Güney Amerika seyahatini konuşurken tek planımız vardı: Buenos Aires havalimanından şehre inip, karşımıza çıkan ilk kafeye girip bir kahve içmek. Sonrası tamamen kendiliğinden gelişecekti. Sırtımızda 25 kiloya yakın çantalarımızla Cafe Martinez’e bu düşünceyle girmiştik Aralık’ta, sıcak bir yaz gününde. Tabii ki, öncesinde görmek istediğimiz yerleri planlamıştık ancak yolda o kadar çok şey öğrenip farklı insanlarla tanıştık ki, her biri rotamıza yön verdi.
Mesela, Buenos Aires’te neredeyse iki ay kalmayı planlamamıştık. Ama, şehir o kadar güzel ki! Ya da Colonia del Sacramento’ya gitmeyi düşünmemiştik ancak yol arkadaşlarımızın tavsiyesiyle gecelik de olsa gittik. Gayet de iyi oldu. Hem de ülkeyi feribotla değiştirdik, daha ne olsun! Atlas Okyanusuna açılan nehir, Rio de la Plata üzerinden Uruguay’da Unesco’nun Dünya Mirası ilan ettiği şehir Colonia’ya ulaştık. Uruguay’ın pahalı olduğunu biliyordum, arkadaşlar da uyarmıştı öncesinde. Hatta kıtada “Güney Amerika’nın İsviçresi” olarak bilinir. Hem yaşam koşulları hem de pahalı bir ülke olmasından dolayı bu unvanı almış. Evet, giden arkadaşlar uyarmıştı ama bir hamburgere de yaklaşık 10usd (en ucuz yemek) vermeyi beklemiyordum.
Colonia’yı görünce Uruguay’ın bütçemizi sarsacağı çok belliydi. Bu yüzden, couchsurfing üzerinden ayarladığım iki ayrı evde kaldım. İkisi de Montevideo şehir merkezine arabayla 40 dk uzaklıkta olan Ciudad de la Costa’daydı, yazlıkçıların mekanı. Parası olan müstakil evini almış, şehrin keşmekeşinden kaçmış. Oysa, şehir bir İstanbul veya Ankara kadar da karmaşık değil.
Bulunduğum yerlerle plaj arasında belki 2-3 blok vardı, denize yürüyerek gidiyordum. İlk kaldığım evde kendime ait bir oda, ikincisinde bana ait bir ev vardı. Evet, bildiğiniz ev. Alejandro, ailesiyle birlikte kendilerine ait büyük evde kalırken ben de havuzun yanındaki evde konaklıyordum. Keyfim yerindeydi doğrusu. Buna rağmen, Rio karnavalına yetişmek için kuzeye doğru gitmem gerekiyordu. Önce, kumsallarıyla ünlü Punta del Este’ye ardından da otobüsle gece yarısı Brezilya sınırını geçerek Porto Alegre’ye ulaştık.
Uruguay pahalı olduğu için ülkeden hızlı çıktık ama Brezilya daha pahalıydı. Uruguay’dan ayrılmadan hemen önce bir çiftlik ayarlamıştık, yaklaşık bir hafta orada kalıp Brezilya ev yemekleri yerken bütçemizi de rahatlattık. Tabii, bu sırada çim biçtik, serada çalıştık, kütüphane yaptık. Çiftlik evinde daha fazla kalabilirdik ama karnavala doğru yol üzerinde birkaç şehri daha ziyaret etmek isteyerek yola devam ettik. Bazen otobüsle, bazen blablacar’la kuzeye doğru yol aldık. Ülke içinde hareket etmek çok pahalı, bu yüzden ilk tercihimiz paylaşımlı seyahat oldu.
Çiftlikten ayrılırken bana eşlik eden arkadaşın Türkiye’ye dönmesi gerekti. Böylece, O Rio üzerinden İstanbul-Ankara yaparken ben Curitiba, Sao Paulo, İlha Grande ve Rio de Janeiro yaparak karnavala katıldım. Söylemeden geçmeyim, Porto Alegre’de konakladığımız çiftliğin İtalyan kökenli sahipleri tam bir futbol fanatiği çıkmıştı. Bu sayede, oğulları Elvis bizi şehirde gezdirirken Gremio ve SC Internacional’ın da şehir kulüpleri olduğunu öğrendim. Arjantin’de Boca Juniors’ın stadını gezdiğim gibi bir fırsatım olmadı orada, yine de şehir her adımda futbol kokusunu hissettiriyordu.
Özetle, plan yapmamayı Güney Amerika’da öğrendim. Karşıma çıkan insanlardan öğrendiğim birçok yere, rotamın dışına çıkarak gittim ve pişman olmadım. Biz plan yapıyoruz ama bir de hayat bizim için bir plan yapıyor. Çoğu zaman, bizlerin planı tutmuyor. Hem plan yapmadığım için hayal kırıklığına da uğramıyorum. O yüzden, biz yürümeye başlayalım yol öğretir diyelim…