Yunanistan krizi nereye gider? Mithat Işık'tan çarpıcı çıkış

TAKİP ET

Terörün en yoğun olduğu günlerde Doğu ve Güneydoğu'da Özel Kuvvetler Komutanı olarak birçok başarılı operasyona imza atan, Şemdik Sakık'ı yakalayan ekipte yer alan Emekli Albay Mithat Işık, Aykiri.com.tr'ye özel açıklamalarda bulundu.

YAYINA HAZIRLAYAN: FURKAN ULUDAĞ

Stratejik Düşünce Derneği Savunma ve Güvenlik Koordinatörü, Emekli Albay Mithat Işık, son dönemlerde Türkiye-Yunanistan arasındaki gerginliğe ilişkin Aykiri.com.tr Ankara Temsilcisi Samet Çiçek ile bir röportaj gerçekleştirdi.

Işık, iki ülke arasındaki gerginliğe dikkat çekerek, “Türkiye bir NATO üyesi, o halde Türkiye’nin güney sınırları Hatay’dan, İskenderun’dan, Antep’ten, Ağrı’dan ve Kars’tan mı başlıyor? Yoksa Girit, Rodos ve Dedeağaç’tan mı başlıyor” sorusunu yöneltti.

- Yunanistan ile son zamanlarda yaşanan olaylarla alakalı düşüncelerinizi alabilir miyim?

-Türkiye ve Yunanistan ilişkilerine baktığımız zaman, Türkiye genelde Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’in barış denizi olmasını ifade etmek istiyor. Ancak, Yunanistan baştan beri Türkiye’ye karşı yanlış bir değerlendirme ve yanlış tutum içerisinde. Devamlı düşmanca faaliyetleri gösteriyor ve halkına da bunu devamlı bunu empoze etti. Bunların kafasında hala Kıbrıs’la ilgili ENOSİS ve Türkiye ile ilgili de megali idea düşüncesi var. Yunanistan bu düşüncelerden kurtulmadığı sürece ne Yunan halkı ne de Yunanistan hükümeti refaha eremez. Yunanistan sürekli ekonomik sıkıntılar ile çalkalanıyor, bu ilerleyen günlerde Yunanistan’da siyasi çalkantılara da sebep olacaktır. Şimdi, Yunanistan-ABD ile ilişkilerine baktığımız zaman ABD, Girit’ten başlayıp Dedeağaç’a kadar o bölgelerde onlarca üst tesis elde etmesinin amacı eğer Türkiye’ye karşı ise, Yunanistan’ın şunu söylemesi gerekir; Türkiye bir NATO üyesi ve ABD de NATO üyesi. Ayrıca Türkiye, ABD’den sonra NATO’nun en güçlü ordusuna ve silahına sahip bir ülke. Acaba Yunanistan’ın siyasetçileri, Yunanistan-Türkiye savaşında ABD’nin kendilerini destekleyerek o birtakım hayallere ulaşabileceklerini düşünüyorlarsa bu hayallerden kurtulmaları gerekli. Yunanistan’ı siyasi otoritelerine şunu da belirtmek gerekir; Benim değerlendirmelerime göre, Yunanistan diye bir devlet sadece kağıt üzerinde görünen bir devlettir. Yunanistan şu anda tamamen ABD tarafından işgal edilmiş bir ülkedir. Hiçbir sebep ve anlaşma açıklanmadan Girit’ten Dedeağaç’a kadar onlarca ABD askerinin Yunanistan topraklarına gelmesinin amacı nedir, Yunan ordusuyla birlikte kimle savaşacak bu askerler…Türkiye’ye karşı mı savaşacaklar? Eğer böyle bir şey düşünüyorlarsa onlar için bir hayal, 15 Mayıs 1919’da onları İzmir’e çıkarma yaptıran ülkeler bunların nereye kadar arkasında durdu, yani Yunanistan hükümetinin tarihten de ders alması gerekiyor. Dolayısıyla, ABD’nin siyasi ve askeri otoritelerine de açık ve net olarak biz de şunu söylemeliyiz; Türkiye bir NATO üyesi, o halde Türkiye’nin güney sınırları Hatay’dan, İskenderun’dan, Antep’ten, Ağrı’dan ve Kars’tan mı başlıyor? Yoksa Girit, Rodos ve Dedeağaç’tan mı başlıyor. Sizin kafanızdaki plan nedir, eğer planınız Türkiye’ye karşı ise tarihi okumanızı tavsiye ederim. ‘Türkiye’nin askeri gücünü de ölçmek istiyorsanız, birlikte savaştığımız Kore savaşındaki gazilerinizle konuşun’ diyerek ABD’ye açık ve net olarak söylememiz gerekiyor. Son olarak Türkiye, Ege Denizi’ndeki haklarından vazgeçmemelidir. Yunanistan’ın Kıbrıs’la ilgili emelleri de belliydi ancak, şunu da bilmeli ki Kıbrıs’la ilgili ENOSİS’i de Kıbrıs harekatıyla beraber Doğu Akdeniz’in derin sularına gömülmüştü. Yani iki toplumlu federasyon fikirleri yerine artık Kıbrıs’ta iki tane ayrı devlet vardır. Türkiye, KKTC’nin tanınması çabaları üzerinde durması gerekli ve Türkiye’nin dostuyum diyen ülkelerin de artık yavaş yavaş KKTC’yi tanıması gerekli. Türkiye; Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Ege’deki hak ve menfaatlerinden de kesinlikle taviz vermemeli.

