“Ahali gittikçe büyüyordu. Yirmi dakika geçti. Birdenbire meydanı otuz kırk nefer silahlarına süngü takarak abluka etti. İçlerinden genç bir zabit ileri atıldı. Mehdinin yakasını tuttu ve şiddetle sarstı. Mehdi, genç zabiti silkeleyip yere attı ve elindeki silahı çevirerek zabite ateşledi. Yaralı zabit, yarasının ağırlığına rağmen ayağa kalktı ve meydandan çekildi. Halktan bir kısım bu esnada uzun uzun el çırparak alkışlıyor ve Allah Allah diye bağırıyordu. Aradan on beş dakika geçti. Asilerden biri, Mehdi’nin yanına gelerek, zabitin cami avlusunda yattığını haber verdi. Bunun üzerine Mehdi yanındaki birinden bıçağı alarak bir arkadaşıyla cami avlusuna girdi. Biz uzaktan duyduk. Yaralı gencin sesi yalvarıyordu. ‘Kesmeyin beni!’ Mehdi ise; ‘Anlaşıldı, anlaşıldı. Sen daha çocuksun. Kesilmekten korkuyorsun. Seni yüzükoyun yatırayım da görmeyesin...’. Mehdi, genç ve yaralı zabiti yüzükoyun yatırdıktan sonra bir ayağını yaralı omzuna koydu, bir eliyle saçlarından tutup Kubilay’ın diri diri boğazını kesti. Sonra da elindeki başı caminin önündeki büyükçe bir taşın üzerine koyarak ‘Gördünüz mü? Kâfirlerin akıbeti işte budur’ diye bağırmaya başladı. Sonra, ‘Getirin bir ip!’ diye bağırdı. Meydanda toplanan halktan biri dükkânına koşarak ip getirdi. Kesilmiş başı bayrağın tepesine bağladılar...”
1930’un son günleri…
Mustafa Fehmi Kubilay, askerliğini Menemen'de yedek subay olarak yapıyordu.
Manisa’dan gelen, sarıklı ve cüppeli dördü silahlı 6 kişi, 23 Aralık 1930'da sabah namazını takiben camiden aldıkları Yeşil Sancağı yola dikerek etraflarına adam toplamaya başladılar.
70 bin kişilik Halife ordusunun kendileriyle olduğunu, şeriat bayrağı altında toplanmayanların kılıçtan geçirileceğini söyleyerek halkı tehdit edip taraftar topladılar. Kendisini “Mehdi” olarak tanıtan Giritli Derviş Mehmet’in yanında, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet Emin gibi diğer elebaşları da vardı.
Giritli Derviş Mehmet kimdir?
Akhisar’da doğan bir Girit göçmeni olan Mehmet, evlendirme dairesinde memurluk yapan, aynı zamanda babasının ve kayınpederinin arazilerini işleyen bir çiftçidir. İyi bir hatip olan ve asabi yapısıyla dikkat çeken Derviş Mehmet, 1928’de memurluk görevinden cinayet şüphesi ve davranış bozukluğu nedeniyle atılır. 1930 yılının Mayıs ayında kendisini Mehdi ilan eden Derviş Mehmet’e Hafız Ahmet başkanlığında bazı kişiler sözde mehdilik unvanını onaylayıp biat ederler. Derviş Mehmet kendisiyle ilgili şu sözleri söylemeye başlar:
“Ben Allah’ı aşikar gördüm, ölüler bana ayağa kalkar. Çok yakında o kadar meşhur olacağım ki, her gittiğim yerde bana secde edecekler. İsmim her yerde yayılacak, adımı mübarek mehdi diye anacaklar.”
Derviş Mehmet Aralık ayı başında yedi kişilik sözde ordusunu kurar. Konuyu araştıran Eyüp Öz’ün yorumuna göre bu sayı tesadüf değildir. Her birine Ashab-ı Kehf’in isimleri verilir ve yedi uyuyanlarda olduğu gibi isyancıların yanında onları koruduğuna inanılan bir köpek vardır. İsyancılar kendi aralarında başkalarının anlamayacağı şifreli bir iletişim dili kullanırlar. Şeyhi Ahmet Muhtar’dan aldığı muskayla kendisini ölümsüz ilan eden Derviş Mehmet ve sözde ordusu yola çıkar. 7 Aralık’ta Paşaköy’e ulaşırlar. Manisa ile Menemen arasında uğradıkları onlarca köyde iyi karşılanmaları ve dönemin yasaları gereği köye giren yabancıların devlet kurumlarına bildirilme zorunluluğu olmasına rağmen muhtarların onları ihbar etmemesi dikkat çekicidir. Bozalan Köyü’ne geldiklerinde Manisa’ya olup biteni öğrenmeleri için iki kadın gönderirler ve güvenlik güçlerinin peşlerinde olduğunu öğrenirler. Sonuçta, sözde Mehdi ve adamları Aralık 1930 sabahı silah, mermi ve baltalarla Menemen’e girerler. Yeşil sancağı meydana diktikten sonra, Mehmet Emin adlı isyancı toplanan kalabalığa şu konuşmayı yapar:
“Ey ahali başlarınızdaki şapkaları atınız ve şu sancağın altından geçerek bize katılınız. Aksi halde bu gece yarısından beri Ankara’yı zapt edip, her yeri kuşatmaya başlayan ordumuz, bize inanmayan kafirlerin cezalarını insafsızca verecektir.”
Jandarma Komutanı Yüzbaşı Fahri Bey, emrinde sadece dört jandarma eri olduğu için müdahalede yetersiz kalınca bölgeye emrinde bir manga askerle birlikte Asteğmen Kubilay sevk edilir. O günlerde tatbikat vardır ve Kubilay birliğinin silahlarındaki öldürücü etkisi olmayan tatbikat mermilerini gerçek mermilerle değiştirtmeden isyan bölgesine gelmiştir. Evkaf Kahvesi önünde askere süngü tak emrini veren Kubilay isyancıların yakasından tuttuğu sırada arkadan açılan ateşle yaralanır ve yaralı halde cami avlusuna sığınır. Askerlerin mermilerinin öldürücü etkisi olmadığından sahte mehdi kendisine kurşun işlemeyeceğini söyleyerek Kubilay’ın başını keser.
Kubilay’ın şehit edildiğini öğrenen Atatürk’ün tepkisi şöyle olmuştur:
“Bu ne haldir, mürteciler hükümet meydanında ordunun subayını din adına boğazlayabiliyorlar. Binlerce Menemenliden kimse çıkıp mani olmuyor, bilakis teşvik ediyorlar. Yunan idaresi altındayken bu hainler neredeydiler? Onların namusunu ve dinini kurtaran ordunun bir subayına reva gördükleri bu saldırının cezasını yalnız hain katiller değil, hepsi en ağır şekilde çekmelidir. Bu Cumhuriyet’i ve bizim başımızı kesmektir. Bundan bütün Menemen sorumludur.”
Bölgeye sevk edilen askeri güçlerle isyancılar arasında çıkan çatışmada sözde mehdi Derviş Mehmet ve bazı isyancılar öldürülür.
Yakalanan isyancılar mahkemeye çıkarılır. 122 sanıktan 37’si 5 Şubat 1931’de idam edilir.
Cumhuriyet şehidi Kubilay’ı saygıyla anıyorum.