Türkiye’miz hem fizikî hem de siyasî yangınların ve sellerin ortasında kalmış vaziyette. Önce Manavgat, sonra Marmaris derken sayısız yangın ile ormanlarımız, hayvanlarımız diri diri yandı. Ağaçlar, kor ateşlerin içinde yeşilden kömür karasına dönerken onlarca evcil ve yabani hayvan da acı çeke çeke öldü. Bütün bu âfetlerle birlikte büyük de bir yönetim zafiyeti yaşanmakta.
Bu sırada tüm Türkiye, “iklim değişikliğinin” yönetim zafiyetlerini en acı şekilde tecrübe etmeye başladı. İhmallerin, yönetilememenin, liyakatsizliğin sorumlusunun da “İklim değişikliği” olduğunu hızla tespit etmiştik, artık yaşananların bir önemi yoktu! Ormanlarımız onun yüzünden art arda yanıyor, yangınları söndürmek için tedbirler vaktinde onun yüzünden alınmıyor, liyakatsizlik onun yüzünden kurumlaşıyor, muhalif kesimler ve belediyeleri onun yüzünden öteleniyor.
Rize’de yaşanan sel felaketinden hemen sonra, Marmaris’teki yangının hemen ardından çayı kaynatacak ne ocak ne de çaydanlığımız yoktu ama olsun! Kafamıza atılan tüm derdimize deva (!) çaylarımız varken, devleti işlevsiz bırakılan bir halkın tasasına düşmeye gerek yoktu. Oturup keyifle çaylarımızı yudumlamalıydık, yudumlayacaktık da... Ama bu “iklim değişikliği” yok mu, kafamızı yaran o çayı da bir türlü ocağa koydurtmadı!..
Tanrı’nın cezası bu “iklim değişikliği”, dere yataklarına ev yapmakla kalmamış, köyü de geçtim ilçeler kurmuş. Yetmemiş pınarları, çayları, dereleri ıslah ediyorum diyen ve buraları imara açan, balya balya Amerikan doları istiflemeyi seven beton tanrısına devretmiş. Bu kadarla kalsa iyi; o mel’un, lanet “iklim değişikliği” yok mu, aktığını gördüğü her dereye bir, bazen birkaç HES’cik konduruvermiş.
“İklim değişikliği” boş durur mu? Yaptı yapacağını yine!.. Kastamonu’da Bozkurt’u, Sinop’ta Ayancık’ı âdeta haritadan sildi. Bartın, Kastamonu ve Sinop’un büyük kısmı sele teslim oldu. Onlarca ölü ve yüzlerle ifade edilen kayıplarımız var. Bu satırlar da; âfet bölgesi olan bir ilin, başka bir ilçesinde âfeti yaşamamasını “iklim değişikliği”ne direnen “Termik İstemeyük”çü şalvarlı köylü teyzelerle, sarışın laikçi (!) teyzelerin omuz omuza mücâdele etmelerine borçlu olduğumuz bir yerde kaleme alınmakta.
Acımız, yasımız, kaybımız çok ama çok büyük. Devlet büyüklerinden ricamız; o bir türlü ocağa koyup demleyemediğimiz çayı, âfet ânında gelip kafamıza kafamıza atmalarıdır. Hattâ burası ormancılık ürünleri üretir. Geldiğinizde, camilerimizde miting yapıp, çayları demlemek için tomrukları kafamıza kafamıza atmayı unutmayın! İnanın, bu tüm yaralarımızın acısını unutturacaktır!
İklim değişikliği mi, değişikliğin iklimi mi?
Fizikî yangın ve sellerin yanında Türkiye’mizi kavuran Suriyeliler ateşi ile Afgan seli de hız kesmeden bizi içine çekiyor. 10 Ağustos günü Ankara Altındağ’da geçici koruma altındaki Suriyeliler 18 yaşındaki Emirhan Yalçın’ımızı kalbinden bıçaklayarak öldürdü, bir diğer gencimizi de ağır yaraladı. Olayın hemen ardından paylaşılan videolarda dikkat çeken bir husus vardı. O da halk bu olaya tepki gösteriyor, infial hâlinde hareket ediyordu ama bir taraftan da tekbir sesleri yükseliyordu.
Daha önce de Gaziantep’te, İstanbul’da katledilen, tâcize ve tecâvüze uğrayan çocuklarımız olmuştu. O zamanda doğal öfke patlamaları yaşanmış ama olayın olduğu anda tekbirler getiren insan toplulukları yoktu. Sözde sığınmacılar sorununu yakından takip eden herkes, bu elim olaya sokaklarımızı karıştırmak isteyen etki ajanlarının artık dâhil olmaya başladığını “iklimin değiştiğini” fark ederek sağduyu çağrısında bulunmaya başladı.