- Geçtiğimiz günlerde NATO tatbikatında Yunanistan’a ait S-300’lerinin Türk Hava Kuvvetleri’ne ait F-16 uçaklarına radar kilidi atması sonucu ABD’nin tavrı merak konusu olmuştu. Ancak, herhangi bir sorun olmadı ve geçtiğimiz yıllarda da müttefik olarak değerlendirilen Türkiye’nin de S-400 almasına yönelik F-35 programından çıkartmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

“S-300’LERİN F-35’LERE KİLİT ATMASI DEMEK, UÇAĞINIZ HEDEFE GİRMİŞTİR VE SADECE TETİĞİN ÇEKİLMESİ GEREKİYORDUR”

- Ortada oynanan tiyatroyu ABD’ye sormak gerekiyor; Bir tarafta S-300, 1999 yılında Kıbrıs’a yerleştirilmesi istendi. Türkiye’nin baskısı sonucunda da Yunan tarafı sistemleri Girit Adası’na götürdü ve depoya konuldu. Ancak, ne gariptir ki müşterek yapılan bir NATO tatbikatında Türk savaş uçaklarına karşı buradaki S-300’ler kilit attı. Yani, kilit atması demek sizin uçağınız hedefe girmiştir ve sadece tetiğin çekilmesi gerekiyordur. Şimdi, Türkiye yetkili ağızlardan bunu gündeme getirmeye başladı ve Yunan tarafı da bunu inkar etmeye başladılar, uçakları tanıyamadık vs. Yani bu tarafta Rus yapımı S-300’ler açık ve net aktif dururken, buna karşı hiçbir söz çıkarmayan ABD, Türkiye’nin Rusya’dan almış olduğu S-400’lere karşı Türkiye’nin F-35 ortak üretim projesinden çıkarılması ve CAATSA yaptırımlarının bir kısmının da uygulanmaya başlaması düşündürücü bir şeydir. Umarım ABD’nin bu tavrından Türkiye’nin siyasi ve askeri otoriteleri gerekli dersi çıkarıyordur ve gerekli tedbirleri alıyordur. Kaldı ki Türkiye S-400’leri almadan önce ABD’den Patriotları istedi, alamadı. Türkiye tabii ki kendi sınırlarını korumak için S-400 sistemini almak istedi, üstelik bu bir savunma sistemidir taarruz silahı değildir. Dolayısıyla, Türkiye bu konuda haklıdır. Türkiye, Patriot sistemi satılırsa onun da alınacağını ifade etti. Ama burada ABD’nin Türkiye’ye ne derece dost ve müttefik oldukları, Girit’teki S-300’lerin Türk uçaklarına karşı aktif edilmesi, buna yönelik de ses çıkarmaması ve Türkiye’nin S-400’leri aktif hale getirmediği, depoda tuttuğu halde buna karşı bizi F-35 programından çıkarmış olması düşündürücü. Buna karşılık da, yineliyorum; Türkiye’nin siyasi ve askeri otoriteleri gerekli gerekli değerlendirmeleri yapmaları gerekiyor.

