Bundan tam 103 sene evvel, 21 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’in işgali üzerine; Osmanlı’nın üstüne çöken kara Mondros Mütarekesi bulutları dağılmaya başlamış, yurdun dört bir yanından İstanbul hükümetine ve itilaf kuvvetlerine yapılan bu işgali protesto telgrafları atılarak işgale karşı tepki koyulmuştu. İstanbul'da Sultanahmet meydanında minarelerden yükselen tekbir sesleri arasında yaklaşık yüz bin kişinin katılımıyla gerçekleşen büyük bir miting yapılmış, bu mitingde konuşan Halide Edip, bütün halkı gözyaşlarına boğan bir nutuk söyleyerek İstanbul halkının bu işgale karşı tepki koymasına zemin hazırlamıştı. Bu yönüyle İzmir’in işgali Anadolu’da başlayan istiklal mücadelesinin ve nihayetinde onun vücut bulmuş hali olan Kurtuluş Savaşı’nın tetikleyici gücü olmuştu. O vakte kadar işgallere karşı susmak zorunda bırakılmış Türk halkı, İzmir’in işgali üzerine kükreyerek, son bir mücadele için hazır olduğunu dost ve düşman tüm unsurlara bildirmiş; burada başlayan isyan ateşi Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde yükselerek Türk Milli Mücadelesi tüm dünyada adı duyulan büyük bir destan halini almıştır.
Geçtiğimiz 30 Ağustos’ta Milli Mücadele’nin askeri olarak son zaferinin 100. Yılını kutlamışken, bugün Yunan ordusunu kesin bir şekilde mağlup edip; İzmir’e kadar kovalayışımızın ve Türk ordusunun düşmanı İzmir üzerinden yurt dışına atmasının 100. Yılını kutluyoruz. Gariptir ki 9 Eylül’ün önemini aramızda hala anlayamamış insanlar var. “Keşke Yunan galip gelseydi” zihniyetiyle bu zaferi normalleştirmeye çalışan azınlık bir gruba, İngiliz yazar Eric Ambler’in Türk ordusunun Yunanları yurttan atışını anlatan dizeleri okutmak gerek… “Türk milli ordusuyla baş edemeyen Yunanlar, yolları üzerindeki silahsız Türk köylüsünü öldürmeye, Alaşehir’den İzmir’e kadar önlerine çıkan Türk köylerini yakmaya başladılar. Yunanların peşini bırakmayan Türk Ordusu, sağ kalan köylülerin de yardımlarıyla, 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’e girdi.”
Günümüzde Yunan zulmünü görmezden gelerek bu yapılan işgalleri “hoş görmeyi” tavsiye eden, kendini aydın gösterme çabasında bulunan bazı kimseler cahillikten mi, yoksa farklı emellerle mi bu yola girişiyor bunu da düşünmek lazım. Zira Yunan zulmü sadece Türklere karşı değil, Türkleri dost edinmiş kendi vatandaşlarına karşı da baş göstermiş büyük bir faciadır. Bu konuda özellikle İtalyan ressam Vittorio Pisani’ye parantez açmak gerekiyor. Zira o dönemde babasının görevi nedeniyle İzmir’de yaşadığı sırada Yunan işgaline tanıklık etmiş, annesi hasebiyle kendisi de yarı Yunan – yarı İtalyan olmasına rağmen, işgaller sırasında ailenin açıkça Türklerle arasında bir husumet olmadığını bildirmesi üzerine Yunan Ordusu tarafından evleri yağmalanmıştır. Vittorio Pisani, kendisine yapılan bu haksızlığı unutmayarak, Yunan ordusunun Türk halkına yaptığı bu zulmü ve hatıralarını çizdiği tablolarıyla göstermiş, bu anılarını insanlığın ortak mirasına bırakmıştır. Gelin isterseniz Pisani’nin çizimlerine bir göz atalım.
Vittorio Pisani’nin bu çizimden ayrı olarak dünyadan bir başka tepki de Fransız yazar Claude Farrère’den gelmiştir: “Yunan çıkarması sırasında Türk halkına yapılan kalleşlikler, hakaretler, cinayetler, ırza geçmeler, işkenceler... Şerefini ebediyen kaybeden Yunan bayrağının ipeğinde bir kan ve çamur lekesi olarak kalacaktır.”diyen ve yaklaşık yirmi yıl kadar Fransız donanmasında görev yapan Farrère, bu sözlerinden dolayı daha sonraları “Türk dostu yazar” olarak batı dünyasında hoş görülmemiştir. Aynı zamanda Türkiye-Fransa Dostluk Cemiyetin Paris şubesinin yönetim kuruluna katılan Claude Farrère, Kurtuluş Savaşından sonra bile dostu Pierre Loti ile beraber Türkler lehine mücadele etmeyi sürdürmüş, onun bu kararı Türkiye lehine yazılarından ötürü Le Temps gazetesi eleştirmeni Paul Souday tarafından hedef gösterilmesine yol açmıştır.
Paul Souday Claude Farrère hakkında: "Claude Farrére Türksever olmaktan da ileridir; baştan ayağa kadar Türk ve Müslüman'dır. Eserlerine Hicri yıla göre tarih koymalıdır.” demiştir.
Fararre, Türkleri uluslarası arenada savunan yazılarından ve çalışmalarından dolayı yakın dostu Pierre Loti'ye verilmeyen Nobel Ödülü'nü Cenevre’de bir gazetede kaleme almış, bunun üzerine bu konu, Kurtuluş Savaşı’nın en hararetli günlerinde TBMM’de de gündeme gelmiştir. 21 Ocak 1922 tarihli TBMM oturumunda mebus Celal Nuri Bey’in önergesiyle Claude Farrére’ye bir teşekkür yazısı yayınlanması kararı çıkmıştır. Buradan şu anlaşılmaktadır ki, bu dönemde Türk olmak bir kenara dursun; Batı dünyasında Türkleri ve onların kurtuluş savaşlarına hak vermek bile ayıplanacak bir davranış olarak görülmüştür.
Bütün bu yönleriyle, ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün "Bütün dünya duysun ki, Efendiler! Artık İzmir, hiçbir kirli ayağın üzerine basamayacağı kutsal bir topraktır." sözünü hatırlatarak, başta kurtuluş savaşının siyasi ve askeri dehası Mustafa Kemal Paşa ve onun silah arkadaşlarını yad ediyor, “ya istiklal ya ölüm” diyerek bağımsızlığını karakterine işlemiş aziz Türk milletini ve aziz şehitlerimizi saygı ve rahmetle anıyorum. İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunun yüzüncü yılı kutlu olsun!