Osmanlı Devleti’ne imzalatacakları barış antlaşmasının maddelerini belirlemek amacıyla Paris Konferansı’nda bir araya gelen ancak sonuç alamayan İtilaf Devletleri, 18 Nisan 1920’de San Remo’da toplanarak Osmanlı’nın mirasını nasıl bölüşecekleri konusunu tekrar müzakere etmeye başlamışlardı. Türk yetkilileri San Remo Konferansı’nda İzmir, Adana, Trabzon, Erzurum, Trakya ve Doğu Anadolu’da nüfusun çoğunluğunun Türk olduğunu anlatmaya çalıştılarsa da İtilaf Devletleri Türkiye hakkında karar verirken Türklerin görüşünü alma gereğini duymamışlardı. İngiltere, Fransa, İtalya Japonya, Yunanistan ve Belçika’nın katıldığı San Remo Konferansı’nda hazırlanan barış planı 11 Mayıs 1920 tarihinde Osmanlı Devleti’ne sunulmuş ve bir ay içinde görüş bildirilmesi istenmişti. Barış taslağına göre;
Osmanlı Devleti’ne İstanbul dışında Ankara ve Kastamonu çevresinde küçük bir toprak parçası bırakılıyor, ülke ekonomik ve askerî bakımdan da bağımlı hâle getiriliyordu.
İzmir’in yönetimi Yunanlara bırakılıyordu.
Rumeli ve Boğazlar İtilaf Devletlerinin işgaline bırakılmakla birlikte Boğazlar trafiğe açık olacak ve karma bir komisyon tarafından yöneltilecekti.
Doğu Anadolu’da Kürdistan ve Ermenistan devleti kurulacaktı. Bu devletlerin sınırlarını Amerika çizecek ve Ermenistan 20 yıl Amerikan mandası altında bulunacaktı.
Arabistan, Osmanlı Devleti’nden ayrılacak ve Müttefiklerin isteklerine terk edilecekti. Müttefikler tarafından daha önce işgal edilen yerler, Fransa, İtalya ve İngiltere’de kalacaktı.
Azınlıklar, Osmanlı Devleti’nde eşit haklara sahip olacak ve Mecliste temsil edileceklerdi.
Kapitülasyonlar yürürlükte kalacaktı.
Devletin askerî ve maddi işleri kontrol edilecekti.
Sadece iç asayişi temin için kullanılmak üzere 50.000 kişilik askerî güç dışında silahlı kuvveti olmayacaktı.
Liman ve demir yolları uluslararası bir komisyona teslim edilecekti.
Osmanlı Devleti savaş tazminatı ödeyecekti.
Osmanlı Devleti’ni ölüme mahkûm eden barış şartlarının açıklanmasıyla Türkiye büyük bir yasa bürünmüştü. Barış şartları ilk olarak 22 Mayıs 1920’de TBMM kürsüsünde okununca büyük bir gürültü kopmuş ve mebuslar İngiltere ve Damat Ferit’e ateş püskürmüşlerdi. Daha sonra söz alan Mustafa Kemal, “Efendiler milletimizin hissiyatını tamamen tercüme eden bu heyecan ve üzüntümüzü yitirmeden, idamımıza hükmeden düşmanlarımıza karşı daha dayançlı ve daha kuvvetli direniş çarelerini düşünmek için celseyi tatil ediyorum.” diyerek oturumu kapatmıştı.
Damat Ferit, böylesi ağır şartları kabul etmesinin kendisine en yakın kişilerin bile tepkisini doğuracağının farkındaydı. Bu nedenle önceleri ne olursa olsun antlaşmayı imzalamayacağını belirterek Türk tezini savunmak üzere bizzat Paris’e gideceğini açıkladı. Bu sırada İngiliz Dışişleri Bakanlığından barış şartlarının hafifletilmesi düşüncesinde olan Yüksek Komiser De Robbeck’e gönderilen yazıda şunlar söyleniyordu:
“Türkiye’ye en iyi öğüt olarak şu verilebilir: barış koşullarının saptanmış olduğu bu sırada ilacını çabucak yutmalı ve sonra, imparatorluklarından ne bırakılmışsa onu düzene koymaya çalışmalıdırlar.”
Damat Ferit Paris dönüşünde tutumunu değiştirmiş, antlaşmanın bir ölüm kararı olduğunu ve Türk milletinin ilmiği kendi boynuna geçirmemesi gerektiğini savunanları sorumsuz çılgınlar olarak nitelemişti. Yine bu büyük sorumluluğu kendi şahsı ve Vahdettin’in üzerinden alıp geniş bir kitleye yayabilmek için Padişah’ı Yıldız Sarayı’nda bir saltanat şurası toplamaya ikna etti. 22 Temmuz 1920’de toplanan saltanat şurasına birçok Osmanlı yetkilisi iştirak etti. Damat Ferit’in konuşmasının ardından Vahdettin, antlaşmanın imzalanmasından yana olanların ayağa kalkmasını istedi. Tüm davetliler ayağa kalkarak antlaşmayı kabullendiklerini belirttiler. Şura’ya göre zayıf bir mevcudiyet, mahvolmaktan iyi idi. Antlaşmanın imzalanmasından on gün önce oluşturulan yeni kabineye daha çok “evetçi” bakanlar atandı. Böylelikle antlaşmanın imzalanması işlemi sırasında kabinenin oy birliğiyle iş görmesi güvence altına alınmıştı. Bu gelişmelerden sonra barış koşullarının kabul edildiğini gösteren Sevr Antlaşması; 10 Ağustos 1920 tarihinde, Paris’te, Bağdatlı Hadi Paşa, Rıza Tevfik Bey ve Reşat Halis’ten oluşan Osmanlı Heyeti tarafından imzalandı. Sevr’i ölü doğan bir antlaşma olarak değerlendiren TBMM, bu antlaşmayı imzalayanları ve Damat Ferit’i vatan haini ilan etti.
Fotoğraflarda Hadi Paşa'yı Sevr Antlaşmasını imzalarken, ve imzalamanın verdiği huzurla Paris sokaklarında sırıtarak gevşek gevşek dolaşırken görüyorsunuz. Düşmanın kucağına oturmuş durumda Hadi Paşa. Bu fotoğraf tam 101 yıl önce bugün çekildi.