- Anlaşmalarda silahsızlandırılmış adaların Yunanistan tarafından 30’a yakın adanın silahlandırıldığını biliyoruz. Yunanistan’ın bunu yapma nedeni sizce nedir?

“TÜRKİYE, LOZAN VE PARİS ANTLAŞMALARINDAKİ MADDELERİ GÜNDEME GETİRMELİ”

-Lozan ve Paris Antlaşmalarına karşı bu adalar Yunanistan’a silahlandırmamak amacıyla verilmiş adalardır. Ne yazık ki bu adaların bazılarına asker ve silah getirmiştir. Başlangıçta Türkiye ve siyasi otoriteleri bu olaya pek tepki göstermedi. Geçmişte Kardak Krizinde olduğu gibi bir tepki koyulsaydı belki adalar bu şekilde silahlandırılmayabilirdi, o konuda bir yanlış yapıldı bence. Türkiye, Uluslararası hukuktan özellikle; Paris Antlaşması ve Lozan Antlaşması’ndan maddeleri gündeme getirerek Yunanistan’ın bu adalardaki silahlarının kaldırılmasını sağlaması lazım. Yunanistan, onlarca adaya nasıl silahın nasıl lojistik desteğini sağladı, yani Türkiye’ye 1800 metre mesafedeki Meis Adasına 50 asker yerleştirmenizin amacı nedir. Bunlar tamamen emperyalist güçler tarafından yaptırılmış Türkiye’yi tahrik etmek amacıyla da yaptırılmış hareketler olabilir. Dolayısıyla, Türkiye burada sabırla beklemeli ve anlaşmalardan doğan hak ve hukukunu uluslararası hukukta gündeme getirerek bu şekilde yapması gerekir. Türkiye’nin herhangi bir dolduruluşa getirilerek şu anda Yunanistan ile silahlı çatışmaya girilmesini arzu etmem çünkü zaman bizim lehimize olacaktır. Çünkü Yunanistan diye bir ülke sadece kağıt üzerinde kalmıştır.

- 15 Temmuz’dan sonra Kuvvet Komutanlıkları MSB’ye bağlandı ve sonrasında askeri liseler ve hastaneler kapatıldı. Jandarma teşkilatı da İçişleri Bakanlığı’na bağlandı. Sizce bu durum doğru mu?

“ASKERİ LİSELER AÇILMAZSA ANADOLUNUN CENGAVER ÇOCUKLARININ SUBAY OLMA ŞANSI HER GEÇEN GÜN AZALIYOR”