Ne yazık ki bu itidal çağrısı, karanlık bir elin devreye soktuğu etki ajanları sebebiyle karşılık bulmadı ve Altındağ karıştı. Emniyet; 76 kişinin gözaltına alındığını bunlardan 38’inin yağma, tecâvüz, uyuşturucu, hırsızlık ve gasp gibi suçlardan kaydı bulunan kişiler olduğunu söyledi. Daha sonra yapılan ikinci gözaltılarda da 72 kişinin yakalandığını, bunlardan 28'inin daha gasp, yağma, tecâvüz gibi suçlardan kayıtları olduğu açıklandı . Tesadüfe bakar mısınız? Suçlular mahalle basmış! Tabi bu kadar ağır suçlara karışanlar, nasıl elini kolunu sallayarak dolaşıyor ve sokakları karıştırıyor sorusu da izaha muhtaç.
Emirhan’ımızın yasını tutamadan Suriyeli olduğu iddia edilen yaralı bir çocuk fotoğrafı üzerinden Türk milleti “ırkçılık” gibi nemrut bir sıfatla sindirilmeye çalışıldı. Emirhan’a taziye dileyemeyen manda basını, eğer şiddete uğradığı iddiası doğruysa bu yaralı çocuk fotoğrafı üzerinden Türklüğe (özellikle Türk milleti değil) olan tüm nefretlerini kustular. Acıyı yarıştırmayı bırakın, hayatını kaybeden Emirhan’ımızın öldürülmesini yok saydılar. Suriye 72 milletin istilasına uğrasın diye çekmedikleri film kalmayan Beyaz Baretlilerin, iki hafta önce yangına yardım adıyla ülkemizde boy gösterdiği bir ortamda her ihtimal de aklımıza geliyor.
Galiba Suriyeli ev sahibi Türkler sığınmacı
Suriyelilerin Türk milletinin aşına, işine, evine, yurduna ortak edilmesini Türk milletinin bünyesi kabul etmiyor. Halk, göçün yarattığı tüm sorunlar ile bir başına bırakılmış vaziyette. Sokağına çıkamıyor, metroda, otobüste, vapurda, parkta, denizinde Türk insanı tâciz ediliyor. Yetmiyor canına kastediliyor. Bu sorunu çözün, Suriyeliler vatanlarına dönsün dedikçe; “Biz bu işin finansmanını iyi yönettiğimiz sürece daha da göç alacağız (...) Avrupa bugün huzur icinde yaşıyorsa, Türkiye 4 milyon göçmene ev sahipliği yaptığı içindir.” gibi açıklamalar devletin “tek” yetkilisinden gelmeye devam ediyor.
Âfeti art arda yaşadığımız günlerde, ülkemizin 20 yıllık kronik âfeti hâline gelen muhalefeti, başını yine kuma gömmeye devam ediyor. Halk, kuma gömülmüş kafayı kumdan çıkartmak için biraz dürtükleyince “yapacağım, edeceğim, göndereceğim” deyip kumda boncuk aramaya devam ediyor. Tıpkı Van’a gidip her gün yüzlerce genç Afgan erkeğinin, bırakılmayan sınırımızdan elini kolunu sallayarak geçmesini yerinde incelemeyen bir muhalefet lideri ve vekilleri gibi.
Nasıl yapacaksın sorusunun cevabı icraattır, harekete geçmektir, somut eylemde bulunmaktır. Türkiye’nin geçmiş 10 yılına, bugün tamamı gönderilse bile gelecek 30 yılına mâl olacak Suriyeliler meselesinde muhalefetin henüz somut bir çözüm planı yok. Birkaç tivit ile içeride dışarıda tüm taşları yerinden oynatabilen muhalefet, hâlâ -+cek-cak, +ceğim-cağım diyorsa bundan da “iklim değişikliği”mi sorumludur?
Türk milleti tüm aksayan yönlerine rağmen, demokrasiyi, hukuku ve insan haklarını özümsemiş ve meselelerini bu çerçeve içerisinde çözmeyi âdet edinmiş bir ülkedir. Sorunlarını böyle çözdüğü gibi, Suriyeliler başta olmak üzere göç sorununu da bu şekilde çözecek. Sokakta Suriyeli ve Afgan kovalamak meseleyi hâlletmez. Bu ancak Türkiye’nin laik, demokratik sosyal ve hukuk devletinin huzurlu, güvenli iklimini değiştirmek isteyenlere hizmet eder. Türk milleti haklı mücâdelesinde uyanık olmalıdır.
BOP eş başkanlığında “iklim değişikliği” ile "Türksüz Türkiye" için yürünen, zehirli 2023 menzilinin panzehiri: T.C. bir Türk devleti ise Türk kimliğiyle mücadele bırakılmalı, anayasa ve yasaların gerekleri yerine getirilmedir. Onu esas alan siyaset bekâ demektir. Sonsuzluk ancak bu şekilde sağlanabilir. Gerisi hüsran ve iflas olur.