yakışık almadı. Bugün hükümetin yapması gereken, Lozan’ı eleştirmek yerine Lozan’ın getirdiği kazanımlara sahip çıkmaktır. Lozan, iç siyasete meze yapılamayacak kadar kutsaldır, kutsalımızdır.
.İslamcılık yapmamak,zira İstanbul’daki Halife Sultan tüm İslam aleminin halifesiydi ve İngiliz ve Fransız sömürgelerinde geniş bir Müslüman halk yaşıyordu. Emperyalist güçlerin ekonomik çıkarlarına zarar vermemek.Milli hareketi yönetenler bu üç konuda hiçbir sorun çıkarmamaktan yanaydılar ve çıkarmadılar.