-Ben bunları doğru bulmuyorum. Ben askeri lisede okumuş olan bir Anadolu çocuğuyum. Ben 1965’te Kuleli askeri lisesine girdim ve oradan askerlik hayatına başladım. Eğer bu okullar olmasaydı asker olma şansımız çok azdı. Ancak, biz bu okullarda yatılı kalarak buralara gelebildik. Dolayısıyla, Anadolu’nun sağlam vatansever, fiziken gelişmiş ve araziye alışmış olan cengaver çocuklarının TSK’nın etkili askeri kademelerine gelebilmesinin nedeni Askeri Liselerde başlar. Bugün, Kuleli Askeri Lisesi kapanmıştır, buranın 170 yıllık bir tarihi vardır. Bence doğru olanı da Heybeli Ada’daki Deniz Lisesinin açılması, İstanbul’da Hava Lisesi’nin açılması ve Kuleli Askeri Lisesinin en kısa sürede açılmaları gerekir. Açmadığımız zaman Anadaolu’nun cengaver, çalışkan ve fiziken güçlü çocuklarının subay olma şansı her geçen gücü azalmaktadır. Çünkü eğitim seviyesi, ekonomik zorluklar ile okutmaları azdır. Bu yüzden Askeri Liselerin önemine dikkat çekiyorum. Askeri Hastaneler konusunda şuna değinmek istiyorum: Bir bıçak yarası farklıdır, mermiden yaralanma, mayından yaralanma ve uçağın attığın bombadan yaralanmak farklıdır. TSK içerisindeki askeri hekimler bunların eğitimlerini almaktadırlar. Örneğin, Şırnak’ta herhangi bir hastanedeki hekimin askere müdahalede, iki ayağından ağır yaralanan bir askere müdahalesi nasıl mümkün olabilir. Bu kolay değil, bunun eğitiminin alınması gerekir ve bu da Askeri Hastaneler ile mümkün. Türkiye’de özellikle ortopedi alanında ve silah yaralanmalarında Türkiye’deki askeri hekimler dünyanın en iyisi haline gelmiştir. Dolayısıyla bu yanlıştan dönülmeli ve Askeri hastaneler bir an önce açılmalıdır. Askeri hastanelerden FETÖ’cü çıkmış olabilir, çıkmayan kurum mu var? Diğer kurumlar neden kapanmıyor. Örneğin, Adalet Bakanlığı, Maliye Bakanlığı veya Sağlık Bakanlığı’ndan çıkmamış mı? Oralar kapanmadığı halde neden Askeri liseler ve hastaneler kapatılıyor, bu yanlışlardan dönülmesi gerekir. Türk ordusu gücünü halkından alıyordur ve halkın çocuklarının asker olabilmesi için 3 askeri lisesinin mutlaka açılmalıdır.

Jandarma teşkilatı idari yönden belki İçişleri Bakanlığı’na bağlı olabilir. Bizim Jandarma teşkilatımız Kara Kuvvetleri gibi savaşan bir teşkilattır. Bunun Kıbrıs’ta örneği vardır. Jandarma Genel Komutanlığı’ndan gelen iki komando taburu gerek beş parmak dağları’ndaki muharebelerde çok yarar sağlamışlardır. Dolayısıyla, Jandarma teşkilatının yine Genel Kurmay Başkanlığı ile bağının koparılmaması gerekir. Ayrıca, jandarma subaylarının da Kara Harp Okullarından yetişmesi gerekli. Dolayısıyla, Kara Harp Okullarından mezun olmalı ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın da Genel Kurmay Başkanlığı bir şekilde bağlantısın olması ile Türkiye’nin muhtemel yapacağı muharebelerde başarısını üst seviyelere taşıyacaktır.

- Yıllarda Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda başarılı operasyonlar yaptınız. Doğu, Güneydoğu ve sınır ötesi operasyonları yaparken Peşmergeden, Barzani’den, Taliban’dan destekler alıyor muydunuz? Alıyorsanız da size olan karşı tavırları nasıldır.

