Havana’nın Kenar Mahalleleri
Geçen hafta hep beraber Küba’daydık. Hemen öyle dönemeyiz, yaklaşık iki milyonluk nüfusuyla Karayipler’in en büyük şehrinde sizi biraz daha gezdireceğim. Önce Havana’da vakit geçirip, sonra çiftlikten aldığımız puroları tüttürürken, Red Kit gibi gün batımını, yemyeşil vadide, Viñales’te at üstünde seyre dalacağız.
Arkadaşlarla sohbet ederken Küba deyince klasik arabalar, müzik, puro, sağlık ve eşit yaşam gibi kilit kelimeler dökülüyordu masaya. Ama işin aslı öyle değil. Eski Havana’nın (Habana Vieja) görkemine kapılıp mojitonuz elinizde adımlarken, az ilerde, popüler olmayan ara sokaklara girdiğinizde işin rengi değişiyor; Turizmin bittiği yerde sefalet başlıyor. İki-üç sokak ilerideki meydanda lüks oteller varken, bulunduğumuz arka sokaklarda dip dibe, virane binalar ölümü bekleyen ağaçlar gibi dizilmişlerdi. Hatta, bir binanın yanından geçerken, beraber gittiğim arkadaşım Kenan’a “Bu ne lan, köpek yaşamaz burda” derken yaşlı bir teyze belirdi aniden, demir parmaklı kapının hemen ardında. Ben de, korkup geriye sıçradım kedi gibi tabii. Teyzeye üzüldüm, o ayrı. Ama, şair burada şunu demek istiyor aslında: Az ileride üstü açık klasik arabalarda Amerika’nın kuzeyinden gelen turistler caka satarken, iki sokak ileride evsizlerin barınmayacağı beton kutularda insanlar yaşamlarını sürdürüyor.
Bunu anlatmak istedim çünkü iki yüzlü bir yönetim gördüm. Havana’dan sonra Varadero ve Trinidad’a da gittim ama detayları önümüzdeki yazıların konusu olduğundan burada “teğet geçeceğim”. Gezip gördüğüm yerler arasında en beğendiğim kumsal Varadero’da: beyaz kum, turkuaz rengi, tertemiz ve ılık su. Miami ve Bahamalar’a bakan yüzüyle Karayip denizinde bir masal sanki. Arka sokaklarında çöpleri toplanmayan başkentten sonra Varadero’da gördüğüm manzara beni epey şaşırttı doğrusu. Küçük çöp kamyonetleri şehrin caddelerinde turlarken, polis arabaları da güvenliği sağlıyordu. Yabancı oteller, iyi restoranlar, temiz ve güvenli bir şehir görüntüsü yansıtıyordu Varadero. Yansıtmıyordu, hatta öyleydi. Madem, tertemiz yapabiliyorsun sokakları, neden Havana’da bu böyle değildi? Madem güvenliği sağlayabilecek potansiyelin var ama neden başkentinde dolandırıcıların oltasına takılan bir sürü insan hikayesi var?
Havana’da birkaç gün vakit geçirdikten sonra tütünlerin yetiştirildiği yemyeşil vadi Viñales’i günübirlik ziyaret ediyoruz. Yeşillikler arasında 4 saat gezip, güneşi at üzerindeyken batırabilirsiniz. Biz aynı gün döneceğimizden tercih etmedik yoksa çok meraklıyım at binmeye. Hatta Ankara’dayken birkaç kulüpten fiyat almıştım ama pahalı gelmişti o dönem. Gitmişken tarih öncesi dönemi yansıtan, 120m uzunluğundaki, kayalıklar üzerindeki renkli çizimleri de görmenizi isterim. Aşağıdaki fotoğrafta, arkamda bulunan çizimler. Bu fotoğraftan hemen önce, kayıp valizimin (geçen haftaki yazıda bahsetmiştim) hala bulunamadığını öğrendiğim için moralim çok bozuktu.
Gelelim merakla beklediğiniz konuya, Kübalı kadınların bacaklarında sarılan purolara. Arkadaşlar, yok öyle bir şey ahahahahahahahah. Benim Keçiören’den arkadaşlar var, onlar da böyle merakla bekledi, bekledi, beklediii… ama yok yani : ) Hem o bacakta sarılan puroyu ben içmem. Viñales’te kocaman arazisi olan bir çiftliğe gidip, puroların nasıl yapıldığını gördüm. Aylarca bekleyen tütünleri kokladım, nasıl kurutulduklarını dinledim. Bandrollenmeden hemen önce de kendime birkaç paket alıp, keyfini çıkardım. Ama yok yani öyle bacak filan :)
Bir daha Küba’ya gidersem, ki giderim oradan da Miami’ye geçerim, Havana dışında kesinlikle Viñales’te de konaklardım; Sessiz, sakin, başkente yakın, doğanın en güzel renklerine hakim bir vadide birkaç gece. Neden olmasın ki? Yerinizde olsam derdimi anlatabileceğim kadar İspanyolca da öğrenirdim, pazarlık yaparken çok işinize yarayabilir. İnanın bütçenize çok katkısı olacaktır. Neyse, haftaya Varadero’ya gideriz, belki de Trinidad’a. Kim bilir?
Arkası haftaya…
Güzel bir gezi olmuş, kalemine sağlık ????????