Narin’in ölümünü konuşurken, sokak ortasında bir suç makinesi polisimizi şehit ediyor, Cem Garipoğlu’nun mezarı açılırken 24 saat geçmeden bir başka manyak gencecik kızın kafasını kesiyor, bir başkası, bir başkası, yarın bir başkası daha…
Seyircisi olduğumuz vahşetlerin, şiddetin mağduru olmamız an meselesi.
Daha sayamadığımız, yetişemediğimiz, okumaktan imtina ettiğimiz onlarca olay…
Yıllardır siyasilerin tepişmesinde filler ve çimenler gibi savrulduk. Kurumlar görev sahalarını unuturken, kitle iletişim araçlarıyla mankurtlaştık.
Kültürel ve ahlaki erozyonun altında kaldık.
Kötülük bir zehir gibi tüm hücrelerimize sızmış, ülkeyi temelinden sarsıyor.
Acilen bir çözüm üretmemiz gerekiyor.
Ama bunu hangi sağduyulu akıl ve örgütlenme yöntemiyle yapacağız, nasıl bu cendereden çıkacağız kestiremiyorum.
Böylesi güzel bir coğrafyada; karanlık, çıkış yolları kapalı bir distopyanın içindeyiz gibi hissediyorum.
İSTANBUL'DA YAŞAMAK...
İstanbul öyle bir hâl aldı ki; her an bir suçluyla, ruh hastasıyla burun buruna gelebilirsiniz.
Trafikte, sokakta, yemek yerken ani gelişen bir olayla canınıza kast edilebilir. Böyle bir atmosferde kendinizi, ailenizi savunmak, korumak isterken birer suçlu adayına dönüşebilirsiniz.