-Şöyle kabul etmek lazım, evet 1990-91’de ABD’nin Irak harekatından sonra Irak’ta sistem değişti. ABD orada uçuşa yasak bölge aynı zamanda da güvenli bölge oluşturdu ve burada da daha çok kürtlerin yaşadığı bir yerdi. Bizim Peşmergeler ile işbirliğimiz 1992 yılından itibaren başlamıştır. Orada da iki tane ayrı parti vardı, bunlar: Talabani ve Süleymaniye merkezli, Kürdistan Yurtseverler partisi ve Erbil merkezli Barzani’ye bağlı KDP idi. İkisinin arasında sınır ve savaş da vardı. Irak’taki durum farklıdır, bu iki güçlerin birbirleriyle savaşması PKK’nın orada yerleşmesine zemin hazırlıyordu. Dolayısıyla Türkiye, o zaman İngiltere ile birlikte bir barış gücü oluşturduk aslında. Barış gücünün subayları Türklerden ve Türkmenlerden oluşuyordu. Bu barış gücü iki güç arasındaki sınır hattındaydı savaşa engel olmak adına. Biz başlangıçta 1992’den 1998’e kadar özellikle Irak’ta yaptığımız operasyonlarda Peşmerge’den faydalanmıştır. Barzani Peşmergelerini biz eğitip onların mühimmatlarını ve yiyeceklerini verdik. Barzani bölgesindeki PKK’ya karşı operasyonlarda kullandık ve başarılı bir sonuç aldık. 1996-1997 yılları arasında Barzani ve Talabani güçleri arasında çatışmalar vardı ve orada Talabani PKK ile işbirliği yaptı. PKK ve Talabani güçlerine karşı onların güçlü olmasını sağladık. Burada hata yaptığını anlayan Talabani hata yaptığını anlayarak bizimle görüşmek istedi. PKK ile işbirliğimizde hata ettik dediler. Barzani’ye yaptığınız desteği bize de verin ben de sizle bir işbirliği yapalım teklifinde bulundular. Buna karşılık da Süleymaniye’de bir İrtibat Birim Destek Komutanlığı kurduk. Dolayısıyla 1998’den 2003 yılına kadar her iki partinin gerek Talabani gerek Barzani Peşmergelerini biz PKK’ya karşı kullandık. Şimdi şöyle bir sıkıntı var: Barzani’nin kontrol ettiği bölge Habur’la beraber bizimle sınır komşusu. Talabani’nin sıkıntısı şuydu, Süleymaniye, Ranya, Karadiza ve Süleymaniye’nin Türkiye ile sınırı yoktu, İran ile sınırı vardı. Dolayısıyla bizim Talabani’ye yardımımız Barzani’ye olduğu kadar olmuyordu. Talabani şunu istiyordu: ‘Benimle de Ranya, Hacı Ümran, Derecik ve Şemdin üzerinden bir kara yolu inşa edin ve beni İran’a olan mahkumiyetimden kurtarın sizinle daha çok işbirliği yapayım’ demişti. Başlangıçta önce Barzani Peşmergelerini sonrasında da her iki Peşmerge güçlerini de özellikle Barzani Peşmergelerini Hakuk, Gara, Şemdinli, Zan ve Metina bölgelerinde kullandık. Talabani Peşmergelerini ise, Ranya ve Kandil’deki operasyonlarda kullandık, başarılı sonuçlar aldık. 2023 yılına baktığımızda ABD’nin Irak işgalinin etkisiyle her iki güç de Türkiye ile olan ilişkilerinde yani peşmergeler bizimle operasyon yapmadı. Zaten Türkiye de o bölgede uzun süre operasyonlar yapmadı. O bölgede peşmergelerle operasyon yapmış bir komutan olarak gerçekten özellikle Barzani’ye ve Talabani’ye bağlı Peşmergeler bizimle mücadelemizde yaklaşık 3 binin üzerinde hayatını kaybetmiştir.

- Son dönemlerde kamuoyunda Musul-Kerkük-Süleymaniye’de Irak Milletvekili Erşat Salihi’nin de açıklamalarında İranlı Şii milisler ve Barzani Peşmergeleri Türkmenlere zulüm uyguladıklarını ifade edildi. Türkiye Genel Kurmay Başkanlığı’nın böyle durum söz konusu iken nasıl cevap vermelidir.

“ORTA DOĞU’DA SİLAHLI GÜCE SAHİP OLMAYAN TOPLUMUN SÖZ SAHİBİ OLMASI ÇOK ZORDUR”

1.Körfez Savaşı’ndan sonra bilirsiniz iki tane etnik güç vardı bunlar, Talabani ve Barzani güçleri. Her iki grup da silahlanmış ve ayrı bir parti halindeyken silahlanan bir Talabani güçleri vardı. Türkiye, 1.Körfez Savaşı’ndan sonra oradaki Türkmenleri de bir parti üzerinden çatı altında birleştirmek istedi (Irak Türkmen Cephesi). Şimdi bunun altında partiler vardı, bu partilerin üst organıydı Türkmen Cephesi, 1996 yılında kurulmuştu. Orada Türkmenler daha çok Erbil, Musul ve Kerkük bölgelerinde yaşamaktaydı, bu insanlar çok iyi bir eğitimden geçmiş kişilerdi. Yani, bir KDP, Barzani ve Talabani gibi silahlı güçleri bu insanlarda yoktu. Dolayısıyla bu, Türkmenler için bir dezavantaj oluşturmuştu ve orada 3. bir güç olmasına rağmen hatta kürtlerin yanında 2.bir gücün nufüs olmasına rağmen bir silahlı güç oluşturamadılar. Bunun da 2 sebebi vardır, bunlar: Dış etkilerle Türkmenlerin Şii ve Sünni olarak ayrıştırılması ve diğer bir unsur da ABD’nin başlangıçta uçuşa yasak bölge ilan etmiş haritaya baktığımız zaman Türkiye’nin o zamanki sivil ve askeri bürokratları bunu ya fark edememişler ya da tepki verememişledir. ABD’nin 36. Paralele uçuşa yasak bölge ilan etmesine rağmen daha sonra güvenli bölge ilan ederek, Türkiye aleyhine birtakım yapı oluşturmuş oldu. Bu yapıda Musul 36. Paralelin Kuzeyinde olmasına rağmen ABD, kendi oluşturduğu güvenli bölgeye 36.paralelin Güneyinde olan Süleymaniye’yi de güvenli bölge içerisine alıyor. Musul’u güvenli bölgenin dışında tutarak Irak’taki Türkmen hareketini bölüyor. Türkmenlerin yoğunlukta yaşadığı Musul, Talafer ve Kerkük bölgesi, özellikle Musul ve Talafer’in Kuzey’de olmasına rağmen güvenli bölgenin güneyinde tuturak Süleymani’ye Kuzey’e alınıyor. ABD böylece oradaki kürt nüfusunun tamamını güvenli bölgede tutarken, sadece Erbil’deki bir kısım Türkmenler’i dahil etmişti. Diğer bölgeler Saddam’a bırakıldı. Böylece, güvenli bölge içerisinde azınlıkta kalan Türkmenler bu KDP ve KYB’ye karşı alternatif bir silahlı güç oluşturamadı. Oysa ki Orta Doğu’da silahlı bir gücü olmayan bir toplumun söz sahibi olması çok zordur.

- Konuya bağlı olarak, Irak’taki Türkmen Cephesi için Kıbrıs’takine benzer bir mücahid birliği kurabilir mi, ne düşünüyorsunuz?

-Irak Türkmen Cephesi’ne bir inisiyatif verilmişti ancak, dış istihbaratın etkisiyle oradaki Türkmenler arasındaki mezhepsel bölünmelerin körüklenmesi bir Türkmen Mukavemet gücünün oluşmasını engelleyen faktörlerden birisi budur, diğeri de ABD’nin uçuşa yasak bölge uygulamasındaki Türkmenleri bölmesidir. Dolayısıyla bu Türkmen silahlı gücünün oluşması engellenmiştir. Türkiye, o riski ele alıp Türkmen bölgesinde bir üs oluşturmayı düşünebilirdi.

- Irak’ın Kuzeyi’ndeki Pençe-Kilit operasyonu hakkındaki görüşleriniz nelerdir, başarılı buluyor musunuz?

Pençe serisi operasyonlar 2018 yılında başlamıştı ve benim de çok iyi bildiğim bölgelerdir, çoğunda görev aldım. Ben bu operasyonları başarılı buluyorum, bir önceki operasyonda Türkiye’den gelen birlikler Kara Kuvvetleri ve Jandarmanın yaptığı operasyonlar sonrası aynı bölgelerde Türkiye sınırlarına çekilirlerdi. Şimdi, 2018’de gelişen konsept ile yerinde kaldı ve doğru bir karar. Yani tekrar örgütün oraya yerleşmesine engellediğimiz gibi, orada yerleşik kalmak suretiyle de oradaki insanların hayatını da kurtardık. Bizim orada kalmamız insana dayalı istihbaratımızı artırdı ve bu nokta operasyonları yapma imkan kabiliyetimizi geliştirdi. Dolayısıyla İHA ve SİHA ile daha etkisiz kılıyoruz. Ancak bu harekat çok uzadı, bütün elit birliklerimiz orada. Dolayısıyla, bir rotasyona gitmek gerekiyor, uzun bir süre statik kalmamak gerekiyor.

- Türkiye’de son zamanlarda ‘Suriye açılımı’ gündeme geldi. Bu hakkında bir soru sormak istiyorum: Sizce, Türkiye Esad ile görüşmeli mi, ya da bir operasyon düzenlemeli mi?

“DİCLE’DEN AKDENİZ’E KADAR OLAN BÖLGELER ARASINDAKİ BAĞLANTININ SAĞLANMASI GEREKİR: CEPHEDEKİ TEHDİDİ ÖNÜMÜZE ALACAĞIZ”

Türkiye, Suriye’ye yaklaşık 3 operasyon düzenledi. Bunlardan birisi, Fırat Kalkanı operasyonu ile Cerablus-Elbab bölgesi kontrol altına alındı. Bu operasyon ile DEAŞ ve IŞİD’in de tenekeden kaplan olduğunu gördük. Daha sonra Fırat’ın Batısına Afrin harekatı yaparak Afrin bölgesini kontrol altına aldık. Son olarak da Fırat’ın doğusunda Barış Planı harekatı ile Resulayn- Tarabyat bölgesini elde ettik. Yani, biz 920 km’lik sınır hattımızda 3 ayrı operasyon ile 3 ayrı bölgeyi kontrol altına aldık. Ancak bu 3 ayrı kontrol altına aldığımız Barış Pınarı harekatı bölgesiyle, Fırat Kalkanı ile kontrol altına aldığımız bölge arasında Ayn El-Arab ve Kobani şu anda örgütün, Rusların ve rejimin kontrolünde. Dolayısıyla burada bir boşluk var, bu bölgeleri birleştiremedik. Türkiye’nin bir şekilde buradaki güvenli bölge dediğimiz bölgeyi oluşturacaksak Dicle’den başlayıp Akdeniz’e kadar olan bölgeler arasındaki bağlantıyı sağlamamız lazım. Böylece, cephedeki tehdidi önümüze alacağız. Aramızda tehditler kalmayacak, bu bize kuvvet tasarrufu sağlayacaktır. Bunun önlenmesi için Türkiye, bence bu bölgelerden (Tel-Rıfat, Membiç, Ayn El-Arab ve Kobani) örgüt ve ABD güçlerinin özellikle bu bölgelerden çıkmadığı sürece savunma hatlarını birleştirerek tehdidin birleştirilmesi gerekir. Bunun sağlanması orada, güvenli bölge ve kuvvet tasarrufu sağlayacaktır. Türkiye, mevcut konumunu devam ettirirken özellikle komando, pusu ve baskınlar ile başlangıçta Tel-Rıfat ve Membiç’i kontrol altına almalıyız. Yani kendi göbek bağımızı kendimiz keseceğiz. Türkiye’nin Eylül ayının sonlarına kadar bu operasyonları yapmazsa, bir daha operasyonların devamının geleceğini düşünmüyorum. Ya rejimle birlikte çözeceğiz ya da hava savunma ve harekatları ile sürdüreceğiz. Bir şekilde çözülmeyecekse mevcut statüyü de devam ettirmek de bence bir başarı. ÖSO’yu 11 yıldır kullanıyoruz, hadi biz sizi yüzüstü bırakıyoruz diyemeyiz. Aksi halde ABD bu ÖSO’yu çoğunluğunu SDG’nin içerisine alır. Bize karşı da kullanır ve bize birtakım sorunlar çıkartır. Burada yapılacak şey, Türkiye’nin eğer rejim ile görüşülecek ise ılımlı muhalifler safında olan insanların tüm hayat güvencesini ele alması gerekir, bu sağlanmalı. Suriye, ordusunu oluştururken de Suriye’nin milli ordusu içerisinde, ‘savaş bitmiştir ve anlaşma yapılacaktır, siz 11 yıldır topraklarınız için savaştınız. Evet, Suriye’de yeni bir ordu kuruluyor ve askerliği meslek olarak seçenler orduya katılsın, kendi hayatlarına dönmek isteyenlerin de hayatlarına geçebilmeleri gerekir’. Bunu yapmayıp yüzüstü orada bırakırsak 100 bine yakın kişiyi ABD’nin kucağına atmış oluruz.

Eski Özel Kuvvetler Komutanı Mithat Işık'tan, Aykırı'ya tarihi açıklamalar

Yunanistan Mithat Işık